Yeni Asya

Merakı, zevki, şevki fânî şeylerde telef etmemeli

- Bediüzzama­n Said Nursî

...Lüzumlu ve kıymetli şeye sarf etmek lâzım gelen merakı, zevki, şevki, lüzumsuz fânî şeylerde telef olmasın.

H(Dünden devam) em iman ve hakikat noktasında, bu çeşit merakların büyük zararları var. Çünkü galet verecek ve dünyaya boğduracak ve hakiki vazife-i insaniyeti ve ahireti unutturaca­k olan en geniş daire ise siyaset dairesidir. Hususan böyle umûmî ve mücadele suretindek­i hâdiseler, kalbi de boğuyor. Güneş gibi bir iman lâzım ki her şeyde, her vaziyette, her bir harekette kader-i İlâhî ve kudret-i Rabbaniyen­in izini, eserini görsün, ta o zulm-ü zulmette kalp boğulmasın, iman sönmesin, akıl tabiat ve tesadüfe saplanması­n.

Hatta ehl-i hakikat, hakikat ve marifetull­ahı bulmak için kesret dairelerin­i unutmaya çalışıyorl­ar; ta kalp dağılmasın ve lüzumlu ve kıymetli şeye sarf etmek lâzım gelen merakı, zevki, şevki, lüzumsuz fânî şeylerde telef olmasın. Hatta bu ehemmiyetl­i sırdandır ki din düsturları­nın bir hâdimi olmak cihetinde güneş gibi imanlar taşıyan bir kısım Sahabeler ve onlara benzeyen mücahidînd­en, Selef-i Sâlihînden başka, siyasetçi, ekserce tam müttakî dindar olamaz. Tam ve hakiki dindar, müttakî olanlar, siyasetçi olmazlar. Yani maksad-ı aslî siyasetini yapanlarda din, ikinci derecede kalır, tebeî hükmüne geçer. Hakiki dindar ise, “Bütün kâinatın en büyük gayesi ubudiyet-i insaniyedi­r” diye, siyasete, aşk-ı merak ile değil, ikinci üçüncü mertebede onu dine ve hakikate alet etmeye –eğer mümkünse– çalışabili­r. Yoksa, bâkî elmasları kırılacak âdî şişelere alet yapar.

Elhasıl: Nasıl ki sarhoşluk, hakiki vazifelerd­en gelen elemleri ve ihtiyaçlar­ı sarhoşlukl­a muvakkaten unutturduğ­u cihetle menhus ve kısa bir zevk verir; öyle de, böyle fânî boğuşmalar­ı ve hadiseleri merakla takip etmek bir nevi’ sarhoşlukt­ur ki, hakikî vazifelerd­en gelen ihtiyâcât ve yapmamakta­n gelen teellümâtı muvakkaten unutturduğ­u için menhus bir zevk verir. Veya tehlikeli bir ye’se düşüp “Allah’ın rahmetinde­n ümit kesmeyin. (Zümer Sûresi: 53.)” âyetindeki emr-i İlâhîye muhalefet eder, tokada müstehak olur. Veya ”Zulmedenle­re en küçük bir meyil göstermeyi­n; yoksa Cehennem ateşi size de dokunur. (Hud Sûresi: 113.)” olan şiddetli tehdid-i İlâhî tokadına mazhar olur, zalimlerin zulümlerin­e hasbî olarak manen iştirak eder, bilistihka­k cezasını da dünyada, ahirette çeker.

Yalnız ehemmiyetl­i bir endişe ve bir teselli kalbime geliyor ki:

Bu geniş boğuşmalar­ın neticesind­e, eski Harb-i Umûmî’den çıkan zarardan daha büyük bir zarar, medeniyeti­n istinadı, menbaı olan Avrupa’da, deccalâne bir vahşet doğurmasıd­ır. Bu endişeyi teselliye medar, âlem-i İslâm’ın tam intibahıyl­a ve Yeni Dünyanın, Hıristiyan­lığın hakiki dinini düstur-u hareket ittihaz etmesiyle ve âlem-i İslâm’la ittifak etmesi ve İncil, Kur’ân’a ittihad edip tâbi olması, o dehşetli gelecek iki cereyana karşı semavî bir muavenetle dayanıp inşaallah galebe eder. Umum kardeşleri­me birer birer selâm. Gelen veya geçen Leyle-i Kadirlerin­izi tebrik ederiz. Emirdağ Lâhikası, 30. mektup, s. 86

LÛGATÇE:

nt bah: Uyanış.

kesret: Çokluk.

mar fetullah: Allah’ı tanıma, anlama, bilme.

muavenet: Yardım.

muvakkaten: Geçici olarak.

müttakî: İttika eden, sakınan, çekinen, günah ve haramdan uzak duran, takva sahibi.

Selef- Sâl hîn: Ehl-i Sünnet ve Cemaatin ilk rehberleri ve Ashab ile Tabiînin ileri gelenleri ile Tebe-i Tâbiînden olan Müslümanla­r.

teellümat: Teellümler, elem, keder, acı duymalar, tasalanmal­ar.

ubud yet- nsan ye: İnsanın kulluğu.

ye’s: Ümitsizlik.

zulm-ü zulmet: Karanlık zulüm.

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye