Her ses ve görüntü zihnimize yerleşir
Duyduğumuz, gördüğümüz, hissettiğimiz, kokladığımız, tattığımız, düşündüğümüz her söz, her görüntü, her mesele, her olay zihnimizde iz bırakır, hatta “hafıza” denen arşivimize yerleştirilip kodlanır.
Zamanla, o mesele veya onlara yakın mevzuların gündeme gelmesiyle bilgisayarın tuşuna, televizyonun düğmesine dokunulmuş gibi o filmler tekrar rüya ile ekrana gelir.
İşte, mizacın sapmasından, hayal gücünün fazlalığıyla, şahsın ruh /duygu yapısına göre bir terkip/bir tasvir yapılır. Gündüz veya daha evvel, hatta bir-iki sene önce aynı saatte başına gelen heyecan verici hadiseleri hayalen hatırlar, değiştirip tasvir eder, başka bir şekil verir...
(Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, s. 332, 333.)
“Fikrimiz neyse, zikrimiz de odur” misali, en çok neyi düşünür, ister ve yoğunlaşırsak onu veya benzeri rüyalar görürüz.
Rüyalarımız bazen aynen gördüğümüz gibi çıkar. Bazen bir ince perde altında çıkıyor. Bazen de kalınca bir perdeyle sarılıyor. Dolayısıyla tekdüze rüyalar görmeyiz. Rüya,
• Doğru (Rahmanî),
• Şeytani nefsani,
• Karmaşık olmak üzere üç kısma ayrılır.
Bir hadiste de rüya, “Allah’tan bir müjde, nefsin konuşması ve şeytanın korkutması” diye üç kısımda mütalâa edilir.
Diğer taraftan ses, görüntü, renk, desen ve olaylar Levh-i Mahfuz’un küçük örnekleri olan hava ve su moleküllerinde de mevcuttur. Saf, arı duru, ayna gibi kalbe sahip olanlar, rüya ile bu arşivlere girerler ve görürler. Zaman zaman, kalbimizin temizliği nispetinde bu İlâhî kütüphanelere rüyalarımızla gireriz.
Sıradan insanlar da, evliya gibi, gaybî ve istikbale ait bazı meseleleri doğru rüyada görebilirler. Çünkü “rüyayı sadıka” denen doğru rüya, uykuda velilik mertebesi gibidir. Zaten doğru rüya, “önsezinin fazla inkişafı/gelişmişi”dir.