Ehl-i İslâm, dâhilî düşmanlıkları unutmalı
Bediüzzaman Said Nursî
İşte bu sır içindir ki, Yeni Said’in hususî üstadı olan İmam-ı Rabbanî, Gavs-ı A’zam ve İmam-ı Gazalî, Zeynelâbidin (ra)—hususan Cevşenü’l-kebir münacatını bu iki imamdan ders almışım—ve Hazret-i Hüseyin ve İmam-ı Ali Kerremallahü Veche’den aldığım ders, otuz seneden beri, hususan Cevşenü’l-kebir’le daima onlara mânevî irtibatımda geçmiş hakikati ve şimdiki Risale-i Nur’dan bize gelen meşrebi almışım. Zalimlerin gaddarlıklarını değil deşmek, bakmak, belki düşünmek de meşrebimize gelmiyor. Çünkü onlar mücazatını ve mazlumlar mükâfatını, aklımızın fevkinde görmüşler. O meseleler ile meşgul olmak, şimdiki bu hazır musîbet-i diniyeye karşı mükellef olduğumuz vazife-i Kur’âniyeye zarar verir.
Ulema-i ilm-i kelâmın ve usûlü’ddin allâmelerinin ve Ehl-i Sünnet ve’l-cemaatin dâhî muhakkiklerinin İslâmî akîdelere dair çok tetkik ve muhakematla ve âyât ve hadisleri muvazene ile kabul ettikleri usûlü’d-din düsturları, şimdiki Risale-i Nur’un meşrebini muhafazaya emrediyor, kuvvet veriyor. Hatta hiçbir yerde, hatta ehl-i bid’a kısmı da bu meşrebimize ilişemiyorlar. Hakikat-i ihlâs tam muhafaza edildiği için her nevi ehl-i İslâm içine giriyor. Şialıkta mutaassıp ve Vehhabîlikte de müfrit, feylesoların en maddîsi ve mütefennini ve mutaassıp hocaların en enaniyetlisi, beraber Nur dairesine girmeye başlamışlar ve kısmen şimdi de kardeşçe bulunuyorlar. Hatta bazı misyonerler de, din-i İsa’nın (as) hakikî ruhânîsi de o daireye gireceklerine emareler var. Birbirine hücum değil, belki bir tesanüd, bir musalâha lüzumunu hissedip medar-ı münakaşa meseleleri ortaya atmıyorlar. Demek İmam-ı Ali’nin (ra) otuz kırk işaretiyle sarahat derecesinde haber verdiği Risale-i Nur, bu zamanın müthiş yaralarına tam bir ilâçtır. Onun için o daire bize kâfi
Daire-i İslâmiyede eskiden beri tarafgirâne birbirine mukabil, muarız vaziyetini alan ehl-i İslâm, o dâhilî düşmanlıkları muvakkaten unutmak maslahat-ı İslâmiye muktezasıdır.
gelmiş, harice çıkmıyoruz.
İmam-ı Ali Kerremallahü Veche’nin şahsına ve hayatına ve adalet-i hakikî üzerine giden siyasetine ilişmek, darbe vurmak başkadır. Şahsiyet-i zâhirîsinden ve hayat-ı dünyeviyesinden ve siyaset-i içtimaiyesinden binler derece daha yüksek olan şahsiyet-i mânevîsine ve kemâlât-ı ilmiyesine ve makamat-ı velâyetine ve vârisliğine darbe gelmez ve gelmemiş ve gelemiyor. Kimin haddi var? Onun için iki ciheti birleştirmek tevehhümüyle karşısında muarazaya çalışanların taarruzu pek dehşetli görünüyor. Ehl-i iman ortasında nasıl böyle vukuat olabilir diye hayret veriyor. Halbuki Yezid ve Velid gibi habis heriler müstesna, ötekilerin kısm-ı a’zamı, İmam-ı Ali’nin (ra) harika kemâlâtına ve kerametlerine ve verasetine ilişmek değil, belki yalnız hayat-ı içtimaiye-i insaniyeye ait idaresine darbe vurmaya çalışmışlar, hata etmişler.
Hâricî ve büyük bir düşmanın hücumu zamanında, dâhilî küçük düşmanlıkları bırakmak elzemdir. Yoksa hücum eden büyük düşmana yardım hükmüne geçer. Bunun için daire-i İslâmiyede eskiden beri tarafgirâne birbirine mukabil, muarız vaziyetini alan ehl-i İslâm o dâhilî düşmanlıkları muvakkaten unutmak maslahat-ı İslâmiye muktezasıdır.
Emirdağ Lâhikası, s. 153. mektup, s. 246-47