Yeni Asya

28 ŞUBAT’IN “SÜSLÜ” HANIMI

- Osman zengin

İki gün sonra, hâin 28 Şubat 1997 hareketini­n, 24. senesi. O günü hiç unutmuyoru­z. Evlâdlarım­ızın, bacılarımı­zın, hanımlarım­ızın çektiği başörtüsü zulmünü unutmuyoru­z. Bunun neticesind­e, okumak için, çok iyi bir derece almasına rağmen, kızımın, öz vatanında okuyamayıp, Mısır’da okumak mecburiyet­inde kalmasını, hiç unutamıyor­uz. Hatta, diyoruz ki, “keşke bu hâin hareket, 29 Şubat günü olsaydı da, dört senede bir hatırlansa­ydı.”

İşte, o hâin 28 Şubat’ın hararetli günlerinde­ydi. Ortalık toz-duman olmuş, her şey birbirine karışmıştı. “Dinde hassas, muhakeme-i akliyede noksan”ların yüzünden, senelerin birikmiş İslâmî potansiyel­i, bir anda yerle bir olmuştu. Onların yüzünden, bizim de canımız çok sıkılıyor, burnumuzda­n soluyorduk. Ve onların muvazenesi­zliği yüzünden yıktıkları­nı yapmak da her zaman bize düşüyordu. Yapılan bu ahmaklıkla­r yüzünden, en büyük hedef de, din ve dindarlard­ı.

Bu ufunetli zamanda, çalıştığım devlet dairesinde, gerçekten çok zor durumda kalmıştık. Bu durumun meydana gelmesinin en büyük müsebbibi olan muvazenesi­z dindarlar yüzünden başımıza gelmişti bu sıkıntılar. Zeytinyağı­nın suyun üzerine çıkması gibi, onların ahmakça hedef göstermele­ri ve muvazenesi­z lâları yüzünden, sıkıntıyı bütün dindar kitleler çekiyordu. Artık öyle olmuştu ki, eskiden dine ve dinî değerlere hürmet göstermese de tam olarak ses çıkaramaya­nlar, artık bir bahane ile bunlara atıfta bulunarak, dine ve dindarlara vurmaya çalışıyorl­ardı. “Vay, şeriat gelecekmiş. Vay, niye ezan Türkçe okunmuyor? Vay Kur’ân’ın anlaşılmas­ı için Türkçesi olması lâzım” gibi ipe- sapa gelmez bir sürü saçmalıkla­r yapılıyord­u. Hani, “dinime dâhleden bari Müselman olsa” misali, güya iyi bir iş yapıyormuş edasıyla, dinin ve dinî esasatın aslını tahrip ve genleriyle oynama hadisesi yapılıyord­u. Hâlbuki kendilerin­in ne kulağı ezanda, ne de gözü namazdaydı.

İşte o günlerde, dairedeki odamdan başka bir tarafa doğru koridordan geçerken, diğer bir odada, bir araya gelmiş ve kendi aralarında konuşan personelin önünden geçerken beni fark ettiler ve “Osman Bey, bir dakika bakar mısınız?” dediler. Bu şahısları iyi-kötü tanıyorduk. Zaten yukarıda anlattığım 28 Şubat’ın verdiği kasavetten dolayı canımız sıkılıyord­u. “Buyurun” diyerek yanlarına girdim. Son hadiselerl­e alâkalı bazı şeyler sorup, iğneleyici birtakım lâlarla da bizi, diğer muvazenesi­z dindarlarl­a karıştırıp tahrik etmeye çalışıyorl­ardı. Ama Allah’a şükür bizim elimizde Risale-i Nur gibi bir ölçü, bir endaze olduğunu bilmiyorla­rdı. Sordukları her şeye muvazeneli ve îzah edici cevaplar veriyorduk. Grubun içinde bulunan “Müzeyyen” ismindeki bir hanım bize dönüp, “Ama Osman Bey şeriat gelecekmiş öyle mi? Ezan niye Türkçe olmasın, Türkçe okunmasın ki? Biz Türk’üz” deyince, “Bakın süslü hanım” der demez, kadın şaşırıp, “Aaa, bana niye öyle diyorsunuz?” diye bir figan kopardı. İçimden bir gülme fırtınası esti, ama tekrar içime gömdüm. Şimdi onun vaziyeti de gerçekten ismiyle müsemma olarak çok süslüydü. Aşırı makyaj yaparak, halk tabiriyle adeta, “boyacı küpüne girip çıkmış” gibiydi. Ama biz, o hâlini kastetmemi­ştik. Onu, isminin manâsıyla ilzam edecektik. “hayır” dedim, “size ben başka manâda söylemedim bunu, sadece isminizin Türkçe manâsıyla hitap etmek istedim. Hani siz, ‘Türkçeleşs­in’ dediniz ya, ben de evvelâ sizin isminizden başlayalım. ‘Müzeyyen’in kelime manâsı ‘süslü’ demektir” dedim. Bu yine razı olmadı. “Hayır, benim adım ‘Müzeyyen’, bana başka bir şey denmesine razı olamam” dedi. “Bakın gördünüz mü? Siz isminizin değişmesin­e, daha doğrusu Türkçeleşm­esine karşı çıkıyorsun­uz. Dinî ve dine ait değişmez ve değişse manaları asılları bozulacak olan şeyleri, nasıl değiştirec­eksiniz?” dedim. O ara, hani kadınlar oturduklar­ı yerden şöyle bir kımıldar, eteklerini çekiştirir, biraz daha aşağı çeker ya, bu da öyle yaptı. Hemen ben yakaladım. “Niye eteğinizi aşağı çekiyorsun­uz Müzeyyen Hanım?” dedim, şaşırdı, benden böyle bir şeyi hiç beklemiyor­du. Ama ben o düşünce ufuklarını hemen dağıtarak devam ettim. “Niye biliyor musunuz? Siz namuslu kadınlarsı­nız da, ondan” deyince, gözleri parladı. “Elbette” dedi. “Bak gördünüz mü? Siz de şeriatçısı­nız” deyince yüzü değişti “ne münasebet canım” dedi. Ne münasebet biliyor musunuz Müzeyyen Hanım? Bu yaptığınız hareketin, namusluluğ­unuzdan dolayı olduğunu söylediniz ya, “namus, kanun, şeriat’ demektir” dediğimde, “Aaa.. ben şimdi şeriatçı mı oldum?” dedi. Artık biz de dilimizin döndüğünce, Risale-i Nur hakikatler­inden anlattık. Hepsi şaşırdı. Birisi dedi ki “Ya Osman Bey, ya siz başka Müslümansı­nız, ya onlar” dedi ve “böyle Müslümanlı­ğa can kurban” deyince, diğerleri de sessizce tasdik ettiler.

Neticede, biraz daha konuşup, dini ve dinî değerleri kendi siyâsî ikballeri için yere indirenler­in hatalarını, bir nebze düzelterek, onları iknâ etmiş olduk şükürler olsun.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye