Kader değişir mi?
Hakk katındaki bu gizli şartları da görebilirlerdi. Ne var ki “ekseri oraya çıkamıyor.” Bu ancak çok az bulunan “Efrad” için mümkün olabiliyor. “O’nun dilediğinden başka, hiç kimse O’nun ilminden olan bir şeyi ihata edip tam bilemez.”
Vaktiyle şeyhini çok seven ve ona sadâkatle hizmet eden bir mürid vardı. Bu mürid, safvet-i kalbi ve sadâkati sayesinde öyle terakki etmişti ki, keşfi açılmış ve Kader Levhaları’ndan birini görmeye başlamıştı.
Ne var ki, bu levhada gördüğü bir yazı onu hayal kırıklığına uğratmıştı. Çünkü kaderde, şeyhinin isminin karşısında “Şakî” (Cehennemlik) olduğu yazılıydı.
Bu yazgıyı keşfeden mürid, ne yapacağını şaşırmıştı. Şaşkınlığını ve üzüntüsünü belli etmemeye çalışsa da şeyhi ondaki huzursuzluğu fark etmekte gecikmedi ve sordu:“evlâdım! Görüyorum ki, sıkıntı içindesin. Nedir derdin?”
Müridi konuyu önce geçiştirmek istediyse de, şeyhin ısrarı karşısında fazla direnemedi. Keşfini ifşa etti.
Şeyh bunu duyunca mahzûnâne dedi ki: “Evlât! Ben o yazıyı 40 senedir görmekteyim. Fakat O’nun kapısından başka hangi kapıya gideyim! O’ndan başka Rab yok ki, dergâhına iltica edeyim! Ben Rabbimden ümidimi kesmedim. O’nun mülkü değil miyim? Cehenneme lâyık görürse ne yapabilirim!”
Şeyhin bu hüzünlü sözleri bitmişti ki, bu kader levhası o anda yine göründü. Şeyhin ismi önündeki “Şakîdir” hükmü silinmiş, yerine “Saiddir (Cennetliktir)” yazılmıştı.
O halde biz de şu meşhur duâ ile1 yalvaralım: “Allahım! Bizi şakîlerden yazdıysan onu sil! Saidlerden yazdıysan onu sabit kıl!”
SUAL: Kâinat, başlangıcından sonuna kadar senaryosu yazılmış bir film gibi değil midir? Akan zaman, her sahnenin perdesini açmaktan ibaret olsa gerektir. “Atâ” sebebiyle “kader” nasıl değişir? İmam Mâturîdî’ye (ra) göre, said bazen şakî, şakî de bazen saîd nasıl olabilir?
CEVAP: “Yazılan kaderin” (Ezelî ilmin değil) değişebildiğini gösteren hadisler vardır. Meselâ: “Anne babaya iyilik, ömrü uzatır. Yalan, rızkı azaltır. Duâ, kazayı çevirir. Allah’ın, yarattıkları hakkında (hükmün infaz edilip edilmemesi açısından) iki kazası vardır: Biri değişmez. Diğeri ise değişir.”
Bu ikili durum şöyle izah edilmektedir:
1. Kazâ-i Muallak: Şart ve sebebe bağlanan kazâdır ki, şart ve sebebe veya kulun değişen durumuna göre değişebilir. O yüzden buna “Rıza Levhası” yahut “Levh-i Mahv ve’ l İsbat” denir. Bu levhayı melekler görürler.3 “Allah dilediğini siler, dilediğini sabit kılar. Ümmü’l-kitâb (Ana Kitap) O’nun katındadır.”4 âyetinde kastedilen değişken kader levhası budur. Haklarındaki azap hükmü infaz edilecekken, tövbeleri sebebiyle af edilen Hz. Yunus’un (as) kavmi bunun bir örneğidir.
2. Kazâ-i Mübrem: Kesin olarak verilmiş, herhangi bir şarta, sebebe, şahsa veya zamana bağlı kılınmamış hükümlerdir. Bunlar pek değişmez. “Benim huzurumda söz değiştirilmez” âyeti de5 bu levhaya bakar.
Her iki kaza türünü de birleştirirsek sözgelimi, insan belli bir hizmeti yapmazsa ömrü 45 sene olacaktır. Fakat Allah, insanın o hizmeti işleyeceğini ve bunun sonucu olarak da ömrünün 83 sene olacağını bilir. O yüzden onun ömrünü 83 sene şeklinde takdir etmiş ve üstündeki ziyadeyi bu hizmete veya başka şartlara ya da atâ kanununa nisbet etmiştir. Yani o hizmet onun ömrünü uzatmıştır. Yoksa o hizmet veya sebepler olmasaydı, ömründeki bu ziyadelik de bulunmayacaktı. 6
İşte devreye girdiğinde alt kader levhalarında değişikliğe yol açacak bu ta’likî şartlar, bazen Levh-i Ezelî’de gizlenmiş olduklarından, ehl-i keşfin, izn-i İlâhî ile kaderin alt levhalarına muttali olarak verdikleri gaybî ihbar ve fereçler, hatta eceller hilâf-ı vâki çıkabilmektedir.7 Eğer bunların nazarları Levh-i Ezelî’ye kadar çıkabilseydi, Hakk katındaki bu gizli şartları da görebilirlerdi. Ne var ki “ekseri oraya çıkamıyor.” Bu ancak çok az bulunan “Efrad” için mümkün8 olabiliyor. “O’nun dilediğinden başka, hiç kimse O’nun ilminden olan bir şeyi ihata edip tam bilemez.” 9
İşte bu tür mübremler dahî, Levh-i Mahfuz’da mübrem (kesin) kazâ sûretinde görünürse de – vukûa gelmedikçe– aslında muallaktır ve kazâ-i muallak gibi kabil-i tebdildir.10
Elbette nass-ı âyetle “Allah eceli geldiğinde hiç kimsenin ölümünü ertelemeyecektir.”11 Dolayısıyla “Ecel birdir; tegayyür etmez” ise de “Levh-i Mahfûz’da ‘kader-i ezelî’ ile ecel-i mübrem dahî, gayet kudsî bir zâtın, meşîet-i İlâhiyeden istimdad ve niyazıyla tebdil edildiği, kuvvetle ihbar edilmiştir.” 12
Nitekim, Hayy isminin mazharı olan Gavs-ı A’zam (ra): “Hiç kimsenin kazâ-i mübremi değiştirmeye gücü yetmez. Ancak benim için istisna var. Ben onda istediğim gibi tasarruf edebilirim” demektedir.13 (Bu sözün yanlış anlaşılmaması için “Ricâl-i Gayb” yazımızın haşiyesine bakılmalıdır.)
İmam-ı Rabbânî (ra) dahî, bir dostu üstündeki belânın kaldırılmasını niyaz etmiş, ancak o belânın Levh-i Mahfûz’da kazâ-i mübrem şeklinde kayıtlı olduğu kendisine gösterilince önce ye’se düşmüştür. Sonra Abdulkadir-i Geylânî’nin (ra) bu sözü hatırına gelmiş ve yeni bir ümitle bu mübrem kazanın kaldırılması için tekrar niyaz etmiş, bunun üzerine o belâ ref’ edilmiştir.14
1921 Ramazan’ında, müthiş bir buhran-ı rûhî geçirdiği sıralarda, pek şiddetli bir surette Hz. Gavs’dan istimdad etmesiyle, Gavs-ı A’zam’ın (ra) duâ ve himmetiyle imdada yetiştiğini bildiren Üstad Bediüzzaman (ra), Yeni Said’e inkılâb ettiği o Ramazan ayı sonunda yazdığı Lemaat’taki “Eddâî” kıt’asında, ecelini 69 (1369 hicrî) olarak keşif ve ihbar ederken, neden sonraki kitaplarda bu tarihi 79’a (m. 1960’a) tebdil etmiştir? Üstelik “Bunda da hata var” diye eski tarihi güya tashihe cür’et eden merhum Salih Özcan’a niye izin vermemiştir?15
İslâm’ın fecrini ihbar ederken muhtelif tarihler vermesinin de bu konuyla bir ilgisi olmalıdır.
Demek eceli belirlemede atâ kanunları da müdahildir ve“değişmez ecel” aslında “hâdis olan” ve umumî ecel kanunlarının bulunduğu Levh-i Mahfûz’daki bu kanunlara göre belirlenmiş olan ecel-i fıtrî değildir. Belki “Levh-i Ezelî” tabir edilen “Zâtî ilim”sıfatının ezelî Zât’a“ezelî”bir hicabı ve zılâli ve bir nev’î mazharı olan bir manânın da dahliyle belirlenen eceldir. Bir başka ifadeyle“değişmeyen ecel” bu iki yönlü İlâhî iradenin kesiştiği ve örtüştüğü zaman koordinatındadır. 16
Gelecek yazımızda inşallah, konuya biraz daha açıklık getirerek me’hazlarını ve kader mekanizmasının niçin bu şekilde işletildiğinin hikmetlerini anlamaya çalışalım.
D pnotlar: 1) Mecmûatü’l-ahzab, I/597. 2) C. Sağîr, HN: 1701 Yeni Asya Yay. 3) TDV İslâm Ans. “Kader” md. Kemal Paşazade, Risale fi’l Cebr ve’l Kader, 175. 4) Ra’d, 13/39.
5) Kâf 50/29.
6) bk. Teftazânî, Şerhu’l-akâid, Trc. S. ULUDAĞ, 223.
7) 16. Lem’a, Birincisi.
8) bk. İ. Rabbânî, Mektûbât, 217. Mektup. 9) Bakara 2/255. 10) bk. İ. Rabbânî, aynı yer. 11) Münafikûn 63/11. 12) Sırr-ı İnnâ A’taynâ Risalesi, 40, Derin Tarih Yay. 13) İ. Rabbânî, a.g.e, 217. Mektup. 14) bk. a.g.e, 217. Mektup. 15) N. ŞAHİNER, Son Şahitler, III/241. 16) Bu yorumumuzun gerekçesi için bk. “Eğer dünyanın ecel-i fıtrîsinden evvel, iradei ezeliyenin izni ile onu bozmazsa” (29. Söz, 2. Maksat, 4. Esas, 1. Mesele) Ayrıca bk. İ. Rabbânî, Mektûbât, 438. Mektup.