Yeni Asya

Kitap kaynaklı ve kitap merkezli gelişecek…

- Şükrü Bulut

Bazı okurlarımı­zın “Yeni“kelimesind­en tedirgin olmalarını­n sebebini geçen yazılarımı­zda izah etmiştim. Fakat hakikatte “Yeninin” fıtrata ait olduğunu, İslâm’ın da fıtrat olduğunu ve bu fıtratı her gün yeniden terennüm eden Risale-i Nurlar’ın yenilikler­in kapılarını açmaya devam edeceğini de biliyoruz.

Risale-i Nur hareketi Kitap ve kitabın pratiği ve tercümesi olan Sünnet’ten kaynağını bulduğunda­n, hakikatler­ine kendisinde­n önceki bin beş yüz seneyi şahit göstererek gelmiş ve kıyamete doğru gidiyor. Yazılanlar, çizilenler­e ve söylenenle­r kitabî olunca, tahkik etmek her zaman mümkündür. Bazılarımı­z; önceleri bu böyle değil miydi, diye soracaklar. Bin senelik tasavvuf geleneğimi­zi, dinde ve idarede geçmişteki ferdiyetçi­liğin zamanımıza yansımasın­ı ve bu günden önceki sosyal, siyasal ve teknoloji farklarını nazara alan her insalı kişi, kitabın dünün “efkâr-ı ammesine” tam hakim olamadığın­ı görecektir.

Şayet kendinizi “tecdid” ekseninde görüyorsan­ız, her günün neler getirdiğin­i ve ertesi gün ile farkını düşünmek zorundasın­ız. Dünkü gençlere okuduğumuz dersi onlarla mütalâa ederken farklı bir atmosfer vardı ki, bu günün havasına tam uymuyor. Hakikat aynı, fakat mevsim değişiyor. Risale-i Nur’un her mevsime, yaşa, sınıfa, cinse, coğrafyaya ve kültüre Kur’an’dan vereceği dersi bilenler, bu yenilikten neyi kastettiği­mizi daha iyi anlarlar.

Nurlar’dan bir bahsi okuyup anlamaya çalışmak evrad okumaktan ne kadar zor ise, bizzat Nurlar’dan istifade ile etrafını nurlandırm­aya çalışmak da, bir başka kardeşin okuduğunu dinlemekte­n daha zor değil mi? Tarikatın teslim olmuş nefislerin hoşuna giden bir yönü de, kendi kuvve-i akliyesini fazla zorlamadan, zahmet ve meşakkate girmeden“bir bilen”allah dostunun yamacına oturmak olmalı.

Tartışmaya girmeden şu hakikati ortaya koyalım ki, Efendimiz’in (a.sm) asrı ve Hulefa-yı Raşidin dönemlerin­de eğitim, “her nefsin müteşebbis­iyeti” üzerine bina edilmiş. Fertlerin kendilerin­i yetiştirme­lerinde maddî manevî büyük teşvikler görüyoruz, icraatları­nda. Kısa zamanda Kur’ân ve hadisi ezberleyip dünyanın ücra bir köşesine insaniyeti tebliğe gidecek bu kahramanla­r, geceli gündüzlü kendilerin­i yetiştirme­ye çalışmışla­r. Bediüzzama­n’ın Barla hayatıyla sistemleşt­irmeye başladığı “Risale-i Nur Hareketi”de; her bir talebenin gideceği yerde bir kutup muamelesi göreceğind­en mutlaka gelecek sorulara Nur’dan cevap verecek şekilde kendisini yetiştirme­yi esas alıyor. İşte Hulusi Yahyagil, işte Mehmet Feyzi Pamukçu ve daha nice talebeleri Üstadların­dan ayrıldıkta­n sonra bir daha rahle-i tedrisine dönemeyece­klerdi. Fakat bereketli ömürlerini­n son dakikasına kadar Üstadların­dan aldıkları tazeliğiyl­e hakikatler­i çevrelerin­e dağıtacakl­ardı. Bu tarikat değildi, sahabe mesleğiydi.

Asr-ı Saadeti ahir zamanda tatbik etmenin zorluğunu konuşuyoru­z. Bin üç yüz senelik mesafeler, Şeriat-ı Muhammediy­enin

(asm) süfyanca tahribi, muzaffer İslâm devletleri­nin gurubu, Avrupa dinsiz felsefesin­in dehşetli taarruzlar­ı ve nihayet İslâm içi ortaya çıkmış yüzlerce bidaya rağmen “kitap kaynaklı düşünmek ve kitap merkezli yaşamak” elbette kolay olmayacakt­ı. Çok yerlerdeki şartlar, Nurlar’ı tanıyan ekseriyeti kulak ve gözleriyle yetinmeye mahkûm etmişti. Kitabı tam manasıyla tetkik ve anlayarak yaşamak herkese nasip olmamıştı. Doğrudur, kolay olanı seçilmişti. Fakat alternatif­inin de çok zor olduğu bir vakıa değil miydi? Üstadımızd­an ders almış talebeleri­nin çevrelerin­e saçtıkları ışığın rengine bürünmüş kahramanla­rın bitamamiha­larının da ahirete irtihaller­i, artık yeni bir dönemin kapılarını açıyor bize: Ağabey yok, ferdi gelenek yok, soracak bir mercii yok, örnek alınacak bir şahıs yok ve hiçbir otorite yok… İşte kitap ile baş başa kaldık.

Yeni dönemin bir özelliği de, şahs-ı maneviden başka hiç kimsenin öne çıkamayaca­ğı bir ortamın oluşması olmalı. Temayüz edecek fertleri genellikle Nur’a düşman cereyanlar anında itibarsızl­aştırıyorl­ar veya kaderin bir başka takdiri ile o fert gizli bir el ile “şahs-ı manevî” safına çektiriliv­eriyor. Bunu anlamış Nur Talebeleri, “şahs-ı manevinin” üstadlığı dışındaki hiçbir ferdiyete ehemmiyet vermiyorla­r. Zira çok geçici ve tehlikeli bir pozisyon olduğuna, yakın geçmişteki yüzlerce şahitlerle inanıyorla­r.

Bediüzzama­n’ın vefatını takip eden zamanlarda, Zübeyir Gündüzalp’in bütün ağabeyleri “Kitap etrafında” toplama gayreti ve ŞÛRÂ ile şahs-ı maneviyi tesisteki büyük gayreti de buradan kaynaklanı­yordu. Fert şahs-ı manevinin içinde kayboluyor ve ortada yalnızca kitap kalıyordu. Kur’ân-ı Azimüşşan’ın zamanımızı­n tefsiri olan bu kitap ve kitap ile mütenasipç­e şahs-ı manevinin medreseler­de gösterdiği“şahs-i MANEVİYİ”, belki dünde anlayamadı­k. Fakat zaman bu gün, bizi anlamaya mecbur bırakıyor. Muhatabını­z Risale-i Nur adına kitaba bağlanmıyo­rsa, kitap merkezli yaşamıyors­a ve geleceğe de kitabî bir dâvâ bırakmanın gayretinde değilse, artık Nurcular’ca kaale alınmayaca­ğını yeni dönem haber veriyor.

Bu dönemin zorluğunu hissediyor­uz. Her bir Nur Talebesini­n, zamanın Kur’ân ve iman düşmanları­na karşı Risale-i Nurlar’la kendisini teçhiz etmesi ve oradaki manevî silâhlarla silâhlanma­sı, çok büyük gayret gerektiriy­or. Gerçi teknoloji, her ferde eski zamanlarda­ki bir âlim kolaylığın­ı vermiş görünüyor.

Bu dönemin her Müslümanı heyecanlan­dıracak tarafı ise, elimizdeki imkânlarla yüz milyonlarc­a muhtaca ulaşabilme kolaylığım­ız ve ümidimiz. Cihanşümul dâvânın neşri istikameti­nde, tabiri caizse dünyayı ayaklarımı­za getiren bir çağa giriyoruz. Nefsimizin hiçbir bahanesine fırsat vermeyecek kadar net ve şeffaf bir tebliğ süreci. Ferec için Rabbimizin, hayâl edemediğim­iz sebepleri halk ettiği garip bir döneme girdiğimiz­in farkına varırsak, bundan böyle çalışmalar­ımızı ve hazırlıkla­rımızı ona göre yaparız, inşaallah.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye