ÇALIŞMAYA ÇALIŞMAK
Yarıyıl tatilinin nasıl geçeceğinin habercisi olan karneler, bazı öğrencilerin yüzünü güldürürken bazı öğrencileri biraz üzdü. Karne notlarınız iyi gelmediyse karamsarlığa kapılmanıza gerek yok. Başarıyı yakalayabilmek için hedef belirleyip nasıl çalışılacağını bilmek gerekiyor.
Elinizdeki karneleri sakince bırakın ve derin bir nefes alın. Şimdi biraz dertleşmeye ne dersiniz? Sayısal değerler, gerçek başarı mıdır? Akademik başarı her şey midir? Bu sorular ebeveynlerin zihninde bir rüzgâr estirmeli, bir yandan da tartışılmalı diye düşünüyorum. Durumu anlamak üzere madem çalışmaktan çıktık yola, haydi gelin eski kuşaklar ile şimdikinin karşılaştırmasına da girelim. “Caydırıcı” sözcüğünün üstüne gidelim. O vakitlerdeki caydırıcılar ile şimdikiler arasındaki uçurum inanılmaz… Günümüzde öğrenciler bilgisayar oyunları, internet, televizyon, AVM’ler derken sağlam kurtarıcı olan kitapların ve çalışmanın hazzının yolunu bulmakta zorlanıyor. Geçmişte öğrencileri okumaktan caydıracak şey en fazla bir “sokak oyunu” olurken şimdiki öğrencilerin dört bir yanı kuşatılmış hâlde… En azından bunları göz önünde tutarak bakarsak resme, birlikte bir çözüm arayabilir ve orta yolu bulabiliriz kanısındayım.
Nereden başlamalı?
“Karneden bize öyle küskün küskün bakan notlarla aramızı düzeltme şansımız var mı?” deyip başlayalım birkaç naçizane öneriyle: Görev olarak algıladığımız şeyler çoğu zaman itici; keyfe dönüştürdüğümüz şeyler ise daima çekicidir. Çalışmayı bu söyleme tutunarak zevke dönüştürmek gerekmekte. Bunun için de önce sevdiğimiz müziklerden bir liste oluşturmakta fayda var. Sessiz, kasvetli bir ortamdansa müziğin kulağı okşadığı, kendimizi yansıtan bir ortam daha huzurludur mutlaka. Enstrümantal müzik çalışırken daha çok yardımcı olabilir. Müziği açıp etrafta dikkatimizi dağıtacağına inandığımız afiş, poster, obje vs. varsa onlarla bir süreliğine vedalaşabiliriz. Bu arada, hepimizin kendine ait bir odası olmayabilir elbette. Onun için bir köşeyi rahatça çalışabileceğimiz şekilde ayarlamamız küçük bir gayrete tabidir. Işığa yani aydınlatmaya geçelim; işte bu çok mühim. Mümkünse
çalışma vakitlerini gün ışığından yararlanabileceğimiz saatlere koymakta fayda var. Gün ışığına yetişemiyorsak iyi bir aydınlatması olmalı çalışacağımız ortamın… Teknoloji burada elimizden tutuyor ve güçlü bir gün ışığı sunabilecek aydınlatmalarla desteğini esirgemiyor.
Zamanı yönetebilmek
Özgün bir çalışma tablosu oluşturmak aslında keyifli bile olabilir. Okumaları yapacağımız, yazacaklarımıza ve değerlendirmelere ayıracağımız zamanı yönetebiliyor olmak kaliteli boş zamanların da müjdecisidir. Çalışma tablosundan başka bir de günlük tabloya el atar ve gözümüze her an ilişebilecek bir yere asarsak gün içindeki saatlere de hâkim olur, çalışma konusunda elimizi böylece güçlendirebiliriz. Bir süre ders, bir süre mola tarzında birkaç oturumluk plan yapılabilir. Vereceğimiz molalar ödül kıvamında olursa -sevdiğimiz bir şeyi o araya sıkıştırırsakçalışılan yarım saat çok da zorlu geçmeyecektir.
Çalışacağımız dersin metaryellerinin bulunduğu bir masa ve rahat bir sandalyeden sonra geriye sadece neyi niçin çalışmalı sorusunu kendimize sormamız kalır. Tek amaç dersten iyi not almak olamaz. Ailemizi mutlu etmek de… Öğrenmeyi hedefe koymak uzun vadede bizi daha mutlu edecek bir amaç olmaz mı?
Çok iyi hatırlıyorum;
öğrenciyken yazarak çalışanlardandım. Küçücük not kâğıtlarına yazardım ana başlıkları. Onlara bakınca da konuyu hatırlardım. Bu nedenle yazarak ve özet çıkararak çalışmayı, tecrübe etmiş biri olarak önermeden geçmeyeceğim. Zihnin fotoğraf çekme yetisini anımsayın. O kâğıtlar gözünüzün önüne gelecektir en sıkışık zamanda. Bundan dolayıdır ki kopya hazırlamak gibi kötü bir alışkanlığı olan bazı öğrenciler kimi zaman onlara bakma gereği duymadan yanıtlar soruları.
Okumak sihirli bir anahtar
Sınavlarda sorulan soruları anlamak onları çözmenin ilk ve büyük adımıdır. Bununsa çok bilindik bir anahtarı vardır: Okumak. Roman, şiir, öykü… Derler ki, beynin iki lobunu da çalıştıran bir eylemdir okumak. Madem böylesine muhteşem bir sihir var elimizde, neden kullanmayalım? Üstelik bunun tüm hayatımıza çok güzel bir ışık olacağını da biliyorsak… İşte, molalarımızdan birini belirledik bile. Sevdiğimiz bir başucu kitabı enfes bir buluşma olabilir. Çalışma esnasında yemek yemek tavsiye edilmez pek. Vereceği ağırlık ve dağıtacağı dikkat tüm hazırlığı bir anda bozabilir. Mümkünse bir iki saat önceden yemiş ve rehavetini üstümüzden atmış olmamız gerekir. “Kaliteli zaman” kavramını hem çalışmaya hem de çalışma dışındaki zamana yansıtabiliyorsak başarı bizim için hayal olmayacaktır kanısındayım. Plansız bir çalışma hâli her iki zamanımızdan da alıkoyacaktır bizi. Keyif alacağımız bir şeyi yaparken içimizden bir ses bizi dürtecektir hep: “Keşke çalışsaydın”. Ya da biz çalışmaktan bunalmış hâldeyken yine o ses durmayacak ve “Keşke şu an şunu yapıyor olsaydın.” diye feryat edecektir. Sanki bir bahçe duvarıyla birbirinden ayrılmış saatlerin bizi daha özgür kılacağı fikrine tutunmalıyız. Süresi belli ve ödün verilmeyen çalışma saatleri bir yanda, sadece istediğimiz aktiviteye ayırdığımız o keyifli zaman diğer yanda… Olmaz mı? Aslında tüm bu söylediklerimiz tek bir şeye bağlanıyor sonuçta: İstemek. İnsan istedikten sonra yapamayacağı şey yoktur.