Kült kitap: Yapraklar Evi
Talât Sait Halman Çeviri Ödülü Seçici Kurulu’nun geçenlerde verdiği özel ödülün sahibi, Mark Z. Danielewski’nin Yapraklar Evi’nin çevirmeni Gökhan Sarı oldu. Sarı’nın aldığı ödül vesilesiyle oyunlu, oyuncaklı Yapraklar Evi’ne bir göz atarken labirent gibi içinde kaybolacağınız, dahası bu kayboluştan sınırsız zevk alacağınız birkaç romana daha bakalım istedik. Mark Z. Danielewski’nin yayınlanışından çok kısa bir süre sonra kendi kültünü oluşturan romanı Yapraklar Evi’ni, James Joyce’un Finnegans Wake’ine ya da Vladimir Nabokov’un Solgun Ateş’ine benzetenler var. Solgun Ateş ile Yapraklar Evi’nin, kurgunun normal yoldan ilerlememesi açısından benzeştiğine şüphe yok. Danielewski’nin kayıp bir filme dair karmakarışık bir kitap yazarken ölen Zampano’sunun hikayesi, gerçekten de Nabokov’un upuzun bir şiir yazmaya kalkışan ama 1000’inci dizede ölen John Francis Shade’inin hikayesini epeyce andırıyor. Hepsi bu kadar değil. Yapraklar Evi’nde Zampano’nun akademik notlarını, sonsuz açıklamaları ve referanslarıyla beraber toparlayıp okunacak bir kitaba dönüştürmeye çalışan, bunu yaparken de dipnotlarda şahsi kaybolma hikayesini anlatan Johnny Truant var. Solgun Ateş’in esas karakteriyse, Shade’in nihai haline erişememiş şiirini, dağınık açıklamalar, alıntılar ve referanslarla toparlamaya, eksikleri dipnotlarla tamamlamaya çalışırken sonunda tam anlamıyla kaybolan Charles Kinbote. Fakat bana sorarsanız, benzerlikler bu kadar. Danielewski, Nabokov olmak
istemiş ama edebi bir Blair Witch Cadısı yazmış gibi. Sonuçta odak noktayı oluşturan ele geçirilmiş, sürekli büyüyen, güçlenen ve sonunda kötülüğe teslim olan ev, daha çok günümüz popüler kültür ürünlerini hatırlatıyor. Şu aralar pek moda olan kaçış evlerinin yazılı versiyonu da denebilir. Bu yüzden, önsözle fihristin de kurguya dahil olduğu Yapraklar Evi’ni bir edebiyat başyapıtı değil, bir oyun gibi okumak gerek. Önemi sonradan anlaşılacak bir dipnota bakmak için sayfalar sonra başa dönerek, kitabı ters çevirerek hatta yamuk bakarak, tipografik numaralar ve font çeşitliliğiyle neredeyse kafayı yiyerek, kolajlarla fotoğrafları inceleyerek, ünlü yazarlarla şairlerden yapılan alıntıların gerçek olup olmadığını araştırarak, her sıkıntılı tecrübe gibi bunun da eninde sonunda biteceğini umarak… Gene de bu kitabı okumanın bir lezzeti yok diyemem. Yapraklar Evi, deneysel işlere meraklı ve zorlu deneyimi göze alanlar tarafından zevkle okunabilir. Ayrıca mektuplardan oluşan o uzun bölüm çok güzel. Bu romanı çevirip basmakla fena mı etmişler peki? Hiç de değil. Çünkü edebiyatı bir deney ve oyun alanı olarak gören öyle az yazar kaldı ki. Yapraklar Evi, başı, sonu, sorusu, dahası cevabı baştan belli plastik best seller’ların yanında yine de çiçek bahçesi gibi duruyor. Kitabın çevirmeni Gökhan Sarı’yı ayrıca kutlamak gerek.