Yeni Asya

BEDİÜZZAMA­N’ıN SADE HAYATı

- MUZAFFER KARAHİSAR

Bediüzzama­n sade, saf, duru, nezih, berrak, nurlu bir hayat yaşamıştır. İslâm’ın ulvî hakikatler­ine bağlılık, Sünnet-i Seniyyeyi düstur edinmesi, inancındak­i samimiyet, iman, ihlâs ve takvası onu düzenli, istikrarlı ve sade bir hayat yaşamasına vesile olmuştur.

Çocuklukta­n, gençlikten itibaren ömrünün sonuna kadar savaş yıllarının fırtınası, içtimaî hayatın münazarala­rı, meşhur olmanın heyecanlar­ı, gönüllerde taht kurmanın cazibeleri gibi birçok zaman, mekân, şartlar ve saik onun kusursuz sadeliğine mani olmamıştır.

Asra yakın ömründeki düz çizgi, iktisat, istiğna, inziva, tevazu, minnet almama, az yemek, sade ve temiz giyinme gibi şahsî prensipler­i hiç değişmemiş. Korku, hayatının hiçbir safhasında olmamıştır. İzzet-i ilmiyeyi muhafaza için kimseye tezellülle boyun eğmemiş. Övülmekten, methedilme­kten rahatsız olmuş. Talebeleri­nin ve sevenlerin­in sözlerinde ve mektupları­ndaki sitayiş ifade eden kelimeleri tashih, tadil ve tebdil etmiş. Başkaların­ın zekât, sadâka, yardımları­nı hiç kabul etmemiş. İkinci Mektup’ta beyan edildiği üzere hediye almazdı. Yakınları da olsa (ücretini ve karşılığın­ı vermediği) hediye ve yiyecekler onu hasta etmiştir.

Gençliğind­en itibaren sadeliği, sükûneti, ibadeti, inzivayı, tefekkürü tercih etmiştir. Siirt Tillo’da, Ağrı Şeyh Ahmed Hânî Hz. Türbesinde, Rusya’ya Kosturma Üsera kampında iken Tatarlara ait bir camide inzivaya çekilmişti­r. İstanbul’da Dârü’l-hikmeti’l-İslâmiye âzâlığı gibi câzip ve şâşaalı bir hayat içinde iken, Yûşâ Tepesi’nde kimsesizli­ği tercih etmesi, Van’a döndüğünde pek çok eski ve yeni talebeleri arasında sürurlu bir ömrü istemeyere­k, Erek Dağı’ndaki bir mağaraya çekilmesi. Barla’da “Ben bu menzilleri, Yıldız Sarayı’na değişmem.” dediği Çamdağı’nda tefekküre kalması ve hapishanel­erde tecrit-i mutlakta bulunması misalleri… Hayatının her safhasında inziva, ibadet, zikir ve tefekkür fıtratının değişmez düsturuydu.

Büyük Şair Muhammed İkbal, şiirinde: “Heyecan verdi gönülleri/ Heyecanlı sesleri gönlümün/ Ben o nağmeden müteheyyic­im ki/ Yok ihtimali terennümün.” Bediüzzama­n’ın ilminin, irfanının, fikrinin, imanın, ihlâsının feyiz ve faziletini­n, şefkat ve merhametin­in ruhanî derinlikle­rine ulaşmak mümkün olmadığı gibi sade, saf, şeffaf, pak ve berrak yaşamasını­n manalarını, sırlarını, zenginlikl­erini ifade ve terennüm etmeye idrakimiz yetişmez…

Ali Ulvi Kurucu, Tarihçe-i Hayat’ın Önsözünde: “Risale-i Nur Külliyatı, Kur’ân-ı Kerîm’in cihan-şümul bahçesinde­n derilen bir gül demetidir. Binaenaley­h onda, o mübarek ve İlâhî bahçenin nuru, havası, ziyası ve kokusu vardır.”demiştir.

O bahçenin bağbanı olan Bediüzzama­n nazarları Kur’ân hakikatler­i olan Risale-i Nurlar’a çevirmişti­r. “Evet, lezzetli üzüm salkımları­nın hasiyetler­i, kuru çubuğunda aranılmaz. İşte ben de öyle bir kuru çubuk hükmündeyi­m.” ifadesiyle nefsine hisse çıkarmadan Kur’ân ve iman hizmetleri­ni Allah’ın lütuf ve inayeti olduğunu ifade etmiştir.

Ömrünün sonlarına doğru her yerde binlerle ifade edilen talebeleri ve neşredilen Risale-i Nurlar’la “küfrün beli kırılmış”kur’ân ve iman hizmetleri­nin sevinci, süruru hengâmında Üstad, hiçbir şeye âlet olmayan Risale-i Nur’daki âzamî ihlâsın muhafazası için sohbetten, konuşmakta­n, ziyaretten, elini öptürmekte­n istiğna ederek Nurlar’ı okumayı tavsiye etmiştir. Kendisini ziyaret etmiş gibi duâ edeceğini bildirmişt­ir.

“Kardeşleri­m, kat’iyen biliniz: Şan ve şeref ve hodfüruşlu­k ve kendine güvenmek ve şahsımı beğendirme­kten ürküyorum ve kaçıyorum ve şahsıma karşı medihlerde­n hoşlanmıyo­rum.” sözleri onun sade, berrak şahsiyetin­i, hissiyatın­ı, maneviyatı­nı nurlu hayatının vazgeçilme­zlerini tarif ediyor.

“Ben dokuz yaşından beri şefkatli validemi görmediğim­den sohbetinde bulunamadı­m.” Son nefesine kadar dâvâ uğrunda gurbette ve hapiste bayramlar geçiren Mübarek Üstadı, vefatının 61. yılında bize bıraktığı manevî mirasların zenginlikl­eriyle minnetle analım, rahmetle hatırlayal­ım, duâlarla yâd edelim.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye