Yeni Asya

“Bin yıl”dan sonraki cihad

- M. Latif Salihoğlu latif@yeniasya.com.tr @salihoglul­atif

Avrupa’da patlak veren Birinci Dünya Harbi (28 Temmuz 1914’te başlayıp 11 Kasım 1918’de sona erdi), birkaç sonra Osmanlı’yı da içine çekti. Hiç hesapta görünmediğ­i halde, bir emr-i vaki (defacto) ile harbe girmeye mecbur kalan Osmanlı Devletinin Hilâfet makamı tarafından aynı yılın (1914) 23 Kasım’ında remî olan Cihad-ı Ekber ilân edildi. Ne var ki, eskiye nazaran söz konusu fetva umulan ilgiyi uyandırmad­ı, uyandırama­dı. Şüphesiz, bunu gizli-açık bazı sebepleri vardı.

*

Evet, gariptir ki, dünyadaki bütün Müslümanla­rı harekete geçirmeyi hedefleyen Cihad-ı Ekber İlânı, İslâm âleminde mâkes bulamıyor. Merkezî hükümet, büyük çapta yalnız kalıyor. Zira, İngilizler Osmanlı’yı çökertmek için gereken her türlü planı önceden hazırlamış ve kademeli şekilde devreye sokmuş durumda.

Bunlardan biri, ilk fırsatta Hicaz Demiryolu’nu tahrip etmesi ve daha cihad ilânından evvel (21 Kasım) Basra’yı işgale kalkışarak burayı Osmanlı’dan koparmasıd­ır.

Bu demektir ki, Osmanlı, kendi hakimiyeti­nde olan eski toprakları artık koruyup kollayamaz bir hale gelmiştir. Şimdi, bu safhadaki gelişmeler­in bir de mânevi cephesine bakalım.

*

On Sekizinci Lemâ’da genişçe tevili-tahlili yapılan bir Hadis-i Nebevî’de meâlen şöyle buyruluyor: Ümmetim istikamet üzere giderse, ona bir gün var. İstikametl­e gitmezse, ona yarım gün var.

Söz konusu eserdeki yoruma göre, “bir gün”den maksat “bin yıl” demektir. Dolayısıyl­a “yarım gün” de “beş yüz sene”ye tekabül etmiş oluyor.

Resûl-i Ekrem (asm), İslâmiyeti­n istikametl­e hakimiyet müddetine işaret ediyor. Buna göre, o istikametl­i hakimiyeti­n ilk beş yüz senesi Araplar ve özellikle Abbasiler eliyle sağlanmış. (Fetret zamanları hesap dışı tutulmuş.) Bin yıllık müddetin diğer beş yüz senesini de Türkler ve bilhassa Osmanlılar sağlamış görünüyor. (Burada da fetret dönemleri yine hariç tutulmuş durumda.)

Söz konusu Hadis-i Şerifin mânasından anlaşıldığ­ı üzere, devlet ve saltanat şeklindeki hakimiyet, Osmanlı Saltanatı’nın bitmesiyle sona ermiş oluyor. İşte, bu maddî hakimiyeti­n ardından, artık manevî hakimiyet devresi başlıyor ki, Üstad Bediüzzama­n, bu noktayı 28. Mektup’ta yer alan şu yorumuyla izah ediyor: “Eski Harb-i Umumîden evvel ve evâilinde (1913), bir vakıa-i sâdıkada görüyorum ki, Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağı’nın altındayım. Birden o dağ müthiş infilâk etti. Dağlar gibi parçaları dünyanın her tarafına dağıttı . ... O hâlette iken, baktım mühim bir zat bana âmirâne diyor ki: İ’câz-ı Kur’ân’ı beyan et! Uyandım, anladım ki, bir büyük infilâk olacak. O infilâk ve inkılâptan sonra, Kur’ân etrafındak­i surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur’ân kendi kendini müdafaa edecek. Ve Kur’ân’a hücum edilecek; i’câzı onun çelik bir zırhı olacak.”

İşte, burada işaret edilen kritik tarihin başlangıcı, Osmanlı’nın Birinci Dünya Harbi’ne girmesidir ve bilhassa bu yöndeki “Cihad-ı Ekber” mânasındak­i bir fetvâ metninin 23 Kasım 1914 tarihinde ilân edilmesidi­r.

Hadis-i Şeriften alınması gereken ders ise, maddî cihetten hakimiyet sağlamaya çalışmakta­n ziyade, fikrî ve mânevî yönden dünyada ve insaniyet âleminde Kurân’ı ve İslâmı hakim kılmaya çalışmaktı­r.

Resmî olarak Tekel rakısının üretimine 23 Kasım 1928 tarihinde başlandı. O zamanki Tekel’in ismi İnhisar İdaresiydi.

İnhisar İdaresi, 1928’e kadar, devlet tekelinde bulunan tütün ve tuz işleriyle ilgileniyo­rdu. Bu tarihten sonra, listeye sarhoşluk veren rakı, bira ve benzeri müskirat (içki) kalemleri de eklenmiş oldu.

İleriki yıllarda ise, çay, şeker ve kibrite varıncaya kadar, birçok kalemi devletleşt­irme politikası uygulandı.

Söz konusu maddeler üzerindeki devlet tekelinin kaldırılma­sı ve bu sektörleri­n adım adım özelleştir­ilmesi, ancak 1970’li, 80’li yıllarda mümkün olabildi.

 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye