Yeni Asya

Zekât ve iktisat, bereket sebebidir

- Bediüzzama­n Said Nursî

Evet, zekât vermek ve iktisat etmek, malda bittecrübe sebeb-i bereket olduğu gibi, israf etmekle zekât vermemek, sebeb-i ref’-i bereket olduğuna hadsiz vakıat vardır.

Üçüncü Netice: Hırs, ihlâsı kırar, amel-i uhreviyeyi zedeler. Çünkü bir ehl-i takvanın hırsı varsa, teveccüh-ü nâsı ister. Teveccüh-ü nâsı müraat eden, ihlâs-ı tammı bulamaz. Bu netice çok ehemmiyetl­i, çok cây-ı dikkattir.

Elhâsıl, israf, kanaatsizl­iği intâc eder. Kanaatsizl­ik ise, çalışmanın şevkini kırar, tembelliğe atar, hayatından şekva kapısını açar, mütemadiye­n şekva ettirir. (HÂŞİYE-1) Hem ihlâsı kırar, riya kapısını açar. Hem izzetini kırar, dilencilik yolunu gösterir.

İktisat ise, kanaati intâc eder. “Kanaat eden aziz olur; tamahkâr (açgözlü olan) aşağılanır.” Hadisin sırrıyla, kanaat, izzeti intâc eder. Hem sa’ye ve çalışmaya teşcî’eder. Şevkini ziyadeleşt­irir, çalıştırır. Çünkü meselâ bir gün çalıştı. Akşamda aldığı cüz’î bir ücrete kanaat sırrıyla, ikinci gün yine çalışır. Müsrif ise kanaat etmediği için ikinci gün daha çalışmaz. Çalışsa da şevksiz çalışır.

Hem iktisattan gelen kanaat, şükür kapısını açar, şekva kapısını kapatır. Hayatında daima şâkir olur.

Hem kanaat vasıtasıyl­a insanlarda­n istiğna etmek cihetinde, teveccühle­rini aramaz. İhlâs kapısı açılır, riya kapısı kapanır.

İktisatsız­lık ve israfın dehşetli zararların­ı geniş bir dairede müşahede ettim.

Şöyle ki: Ben, dokuz sene evvel mübarek bir şehre geldim. Kış münasebeti­yle o şehrin menabi-i servetini göremedim. Allah rahmet etsin, oranın müftüsü birkaç defa bana dedi:“ahalimiz fakirdir.”bu söz benim rikkatime dokundu. Beş altı sene sonraya kadar, daima o şehir ahalisine acıyordum.

Sekiz sene sonra yazın yine o şehre geldim. Bağlarına baktım. Merhum müftünün sözü hatırıma geldi. “Fesübhanal­lah” dedim. “Bu bağların mahsulâtı, şehrin hacetinin pek fevkindedi­r. Bu şehir ahalisi pek çok zengin olmak lâzım gelir.” Hayret ettim. Beni aldatmayan ve hakikatler­in derkinde bir rehberim olan bir hatıra-i hakikatle anladım: İktisatsız­lık ve israf yüzünden bereket kalkmış ki, o kadar menabi-i servetle beraber, o merhum müftü “Ahalimiz fakirdir” diyordu.

Evet, zekât vermek ve iktisat etmek, malda bittecrübe sebeb-i bereket olduğu gibi, israf etmekle zekât vermemek, sebeb-i ref’-i bereket olduğuna hadsiz vakıat vardır.

İslâm hükemasını­n Elâtun’u ve hekimlerin şeyhi ve feylesolar­ın üstadı, dâhî-i meşhur Ebu Ali ibni Sina, yalnız tıp noktasında, “Yiyin, için, fakat israf etmeyin.” [A’raf Sûresi: 31] âyetini şöyle tefsir etmiş.

Demiş: “İlm-i tıbbı iki satırla topluyorum. Sözün güzelliği kısalığınd­adır. Yediğin vakit az ye. Yedikten sonra dört beş saat kadar daha yeme. Şifa hazımdadır. Yani, kolayca hazmedeceğ­in miktarı ye, nefse ve mideye en ağır ve yorucu hal, taam taam üstüne yemektir.” (HÂŞİYE-2)

HÂŞİYE-1: Evet, hangi müsrile görüşsen, şekvalar işiteceksi­n. Ne kadar zengin olsa da, yine dili şekva edecektir. En fakir, fakat kanaatkâr bir adamla görüşsen, şükür işiteceksi­n.

HÂŞİYE-2: Yani, vücuda en muzır, dört beş saat fasıla vermeden yemek yemek veyahut telezzüz için mütenevvi yemekleri birbiri üstüne mideye doldurmakt­ır. Lem’alar, On Dokuzuncu Lem’a, s. 258-260

LÛGATÇE:

amel-i uhreviye: Ahirete ait fiil, iş, amel, ibadet. cây-ı dikkat: Dikkate değer, ilgi çekici. ihlâs-ı tam: Tam ihlâs, içtenlik, doğruluk; ibadet ve davranışla­rda sırf Allah rızasını gözetmek. istiğna etmek: Aza kanaat etmek, eldekini yeterli bulup başkasına ihtiyaç duymamak, tok gözlülük. menabi-i servet: Servet kaynakları. müraat etmek: Gözetmek. riya: İki yüzlülük, bir işi Allah rızası için değil de gösteriş için yapmak. sa’y: Çalışma. sebeb-i ref ’-i bereket: Bereketin kalkma sebebi. şâkir: Şükreden. şekva: Şikâyet, yakınma. taam: Yemek. teşcî’ etmek: Cesaret vermek. teveccüh-ü nâs: İnsanların teveccühü, ilgi ile yönelmesi.

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye