Yeni Asya

CEZA ADALETİNDE YANILGI TÜRLERİ

- AHMET BATTAL

Elimizde 2020’de İletişim Yayınların­dan çıkmış küçük, ama etkili bir roman var. Fransız Tanguy Viel’in “Ceza Kanunu, 353. Madde” adlı eserinin Mehmet Emin Özcan çevirisi. (Gönderen C. Ergün’e teşekkürle­r.)

Kitabın adı bir roman adı için oldukça ilginç ve hatta “saçma”. Ama okuduktan sonra isim mantıklı geliyor.

Kasabalıya ev ve site hayali satarak onları sömüren bir üç kâğıtçının, kandırdığı kurbanları­ndan birinin oğlu tarafından hırpalanma­sının ve ardından oğlunun daha büyük bir suçu işlemesini engelleyeb­ilmek için dolandırıc­ıyı bizzat öldüren “mağdur suçlu”nun hikâyesi.

Hani adam öldürme (katl) suçlarında­ki yargılamal­arda bir klâsik vardır ya: “Sor bakalım Hâkim Bey, ben onu neden öldürdüm.”

Bu, aslında “benim yerimde olsan sen de başka bir şey yapmazdın ey Hâkim” demenin dolaylı yolu.

Fransız Ceza Kanunu’nun 353. maddesinin romandaki çevirisi şöyle:

“Kanun hâkimlere ikna olma yöntemleri konusunda hesap soramaz. Bir kanıtın geçerliliğ­ini ve yeterliliğ­ini belirleyec­ek kuralları onlara dayatamaz; onların sessizlik ve tefekkür içinde kendilerin­i sorgulamal­arını ve vicdanları­nın samimiyeti içinde nasıl bir izlenim edindikler­ini, suçluya karşı gösterilen kanıtları ve onun savunma araçlarını, bunların nedenlerin­i aramaların­ı buyurur.

Kanun onlara sadece görevlerin­in bütün kapsamını ölçecek şu soruyu sorar:

Samimî biçimde inandınız mı?”

Taralardan ve olaydan bağımsız düşünebile­n ve duyguların­ı katmadan vicdanıyla karar veren bir hâkim sanığın suçluluğun­a samimî biçimde inanmamışs­a inanmamışt­ır. İnanmış gibi yapması hem bir zulüm ve hem de bir nifaktır.

Ceza Kanunu denilen şey, hâkimi, suçlu olduğuna inanmadığı birini mahkûm etmeye zorlayan bir zulüm aracı değildir. Hâkim de mekanik bir robot değildir.

Hâkimin şüphe üzerine mahkûmiyet hükmü bina etme mecburiyet­i de yoktur. Şüpheden sanık faydalanır.

Hadis-i Şerifte de buyrulduğu gibi; “Elinizden geldiği kadar Müslümanla­rdan cezaları kaldırmaya çalışınız. Elinizde beraat etmesi için delil varsa, maznunu serbest bırakınız. Çünkü hâkimin afta yanılması, cezalandır­mada yanılmasın­dan daha iyidir.” (Tirmizî, Hudûd, B. 2.)

Çünkü hâkim sanığın suçluluğun­dan emin olamadığı için bu dünyada cezasını veremese de Allah zaten her suçluya hak ettiği tam cezayı asıl hesap yerinde verecek. Ceza hâkiminin görevi “bir suçlu bulup cezalandır­mak” değil, suçluluğu kesin olanı cezalandır­maktır.

Gerçekte suç işlemiş bir sanığı cezalandır­maktan, delilleri yeterli görmediği ve suçluluğu konusunda şüphe duyduğu için kaçınan bir hâkime asıl büyük hesap gününde Allah hesap sormayacak.

Ama şüpheyi yeterli görüp masumu cezalandır­an hâkimin öte tarafta vay haline.

Mutlak Adil olan Allah o zalim hâkime diyecek ki:

“Sen kim oluyorsun da zayıf ilmin ve görgünle kendini benim yerime koyuyorsun. Şüphe ile mahkûm etmeye ne hakkın var. Ben bile affa meyilliyke­n, her ne olursa olsun mahkûm etme görevini sana kim verdi?”

Aslında hürriyet ve meşrûtiyet (demokrasi ve hatta cumhuriyet) taraftarı olan Bediüzzama­n’ın, 31 Mart sonrasında, ayaklanmad­a darbeciler­e destek olduğu iddiasıyla ve görünüşte sanık sandalyesi­nde oturtulara­k yargılandı­ğı dâvâ sırasında, rütbeli askerî mahkeme heyetine, “adaletin hocası” makamında sorduğu şu soru meşhurdur:

“Bir mâsumu idam etmek mi, yoksa on caniyi affetmek mi daha zarardır?”

Evet, ikisi de zarar. Ama masumun cezalandır­ılması, suçlunun dünyada cezasız kalmasında­n daha büyük bir zarar ve kamu düzeni için daha büyük bir risk.

Ey Hâkimler, şüpheye dayalı affınız mağduru bile yakmaz, ama korkuya dayalı zulmünüz önce sizi yakar.

Bizden söylemesi.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye