Varlığın kucağındaki; zamanın yoksul çocukları...
Dilimizdeki “varlık içinde yokluk çekmek” sözünü çok duymuşsunuz, manasını da bilirsiniz.
Bu ifadenin tüm zamanlara bir yansıması vardır elbette. Fakat bizim zamanımıza akisleri biraz daha garip ve müşkül görünüyor. Eskilerin cehl-i mürekkep dedikleri “farkındalığı zor” cehaletten öte bir yansıma bu.
Bazen maddi durumları ve imkânları gayet yerindeki ailelerden; çocuklarının “cips” dedikleri kurutulmuş patatesten veya “pommes”ten başka bir şey yemediklerini duyarsınız. Nadiren İtalyan markalı ketçabın yanında makarna… Veya dışarıya çıktıklarında Arjantin’den ithal edilmiş sığır etinden mamul“mcd”markalı hamburger… Anne-baba’nın evdeki hazırlıkları, endişeleri, çocuk beslenmesi üzerine okudukları yazılar burada yardımcı olamaz. Buzdolabındaki“cola” ile çocuklar günlük yeme ve içme ihtiyaçlarını gidermiş olurlar. Beslenme ve sağlık uzmanlarına göre tam bir fecaat olan durumun, ailelerimizin yarısını ilgilendirdiğini düşündüğünüzde, varlık içindeki ailelerin yoksulca beslenen çocuklarının felaketini hissetmiş oluyorsunuz.
Bizim neslimiz veya öncekilerin eğitimlerindeki yoksulluğunun hikâyelerini çok duymuşsunuzdur. Her gün saatlerce yaya yürünen okul yolları, defter-kalemsiz dersler, ilk mekteplerde aynı odada beş sınıfın tek öğretmenle tedrisi, okuma açlığına yakalanmış bu berrak zihinli çocukların, okuyacakları bir kitap veya gazete parçasından mahrumiyetleri… İstibdattan kurtulmuş hürriyetperverlerin demokratik ortamlardaki hayat açlıklarından öte bir açlıkla başladığımız ortaokul, lise ve üniversite yılları… Ailemizden veya devletin verdiği krediden gelen üç kuruşunu kitaba vererek akşama kadar aç dolaşan nesle mensup olduğumuzdan; lüks kitap ve defterleri bir tarafa çoktan bırakmış, elektronik aletlerle oynaş içinde ve magazin bilgilerle, beyin midesinin geçici açlığını bastırmış ve cehalet içinde inim inim inleyen milyonlarca gencin hipnozlu halini gördükçe, zamanın çocuğunun düştüğü içler acısı durum, bizi derin bir hüzün ve eleme hapsediyor, çoğu kez.
Ya içinde yaşadığımız medeniyetin dev binaları; Avm’leri, muhteşem müesseseleri, fabrikaları, yolları ve modern spor kompleksleri önünde pejmürdece yürüyen insanımızın durumu. Bir asır geriden uzaktan uzağa zamanımıza bakan o insanlar, belki de gıpta edecekler. Fakat yaklaştıkça zamanımıza, fertlerimizin ne kadar fakir, muhtaç, problemli, dertli ve kimsesiz olduklarını görüp zamanlarına şükredecekler. Lüks mağazaların dopdolu vitrinlerinin, karınca yuvası gibi işleyen alış-veriş merkezlerinin, günde binlerce uçakların inip-kalktıkları hava meydanlarının ve görkemli tüm yapıların, sokakta çaresizlik, yoksulluk, ihtiyaç ve dertlerle mustarip ferdi asla mutlu etmediğini gördükçe, tüm zamanların en varlıklı medeniyetinin zamanın çocuklarına yaptığı kötülüğü görüyor ve kaldırım taşlarında hayat mumları sönmek üzere kadın-erkeğin neşeli yıllarını düşünüyorsunuz. İster istemez, varlıklı 21. yy medeniyetinin çocuklarına yaptığı ihanetle inliyorsunuz.
Globalleşmenin boyutlarını, internete bağlı çobanlarımız da öğrenmeye başladılar. Biz üniversitede iken, akademik çalışma için intisap eden genç asistanları, idare bir