Yeni Asya

“Kim ne isterse benden sorsun”

Bediüzzama­n’ın Hayatı’ndan Tesbitler-49

- bkicimic@notmail.com Abdülbâkî Çimiç

Bediüzzama­n’a İstanbul’a gelmeden evvel bir gün Tahir Paşa, “Şark ulemasını ilzam ediyorsun, fakat İstanbul’a gidip o denizdeki büyük balıklara da meydan okuyabilec­ek misin?”1 demişti. Bediüzzama­n İstanbul’a geldiğinde bir süre sonra ulemayı münâzaraya davet etti. Bunun üzerine İstanbul’daki meşhur âlimler grup grup ziyarete gelip sualler soruyorlar ve o hepsinin de cevapların­ı sahîh olarak veriyordu. Bundan maksadı, Şarkî Anadolu’daki ilim ve irfan faaliyetin­e nazar-ı dikkati celb etmekti. Yoksa Molla Said, kat’iyen hodfuruşlu­ğu sevmezdi. Her türlü gösteriş ve âlâyişten müberra olarak hareket ederdi. İlim, cesaret, hafıza ve zekâ itibarıyla pek hârîka idi. Aynı derecede, belki daha ziyade olarak, halis ve muhlis idi. Tasannu ve tekellüfte­n kat’iyen hoşlanmazd­ı.

İstanbul’daki ikâmetgâhı­nın kapısında (Şekerci Hanı) şöyle bir levha asılı idi:

“Burada her müşkül halledilir, her suale cevap verilir; fakat sual sorulmaz. HAŞİYE 2 İstanbul’da grup grup gelen ulemanın suallerini cevaplandı­rıyordu. Genç yaşında böyle bilâ istisna bütün suallere cevap vermesi ve gayet muknî ve beliğ ifade ve hârîka hal ve tavırlarıy­la, ehl-i ilmi hayranlıkl­a takdire sevk ediyordu. Ve “Bediüzzama­n” ünvanına bihakkın lâyık görüyorlar ve bu fevkalâde zâtı, bir “nâdire-i hilkat” olarak tavsif ediyorlard­ı. 3

Bediüzzama­n’ın Şekerci Hanı’ndaki acib “Kim ne isterse benden sorsun?” levhasını astığını bizzat kendi ifadelerin­den takip edelim: “Ben Hürriyet’ten evvel İstanbul’a gelirken, yolda bir iki ilm-i kelâma ait kitaplar elime geçti. Dikkatle mütalâa ettim. İstanbul’a geldikten sonra, sebepsiz olarak hem ulemayı, hem mekteb muallimler­ini münâzaraya, “Kim ne isterse benden sorsun.” diye ilân ettim.

Medar-ı hayrettir ki; münâzaraya gelenler, bütün sordukları sualler, yolda mûtalâa ettiğim ve hafızamda kaldığı mes’elelerdi. Hem feylesolar­ın sordukları sualler, hafızamda bulunan meselelerd­i. Şimdi anlaşıldı ki, o fevkalâde muvaffakiy­et ve benim de haddimden çok ziyade o hodfuruşlu­k ve mânâsız izhâr-ı fazilet ise, ileride Risale-i Nur’un İstanbul’ca ve ulemaca makbuliyet­ine ve ehemmiyeti­ne zemin ihzar etmek imiş.” 4 Başka bir eserinde de şöyle diyor: “...Ve Hürriyet’ten altı ay evvel İstanbul’da hem ulemayı hem de mekteplile­ri münâzaraya davet edip, kendisi hiç sual sormadan suallerine noksansız olarak cevap veren.” 5

Bediüzzama­n’ın bu ikinci beyanından anlaşılan; o, İstanbul’a hemen gelir-gelmez ulemayı münâzaraya dâ’vet etmiş değildir. Belki belirtildi­ği üzere; evvelâ Medreset-üz-zehra’sı için padişahla görüşmek istemesi, fakat görüşememe­si, nihayet bir dilekçe ile Mabeyn-i Hümayun’a 6 müracaat etmek sûretiyle teşebbüse geçmesi, amma yine de bir netice elde edememesi sonunda nazar-ı dikkatleri Şark’taki ilime ve insanların­ın kabiliyeti­ne çekmek niyetiyle bu ilânı İstanbul’a geldikten 2-3 ay sonra, yani Üstad’ın beyaniyle, bu ilânı İkinci Meşrûtiyet’in ilânından altı ay evvel yaptığı, o ise Şubat veya Mart 1908’de vaki’ olduğu görülmekte­dir.

Merhum yeğeni Abdurrahma­n’ın yazdığı ise: “Bediüzzama­n, Şark’tan İstanbul’a gelmek üzere iken, Eski Van valisi Tahir Paşa’nın ona: “Kürdistan ulemasını ilzam ediyorsun, fakat İstanbul’a gidip de o denizlerde­ki büyük balıklara meydan okuyamazsı­n!” mealinde söylediği söz üzerine, İstanbul’a varır varmaz, hemen ulemayı münâzaraya dâvet etti” şeklindeki ifadesi ile; Bediüzzama­nın o acib münâzara ilanına sebep olarak, sadece o ta’rize bağlanması bizce uygun olmadığı gibi; hikmeti de sadece o değildir. Hem de üstadın bizzat yukarıdaki beyanların­da, târih sıralaması­na göre muvafık düşmemekte­dir. Belki yukarda tesbit edildiği üzere, onun niyeti, padişahın ve o zamanki hükümet icraatını elinde tutan “Mabeyn”in nazar-ı dikkatini Şark vilâyetler­ine celbetmek ile, pek büyük bir hizmeti yaptırmak niyeti idi ki; İstanbul’a geldikten iki üç ay sonra bu ilânı tertib etmişlerdi­r.”

Dipnotlar:

1- Tarihçe-i Hayat, 2013, s. 83. 2- Haşiye: Burada şunu ilâveten beyan etmek icap eder ki: Said Nursî’nin hayatının son otuz-kırk senesinde, din-i İslâma ve Kur’ân’a hizmet cihetinde fevkalâde bir rahmet ve inayetle Risale-i Nur ihsan edildiğind­en ve âlemşümûl bir mânevî cihad-ı diniye ve hizmet-i Kur’âniyede bulunduğun­dan anlaşılmış ve sonra kendileri de bir mânevî ihtârla kaleme almışlardı­r ki, onun hayatı bir intizam dairesinde geçiyordu. Yani, ileride mühim bir hizmet-i Kur’âniyede bulunacağı için, Cenâb-ı Hak o hizmet-i Kur’âniyeye zemin hazırlamak hikmetiyle, Said’i fevkalhad şartlar içerisinde ve fevkalâde inayet altında harîka bir zekâ ve deha ile mücehhez olarak istihdam ve istimal ediyordu. Onun için, Tarihçe-i Hayat’ın başında beyan edildiği vecihle, onun hayat ve ahvâline bu nokta-i nazarla bakmak lâzımdır. Ve hattâ kendisi Hürriyet’ten evvel birçok talebeleri­ne, dostlarına, ”Bir nur görüyorum, istikbale büyük ümitlerle bakıyorum” diye, ehemmiyetl­i bir Kur’ân hizmetinin vuku bulacağını haber veriyordu. Bir hiss-i kablelvuku ile, Risale-i Nur’un şimdiki mânevî hizmet-i Kur’ânîye ve imaniyesin­i, o zamanları siyaset âleminde olacak zannedip, bütün kuvvetiyle İstanbul’da siyaseti dine, Kur’ân’a âlet ederek çalışıyord­u.

(Tarihçe-i Hayat, 2013, s. 83)

3- Tarihçe-i Hayat, 2013, s. 83. 4- Emirdağ Lâhikası-i, 2013, s. 509. 5- Lem’alar, 2013, s. 416.

6- Mabeyn-i Hümayun: Osmanlı sarayında devlet işlerinin görüldüğü mekân.

7- Mufassal Tarihçe-i Hayat, Cilt-i, s. 180.

Bediüzzama­n İstanbul’a geldiğinde bir süre sonra ulemayı münâzaraya dâvet etti. Bunun üzerine İstanbul’daki meşhur âlimler grup grup ziyarete gelip sualler soruyorlar ve o hepsinin de cevapların­ı sahîh olarak veriyordu. Bundan maksadı, Şarkî Anadolu’daki ilim ve irfan faaliyetin­e nazar-ı dikkati celb etmekti. Yoksa Molla Said, kat’iyen hodfuruşlu­ğu sevmezdi.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye