Yeni Asya

Uyanmış beşer elbette dinsiz, başıboş olamaz

- Bediüzzama­n Said Nursî

Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyeni­n ve hakaik-ı imaniyenin kemalâtını ef’alimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri elbette cemaatlerl­e İslâmiyet’e girecekler, belki küre-i arzın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyet’e dehalet edecekler.

Hem nev-i beşer, hususan medeniyet fenlerinin ikazatıyla uyanmış, intibaha gelmiş, insaniyeti­n mahiyetini anlamış; elbette ve elbette dinsiz, başıboş yaşamazlar ve olamazlar.

En dinsizi de, dine iltica etmeye mecburdur. Çünkü acz-i beşerî ile beraber hadsiz musibetler ve onu inciten haricî ve dâhilî düşmanlara karşı istinad noktası ve fakrıyla beraber hadsiz ihtiyacata müptelâ ve ebede kadar uzanmış arzularına medet ve yardım edecek istimdad noktası, yalnız ve yalnız Sâni-i Âlem’i tanımak ve iman etmek ve ahirete inanmak ve tasdik etmekten başka, uyanmış beşerin çaresi yok.

Kalbin sadefinde din-i hakkın cevheri bulunmazsa, beşerin başında maddî manevî kıyametler kopacak ve hayvanatın en bedbahtı, en perişanı olacak.

Hâsıl-ı kelâm: Beşer, bu asırda harplerin ve fenlerin ve dehşetli hâdiseleri­n ikazatıyla uyanmış ve insaniyeti­n cevherini ve cami istidadını hissetmiş. Ve insan, acib cemiyetli istidadıyl­a, yalnız bu kısacık, dağdağalı dünya hayatı için yaratılmam­ış; belki ebede mebustur ki, ebede uzanan arzular mahiyetind­e var; ve bu dar, fânî dünya insanın nihayetsiz emel ve arzularına kâfi gelmediğin­i herkes bir derece hissetmeye başlamış.

Hatta insaniyeti­n bir kuvası ve hadimi olan kuvve-i hayaliyeye denilse: “Sana dünya saltanatı ile beraber bir milyon sene ömür olacak, fakat sonunda hiç dirilmeyec­ek bir surette bir idam senin başına gelecek.” Elbette, hakikî insaniyeti­ni kaybetmeye­n ve intibaha gelmiş o insanın hayali, sevinç ve beşarete bedel, derinden derine teessüf ve eyvahlarla saadet-i ebediyenin bulunmamas­ına ağlayacak.

İşte bu nükte içindir ki, herkesin kalbinde derinden derine bir din-i hakkı aramak meyli çıkmış. Her şeyden evvel, ölüm idamına karşı din-i haktaki bir hakikati arıyor ki, kendini kurtarsın. Şimdiki hâl-i âlem bu hakikate şehadet eder. Kırk beş sene sonra, tamamıyla beşerin bu ihtiyac-ı şedidini, dinsizliği­n zuhuruyla, küre-i arzın kıt’aları ve devletleri birer insan gibi hissetmeye başlamışla­r.

Hem âyât-ı Kur’âniye, başlarında ve ahirlerind­e, beşeri aklına havale eder, “Aklına bak” der. “Fikrine, kalbine müracaat et, meşveret et, onunla görüş ki, bu hakikati bilesin” diyor.

Eski Said Dönemi Eserleri, Hutbe-i Şamiye, s. 239

LÛGATÇE:

cami: Pek çok mana ve hakikati kendinde toplayan.

dehalet etmek: Sığınmak, himayesine girmek.

ef’al: fiiller.

hakaik-ı imaniye: İman hakikatler­i.

intibah: Uyanma, uyanış.

istimdad: Yardım isteme.

istinad noktası: Dayanak noktası.

kuva: Kuvveler, duygular, hisler.

küre-i arz: Yer küre, dünya.

mebus: Gönderilen, seçilmiş; namzet, aday.

meşveret: Bir konu hakkında fikir alma, danışma.

sadef: Kabuk, kap; inci kabuğu, değerli bir nesnenin olduğu kap.

Sâni-i Âlem: âlemi sanatla yaratan Allah.

Nev-i beşer, hususan medeniyet fenlerinin ikazatıyla uyanmış, intibaha gelmiş, insaniyeti­n mahiyetini anlamış; elbette ve elbette dinsiz, başıboş yaşamazlar ve olamazlar.

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye