ON BINLERCE SIĞINMACI TÜRKIYE’DE
TÜRKIYE savaş boyunca çatışmadan kaçan sivil ve askerlerin en önemli sığınma bölgesiydi. Daha savaş öncesinde bile Bulgar ve Yunan hükümetlerince askere alınanlardan, subaylarından gördükleri kötü muamele dolayısıyla Türkiye’ye sığınanlar oluyordu. Bunların arasına kötü niyetli kişilerin de sızabileceği düşünülerek, Bakanlar Kurulu’nun 13 Şubat 1939 tarihli kararıyla bu kişilerin Orta Anadolu’ya sevkleri kararlaştırıldı. Savaş başlayınca asker sığınması arttı. Yunanistan’daki adalardan Türkiye’ye sığınmaların, Mart 1941’de başladığı anlaşılıyor. Türk hükümeti 14 Mayıs 1941 tarihinde aldığı bir kararla, ilticacıların kayıt ve şarta bağlı olmadan kabul edilmesine ve haklarında mülteci muamelesi yapılmasına karar verdi. Türkiye’nin savaş boyunca en çok sığınma talebi aldığı yer Ege’deki adalar oldu. Türkiye; Edirne, Uzunköprü, Aydın, Nazilli ve Denizli’de oluşturduğu enterne kamplarında, Yunanistan’dan gelenlere her türlü imkânı sağlamaya çalıştı. Bu kamplara ilaveten Niğde, Yozgat, Sivas ve Bergama’da da mülteci kampları oluşturulmuştu. Haziran 1941’de Bergama’daki kampta, 1.849 Yunanlı mülteci bulunmaktaydı. Niğde’de bulunan kampta 1.631 kişi barınmaktaydı. 14 Temmuz 1941 tarihinde Kızılay Cemiyeti Reisi Ali Rana Tarhan’ın başkanlığında yapılan toplantıda, Kızılay tarafından yalnız muharip devletlerin askerlerinden, Türkiye’ye şimdiye kadar iltica etmiş ve bundan sonra iltica edecek olanların iaşelerinin karşılanacağı kararı alındı. Bu tarihte Bergama’da 26 subay, 1.399 er, 2 kadın ve 1 çocuk, Yozgat’ta 1 Alman subayı, Burdur’da ise Antalya’da İngiliz uçakları tarafından batırılan Alman yanlısı Fransız Vichy hükümetine ait Fransız gemisi St. Didier’den 265 subay ve er, Sivas’ta güney sınırından iltica etmiş olan sayısı belirsiz mülteci, Ankara’da 41 subay ve er olduğu belirtiliyor. Bu tarihten sonra yönetim Kızılay’a geçti. Bu süreçte mülteci kamplarında bulunanların durumlarından memnun olmadığı anlaşılıyor. Niğde’deki Yunan mültecilerinin, memleketlerine iade edilmelerini şiddete arzu etmeleri ve şimdiye kadar iade edilmemiş olmalarından dolayı toplu olarak hiçbirinin yemek yemediği, Kayseri Askerî Mıntıka Komutanlığı’ndan gelen telefondan anlaşıldı. Bu gelişmeler üzerine, Milli Müdafaa Vekâleti’nden Başbakanlık’a gönderiler 24 Mayıs 1942 tarihli yazıda; artan mülteci akını karşısında, mültecilerin tanımının yeniden yapılması ve bunların iaşe
ve ibatelerinin nasıl karşılanacağı konusunda yeni bir proje geliştirildi. Mülteciler önce tahkikata tabi tutulup sivil ve asker olanlar diye iki gruba ayrılacak ve asker olanlar kamplara, sivil olanlar mülki makamlara teslim edilecekti. Muharebe halinde olmayan bir ordudan firar edip ülke dahilinde bulunmalarında mahsur olmayanlar, serbest bırakılabilecekti. Harp esiri iken kaçarak sığınanlar, 1907 Lahey Mukavelenamesi’nce memleket dışına çıkmak üzere serbest bırakıldı. Tarihçi Esra Danacıoğlu Tamur’a göre Türkiye’ye 1942 eylül, ekim ve kasım aylarında gerçekleşen toplam mülteci akını 19.735 kişi olarak belirlenmiştir. En büyük grup 7.676 kişiyle Yunanlılardı. İkinci büyük grubu 5.676 kişiyle İtalyanlar oluşturmaktaydı. Gelen İtalyanların sadece 519’u sivildi; büyük çoğunluğu askerdi. Ayrıca 739 İngiliz ve Amerikan askeri, 140 da Alman askeri bulunmaktadır. 4.260 sivilin ise milliyet ayrımı yapılmamıştı. İtalyan mülteci askerleri, Isparta Tefenni’deki kampta tutulmuşlardır. 3.051 İtalyan mültecisi, Almanların elinden kaçarak Türkiye’ye sığındıkları ya da kazazede oldukları için, 20 Şubat ve 21 Mart 1944 tarihleri arasında devletler arası hukuka uygun olarak sınır dışı edilmişti. 1944 yılı içinde de Ege adalarından Türkiye’ye sığınma akımı sürdü. 1 Şubat ile 19 Temmuz 1944 tarihleri arasında Marmaris, Çeşme, Bodrum, Dikili, Söke, Ayvalık, Güllük’te 503 Türk, 3.426 Yunan, 183 İngiliz, 10 Amerikalı, 1 Yahudi; 8 İngiliz askeri, 87 İtalyan askeri, 2 Alman askeri sığınmıştır. Daha sonraki tarihlerde sığınma talebi azalarak sürdü. sarımında kazık var, dengeli kurmuyorlar. 2 yüksek fırın var, onlardan biri 10 yıl çalışmıyor. Kırıkkale’dekileri Almanlar kuruyor, Karabük’ü İngilizler kuruyor. Bu fabrika üretimleri analiz edilirse, bozuk paraları toplayıp oradaki nikelden demir-çelik yapıyorlar. Savaştan sonra bizde hemen çok partili döneme geçildiği için Demokrat Parti’nin siyasi ötekileştirme anlayışı ve kötülemesi içinde bir imaj oluşuyor. Fakat başarı öykülerini de iyi bilmiyoruz.
Türkiye savaş sırasında insani görev yükleniyor, Yahudi göçüne köprü olma, sığınmacılara yardım etmesi, mülteci ve sığınmacılar için kamplar açması gibi. Türkiye’nin çok sayıda Yahudiyi kurtardığı iddiası doğru mu?
Türkiye, Avrupa’daki Türk pasaportlu Yahudileri kurtarmayı ne kadar istiyor, ne kadar istemiyor orası çok karışık. Türk pasaportluların getirilmesinde zaten sıkıntı çıkmıyor fakat eskiden Türk pasaportlu olup pasaportu yenilemeyenler için de bir yere kadar yardım yapılabiliyor. Türkiye tamamen duyarsız kalmıyor ama öyle büyük efsaneler yok. Burada bir abartma var, Hitler’in Fransa’yı işgal ettiği sırada, Yahudilerin bir kısmı kampa gidiyor. Türk hariciyesinin buradaki ısrarının çok başarılı ve kararlı olduğuna dair oradaki görevli Türk büyükelçilerin çocuk ve torunlarının yazdıkları şeyler var. Bunlar biraz abartılı ama hiçbir şey yapılmamış da değil. Ama başka bazı yazışmalarda da bu rakamların ilan edilenler kadar fazla olmadığı görülüyor.
Ege’deki savaşın devamındaki yardım ve savaşın sonuçlarına göre buraya gelen mülteciler var iki dalga halinde.
Almanlar, Romanya’dan Yahudileri temizliyorlar, Türkiye üstünden Filistin’e gitme
sinde bir sıkıntı görülmüyor. Yahudilerin uzaklaştırılması ve Türkiye üzerinden bir yere gitmesi çok önemli değil Almanya için. Buradaki sıkıntı, İngilizler Arap isyanı sebebiyle Yahudilerin Filistin’e gitmesini istemiyor. Yahudi grubun ezilmesinde İngilizlerin de payı var, bizim de payımız var. Çünkü bizimkiler de buraya alıp yerleştirmiyorlar. Buradan gelen grupları Türkiye kendi içinde tutmuyor da transit geçirmesine izin veriyor. Türkiye böyle bir yerleştirme politikası uygulamıyor. Zaten Türkiye’de de oldukça yüksek bir antisemitizm var, Nazi yandaşlığına paralel olarak halk arasında. O zamanki karikatürlerde tamamen antisemitizm var. Yerleştirmeye çok müsait değil. Varlık Vergisi’nde yeni zenginlerin Yahudilikle özdeşleştirilmesi meseleleriyle iç politikada rahat bir durum yok.
Birçok gemi var Yahudileri götüren, bunlardan bazıları batıyor. Batırılan gemilerden biri Struma, 16 Aralık 1941 günü İstanbul’a geliyor. İki buçuk ay boyunca İngiltere’nin Filistin vizesi vermediği Yahudilerin İstanbul’a inmesine izin verilmiyor. Gemi Karadeniz’de torpilleniyor. Türkiye’nin de “Topraklarımı Yahudilerin ilticasına açtım” demesi lazım. Demiyor. Biz bugünün koşullarından bakarak bir kahraman ya da düşman yaratmaya çalışıyoruz. Ötekileştirme üstünden tarih yazıyoruz. Tarih yazıcısı, bir otorite olarak davranmamalı.
Ege adalarından ve Yunanistan’dan pek çok sığınmacı geliyor, Türkiye nasıl bir organizasyon yapıyor? Kurulan mülteci kamplarının malzemesi ne şekilde sağlanıyor? Mecburi iniş yapan uçaklar ya da sığınan ordu birlikleri ne şekilde muamele görüyor?
İlk gelenler, Almanların ilk işgaliyle Çeşme’ye, Ilıca’ya yerleşiyor, buralarda kaplar açılıyor kalmaları için. Tabii devletin para verdiği, iyi bakabildiği yok; çünkü müthiş bir ekonomik sıkıntı içinde. Bunların bir kısmı Ege adalarından gelmiş, bildikleri işi yapıyor, zeytin topluyorlar burada da. Yerleştikleri bölgelerde birçok kişi askere gittiği için onlar bu boşluğu dolduruyor hem de para kazanıyorlar. Ama onların bir kısmı geçip Kıbrıs’a gitmek istiyorlar. Kalanlar da oluyor. Ege’de tarıma eklemleniyorler savaş sonuna kadar. Zaten Ilıca’da filan kültürel birlikleri var,
“Yahudilerin ezilmesinde birçok kesimin payı var. İngiltere, Filistin’e gitmelerini Arap isyanı sebebiyle istemiyor. Türkiye de ancak transit geçişe izin veriyor.”