“efkâr-i Ammenin Meclis’te Temsili...”
Millet hâkimiyetinin,“mebusânın (milletvekillerinin) hür olup hiçbir tesir altında kalmadığı efkâr-ı âmmenin (kamuoyunun) misâl-i mücessemi (cisimleşmiş hali) olan Meclis’in temsil ettiğini ve Meclis’in içinden çıkan hükûmetin“hâdim ve hizmetkâr olduğu”hürriyetçi demokratik esası izâh eder. (Münâzarât, 22,23,41,42; Sünûhat, 51 - 52)
“Rey-i vâhidi istibdad”ın “tahakküm ve muâmele-i keyfiye olduğunu”nu nazara veren Bediüzzaman, Meclis’in hâkim olduğu “demokratik parlamenter sistem”le “tek kişilik rejim”i, “eskide rey-i vâhid idi, milletten suâl yok idi; şimdi meşverettir, milletten suâl edilir. Millet, ‘ne için?’ der; ona, ’Ne istersin?’ denilir, işte bu kadar” diye özetler. (Münâzarât, 31,32,40)
“Meşrutiyet hâkimiyet-i millettir. Yani efkâr-ı ammenin misâl-i mücessemi olan mebusan hâkimdir; hükûmet hâdim ve hizmetkârdır” beyânının günümüzdeki izâhıyla “rey-i vâhid-i istibdat” dediği “tek kişilik yönetim”e karşı “mûteber olan meyelân-ı âmmenin (umumun isteğinin)” ve “efkâr-ı ammenin (kamuoyunun) Meclis’te temsili”nde hep ısrarcı olur.
Mebuslara hitabında “cumhuriyet ve demokrat mânâsındaki meşrûtiyeti adâlet, meşveret ve kanunda cem-i kuvvetle (kuvvetin kanunda olmasıyla) bir esâs-ı metine (güçlü dayanağa) istinadla (dayandırmakla) istikbâlimizi tekeffül ettiğini”belirtir. (Divân-ı Harb-i Örfi, 69-728)
“kavmin efendisi ona HIZMET edendir”
Cumhuriyetin başında Ankara’da“hoşâmedi”merâsimi ile karşılandığı Meclis’te neşrettiği beyânnâme ile vekillere, “Meclis-i Âlinin mânevî şahsiyetinin sahib olduğu kuvvet cihetiyle, saltanat mânâsındaki hükümeti üzerine aldığı gibi hilâfeti de üzerine aldığını anlatıp“halife-i şahsî, ancak Meclis’e istinad ile (dayanmakla) o vezâifi (vazifeleri) deruhte edebilir (yerine getirebilir)” ikazıyla Meclis’ten çıkan hükûmetin Meclis’e dayanmasını kaydeder.
Daha sonra “Kavmin efendisi ona hizmet edendir” (Deylemî, Müsned, 2: 324) hadisinin anlamıyla“memuriyet emirlik ise reislik değil, millete bir hizmetkârlıktır. Demokratlık ve hürriyet-i vicdan İslâmiyet’in bu kanuni esasisine (temel yasasına) dayanabilir. Çünkü kuvvet kanunda olmazsa şahsa geçer, istibdad mutlak keyfî olur” düsturunu bildirir. (Emirdağ Lâhikası, 386)
ISTIBDATIN Tasfiyesi ŞARTTIR
Yine Bediüzzaman’ın beyânıyla “dünyada beşer saadetinin bir sebebi ve hâkimiyet-i milliyeyi temin ile makine-i hayatın buharı olan hürriyetteki irâde-i cüz’iyeyi istibdat ve tahakkümün belâsından kurtaran meşrutiyet-i meşruadır (dinin de tasvip ettiği meşrutiyet/demokrasi/cumhuriyettir.)”(eski Said Dönemi Eserleri, 163)
Bu bakımdan, Bediüzzaman’ın 1908 sonrası için yaptığı “âlihimmet olanlar o hâdisede sukût ettiler, garazkâr cerideler hakîki hürriyetin sedâsını susturdular, Meşrutiyet pek az adamların üstüne münhasır kaldı, fedakârları dağıldılar” tasvirine benzer vetirede dağılmış “ahrârlar”ın / demokratların toparlanması için öncelikle “istibdadın tasfiyesi” şarttır.
“Sulh-u umumî (genel barış), aff-ı umumî ve ref-i imtiyaz (kayırmacılığın kaldırılması) için “hakkın hatırını âlidir, hiçbir hatıra feda edilmez” esasıyla “tek parti rejimi”ne karşı “vatan, millet, din nâmına mükellef olduğu ‘büyük vazife” kararlılığını gerekir. (Divân-ı Harb-i Örfi, 39-40; Tarihçe-i Hayat, 490)
Ve bu temel tesbitle, “def-i şer, celb-i nef’â râcihtir (tercih edilir)” hakikatiyle siyasetteki istikameti belirler. “Şimdi cehâlet cihetiyle hükümfermâ olan şedit (şiddetli) istibdat”tan kurtulmanın; vatanın ve milletin selâmeti, demokrasi, hukuk, hak ve hürriyetler ekseninde demokratik işbirliğiyle mücadele verilmesi gereğini ders verir. (Eski Said Dönemi Eserleri, 144)
Bugün siyasetin Bediüzzaman’ın “istikamet dersi”ne ihtiyacı vardır…