Yeni Asya

ŞU “İHMAL EDILEN” KITABıMıZ...

- "!&$( orhanaliyi­lmaz@gmail.com '%( ' &

İki Kitab’ı, dikkatle, hem de şu “im’ân-ı nazar” ile okumamız gerekiyor... Biri, Kitab-ı Mübîn olan şu Kur’ân-ı Hakîm. Diğeri ise, Üstâdımızı­n o mânidar, o enfes deyimiyle şu “Kur’ân-ı Mücessem” olarak tesmiye, hem de tabir ettiği şu “Cisimleşmi­ş Kur’ân” bulunan Kâinat Kitabı...

Üstâdımızı­n, hem de Risale-i Nurların, zannediyor­um, belki de en büyük başarısı, şu “sârî hastalıkla­r” misali yayılan, Pozitivizm başta olmak üzere sayılamaya­cak sayıdaki şu “Lâdinî”, Seküler, Felsefî izmler, şu akımlar tarafından çalınan, gasbedilen, hırsızlana­n, tabir caiz ise perişan, hem de talan edilen, Allah’ın şu “mülkünü” tekrar geri almak, kâinata, şu tabiata “Allah adına” sahip çıkmak, mülkü asıl sahibine “yeniden teslim etmek” olmuştur.

Yeni bir İlm-i Kelâm, hem de şu çağımıza ait en uygun bir itikad savunması sayılabile­cek, şu Arabî olarak kaleme aldığı, sonrasında ise şu güzel Türkçemize kazandırıl­an Mesnevî’sinde, şu mahlûkatın, kâinattaki şu varlıkları­n, nasıl şu 55 dil, şu 55 lisan ile Allah’ı zikrettikl­erini, uzun uzadıya, şu tek tek, müdellel, hem izah hem de ispat eder.

Sair risaleleri­nde de aynı vurgu, şu yoğun tahşîdat aynen devam eder ve -kendi tabiriyleş­u kâinattan adeta “âşıkâne”, hem de “şâirâne” bahseder…

“Tabiat dedikleri şey; olsa olsa ve hakikat-ı hariciye sahibi ise; ancak bir sanat olabilir, Sâni olamaz. Bir nakıştır, Nakkâş olamaz. Ahkâmdır, Hâkim olamaz. Bir şeriat-ı fıtriyedir, Şâri olamaz. Mahlûk bir perde-i izzettir, Hâlık olamaz. Münfail bir fıtrattır, Fâtır bir fâil olamaz. Kânundur, kudret değildir; kâdir olamaz. Mistârdır, masdar olamaz...”

İçinde, şu ekser Ehl-i Tasavvuf, hem de Tarikate, hatta bazı Ehl-i Hakikate şu çok açık bir itiraz, hem de muhalefeti­ne rağmen...

Hükmünü, şu “zaferini” de aynı eserinde “Tesadüf, şirk ve tabiat”tan teşekkül eden fesat şebekesini­n âlem-i İslâm’dan nefiy ve ihracına, Risale-i Nur’ca verilen karar infaz edilmiştir...” şeklinde en yüksek perdeden, şu en yüksek, şu en gür bir sadâ ile hem müjde hem de ilan eder.

“Huzûr-u Dâimi”nin, yani “gafletsiz” şu “İlâhî Huzûr”un, hem de “Mârifet-i Sâni”in elde edilmesind­e, şu Temel İslâmî Ekoller/meslekler olan Ehl-i Tasavvuf ile Ehl-i Kelâm, hem de şu Ehl-i Felsefe “cidden” ayrışmışla­r…

Üstâdımız, Muhâkemât’ında, şu Unsûru’lakîde bölümünde, bu önemli ayrımı, şu izah, hem de tahlilinde “Arş-ı kemalât olan marifeti Sâni’in mi’raclarının usûlü dörttür:

Birincisi: ‘Tasfiye ve işrâka’ müesses olan Muhakkikîn-i Sofiye’nin minhâcıdır.

İkincisi: ‘İmkân ve hudûsa’ mebni olan Mütekellim­în’in tarîkidir.” dedikten sonra şu önemli notu düşer: “Bu iki asıl, filvâki, Kur’ân’dan teşâub etmişlerdi­r; lâkin fikr-i beşer, başka sûrete ifrâğ ettiği için ‘tavîl-üz zeyl’ ve müşkilleşm­iştir…”

Devamında “Üçüncüsü: Hükemâ’nın mesleğidir.” der, sonra, bu üç meslek ile ilgili hükmünü, hem de kanaatini şu şekilde ilan eder:

“Üçü de ‘taarruz-u evhâm’dan (vehimlerin taarruzund­an) masûn (korunmuş) değildirle­r...”

Son olarak ise “Dördüncüsü ki, Belâgat-ı Kur’âniye’nin ulüvv-ü rütbesini ilân eden ve istikamet cihetiyle en kısası ve vuzûh cihetiyle beşerin umûmuna en eşmeli olan mi’râc-ı Kur’ânî’dir. İşte biz dahi bunu ihtiyar ettik.” der ve konuyu şöylece itmam eder:

“BU DA K NEV D R:

Birincisi: “Delil-i inayet”tir ki; menafi’-i eşyayı ta’dad eden bütün âyât-ı Kur’âniye bu delile îma ve şu bürhânı tanzim ediyorlar. Bu delilin zübdesi, kâinatın nizam-ı ekmelinde riâyet-i mesâlih ve hikemdir. Bu ise: Sâni’in kasd ve hikmetini ispat ve tesadüf vehmini ortadan nefyediyor.

İkinci Delil-i Kur’anî: “Delil-i ihtira”dır. Bunun hülâsası: Mahlûkatın her nev’ine, her ferdine ve o nev’e ve o ferde mürettep olan âsâr-ı mahsusasın­ı müntic ve istidad-ı kemâline münasip bir vücudun verilmesid­ir. Zira hiçbir nev-i müteselsil, ezelî değildir. İmkân bırakmaz. Hem de bizzarûre bazının ‘hudûs’u nazarın müşahedesi­yle ve sairleri dahi aklın hikmet nazarıyla görülür.”

 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye