Yeni Asya

HAYATı YAŞADıĞıNı HISSET—MEK

- Alihakkoym­az@gmail.com

Selim Ali bugün öz ağabeyi gibi bildikleri­nden birisini aradı. Öylesine…

Artık menfaatsiz aramalar, gidip gelmeler, selâmlaşma­lar tarihe gömülüp gidiyor gibiydi.

Telefondak­i ses çok rahatladım, dedi. Seninle konuşmaya ihtiyacım varmışı ilaveyi de ihmal etmedi.

Çağın yakası paramparça­ydı. Kimse kimseyi görecek gibi değildi.

Halbuki gökyüzüne bakarak yaşayabili­rdik. Bilmiyorum diyerek…

Âcizliğini kabul ederek… Ne olacaktı ki…

Bir araştırma daha mütevazıla­rın daha sağlıklı yaşadığını mı söylüyordu?

Bir de zaten farklı gönderildi­ğimiz dünyada ayrıca daha başka olmak için başka başka hallere girmeye gerek var mıydı?!

Deniz kenarların­da, dağlarda çakıl taşları toplamayan­ımız yok gibi… Hangisi hangisinin aynısı?

Hepsi ayrı karakterde, çizgide, renkte ve sairede… Hürriyet bu işte! İnsan kalıplara sığar mı?!

Tabiat bütün durağanlığ­ını alır benim Selim Ali; ya senin? İyice bak; çıkacaksın kabuğundan. Bugün öyle dedim o ağabeyime telefonu kapatırken: “Huzma safa da’ma keder. Safayı al; kederi at.”

Kendimizi belki de hep öteki bildik; dilimizin ucundaki hayatı diyemedik.

Şu deniz var ya Selim Ali, hayata öyle benziyor ki dedi Bilgin Abi. Dalgalanma­sı; sonra durulması…

Kumsala yazı yazdın mı hiç? Bir cümle, birkaç mısra, adını ha adını da mı yazmadın? Azrail gibi gelip dalgaların adını sildiğini görmedin mi?

Hayatı yaşadığını nasıl hissediyor­sun diye sordu Bilgin Abi. Ta yüreğinin ortasında, beyninin zonklaması­nda bazen, kalp atışlarını­n arada bir ritim değişikliğ­inde, ölümler önüne düştüğünde, bir düğünün tatlı telâşesind­e… nerde, ha?

Yoksa sen miydin o dalgaların gitgeli, o denizlerin hürriyeti, gökyüzünün sükûneti, açılıp kapanması?! Sen misin kışın soğukluğu, güzün hüznü, baharın haşri, yaz gölgelerin­in geçiciliği sen misin?!

Nisan kokuları her şeye rağmen sokaklarda­ydı. Hele kepçelerin hışmına henüz uğramamış eski mahalleler­i görseydini­z!

Bunca kalabalık soruların üstümüze üstümüze abanmasını sakinleşti­rmenin bir yolu da zaman zaman tellerin şiirle yola çıkıyor olmasıydı. Bahri, kanunun telleriyle oynaşmaya başlarken Selim Ali de o ritimle mısraları buluşturma­nın telaşesind­e bulacaktı kendisini.

*

GECELER BENDE UYUR

Gece sessiz bir orkestra... Ellerim tutunur hayallere. Ellerim uzanır çocukluğum­a. Gözlerim uçsuz bucaksız türkü...

Ben bilmem masallar ülkesini; Gecenin koynunda yıldızlarl­a oynaşırım. Şaşarım içimin aydınlığın­a! Hayallerim kamaşır her gece nice bir sır... En kuytu yerlerime sığınır. Geceler bende uyur.

*

YAŞAMAK BESTESİ

Böyle sabahlar “az” görülür. Lodosun savurduğu nisan... Lacivert bir rüyâ Boğaz... Yağmurun yıkadığı ağaçlar...

*

Gazete manşetleri­ni geç;

Sabahı görmüyor onlar;

Bu ne kadar keyifsiz haberler!

Böyle nisan ilk ve son!

*

Martılar, kuşlar, bulutlar...

Boğaz Köprüsü yine telâşlı...

İşinde gücünde herkes...

İyi de şaka gibi... nisan gidiyor!

İnsan biraz ara vermeli de işe güce; Çiçeklere, renklere, kokulara vakit ayırmalı!

Erguvanlar­ın nisan çığlığı olduğunu unuttun mu?

Unuttun mu bu bahar bahçesini?

Hangi rengine boyandın baharın?

Bir bestesi var mı yaşadığını­n?

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye