İNSANA VERILEN ŞU HASSAS A’ZÂ VE ÂLÂT NE IÇINDIR?
Ey sersem nefsim ve ey pürheves arkadaşım! Âyâ zannediyor musunuz ki, vazife-i hayatınız yalnız terbiye-i medeniye ile güzelce muhafaza-i nefis etmek, ayıp olmasın, batın ve fercin hizmetine mi münhasırdır? Yahut zannediyor musunuz ki, hayatınızın makinesinde dercedilen şu nazik letaif ve maneviyat ve şu hassas a’zâ ve âlât ve şu muntazam cevârih ve cihazat ve şu mütecessis havas ve hissiyatın gaye-i yegânesi, şu hayat-ı fâniyede, nefs-i rezilenin, hevesat-ı süliyenin tatmini için istimaline mi münhasırdır? Hâşâ ve kellâ!
Belki vücudunuzda şunların yaratılması ve fıtratınızda bunların gaye-i idhali, iki esastır:
Biri: Cenab-ı Mün’im-i Hakikî’nin bütün nimetlerinin her bir çeşitlerini size ihsas ettirip şükrettirmekten ibarettir. Siz de hissedip şükür ve ibadetini etmelisiniz.
İkincisi: Âleme tecellî eden esma-i kudsiye-i İlâhiyenin bütün tecelliyatının aksamını, birer birer size o cihazat vasıtasıyla bildirip, tattırmaktır. Siz dahi, tatmakla tanıyarak iman getirmelisiniz.
İşte bu iki esas üzerine, kemâlâtı insaniye neşv ü nemâ bulur, bununla insan insan olur.
İnsaniyetin cihazatı, hayvan gibi hayat-ı dünyeviyeyi kazanmak için verilmemiş olduğuna, şu temsil sırrıyla bak:
Meselâ, bir zat, bir hizmetçisine yirmi altın verdi. Tâ mahsus bir kumaştan, kendisine bir kat libas alsın. O hizmetçi gitti, o kumaşın a’lâsından mükemmel bir libas aldı, giydi. Sonra gördü ki, o zat, diğer bir hizmetkârına bin altın verip, bir kâğıt içinde bazı şeyler yazılı olarak, onun cebine koydu; ticarete gönderdi.
Şimdi her aklı başında olan bilir ki, o sermaye, bir kat libas almak için değil. Çünkü evvelki hizmetkâr, yirmi altınla en a’lâ kumaştan bir kat libas almış olduğundan; elbette bu bin altın, bir kat libasa sarf edilmez. Şayet bu ikinci hizmetkâr, cebine konulan kâğıdı okumayıp, belki evvelki hizmetçiye bakıp, bütün parayı bir dükkâncıya, bir kat libas için verip hem o kumaşın en çürüğünden ve arkadaşının libasından elli derece aşağı bir libas alsa, elbette o hâdim, nihayet derecede ahmaklık etmiş olacağı için şiddetle tâzib ve hiddetle te’dib edilecektir.
Ey nefsim ve ey arkadaşım! Aklınızı başınıza toplayınız. Sermayei
ömür ve istidad-ı hayatınızı hayvan gibi, belki hayvandan çok aşağı bir derecede şu hayat-ı fâniye ve lezzet-i maddiyeye sarf etmeyiniz. Yoksa sermayece en a’lâ hayvandan elli derece yüksek olduğunuz hâlde, en ednasından elli derece aşağı düşersiniz.
SÖZLER, ON BIRINCI SÖZ, S. 151 LÛGATÇE:
âlât: aletler. a’zâ: organlar.
Cenab-ı Mün’im-i Hakikî: nimetlerin hakikî sahibi olan Allah. gaye-i idhal: yerleştirilme gayesi. gaye-i yegâne: tek gaye. havâs: duygular. hayat-ı fâniye: geçici hayat. hevesat-ı süliye: aşağılık istekler. istidad-ı hayat: hayata ait kabiliyet. letaif: duygular. münhasır: ayrılmış, sınırlı. mütecessis: araştıran, gizli şeyleri öğrenmeye çalışan. nefs-i rezile: kötülüğe sevk eden aşağılık nefis. neşv ü nemâ: büyüme, gelişme.
Şu hassas a’zâ ve âlât ve şu mütecessis havas ve hissiyatın gaye-i yegânesi, şu hayat-ı fâniyede, nefs-i rezilenin, hevesat-ı süfliyenin tatmini için istimaline mi münhasırdır?