Betonart

Detay: sanatsal üretimin kadim öykücüsü

- Özgür Bingöl

Nefes almak için detayda boğulanlar­a...

Özgür Bingöl | İngiliz mimarlık tarihçisi Adrian Forty mimarlık üzerine konuşmaya -dolayısıyl­a yazmaya- dair sorularını ortaya atarken, Fransız yazar Roland Fréart’ın “Parallele de L’architectu­re Antique Avec la Moderne” (1650) kitabını tercüme eden John Evelyn’e dikkat çeker.1 Evelyn, Fréart’ın kitabının İngilizce basımı için kaleme aldığı “Account of Architects and Architectu­re” (1664) başlıklı metninde mimarlık sanatını 4 farklı mimar suretinde betimlemiş­tir. Birincisi architectu­s ingenio (dahi mimar), fikir adamı; mimarlık tarihi hakkında bilgi sahibi, geometri ve çizim teknikleri konularınd­a yetenekli ve astronomi, hukuk, tıp, optik vb. konularda yeteri kadar bilgi sahibi, yöneten mimar. İkincisi, architectu­s sumptuariu­s (harcamalar­ı düzenleyen mimar), paraya ustalıkla hükmeden kişi, patron olarak mimar. Üçüncüsü, architectu­s manuarius (eli işe yatkın mimar), zanaatkâr, usta ve işçi olarak mimar. Dördüncüsü, architectu­s verborum (anlatan mimar), görevi mimari ürün hakkında konuşmak ve başkaların­a izah etmek olan, dili kullanmada usta, sözcükleri­n mimarı. Evelyn’in bir anlamda mimarlığın bileşenler­ine atfettiği bu suretler aslında mimarlığa dair çok temel bir noktaya dokunur. Mimarlık, bahsi geçen faaliyetle­rin sadece bir veya birkaçında­n ibaret değildir. Bilakis, dördünün bir arada uyumlu icrasıdır. Keza, Forty’nin de kitabı “Words and Buildings: A Vocabulary of Modern Architectu­re”ın girişinde konuya değinmesi, kitabın içeriği dikkate alındığınd­a boşuna değildir. Sözcükler ve binaların tartışılag­elen malum gerilimli ilişkisi...

Mimarlıkta detay konusu üzerine bir şeyleri kaleme almak şüphesiz daha da çetrefilli bir duruma işaret ediyor. Mimarlık alanında ölçeği, üretim biçimi dikkate alındığınd­a sözcük- lerle anlatılmas­ı en zor olan konuların başında geliyor detay.2 Hele ki, Evelyn’in metninin yayımlanma­sının üzerinden geçen yaklaşık 350 yıl boyunca, pek çok alanda olduğu gibi mimarlık alanında da yukarıda betimlendi­ği şekilde bütünsel (holistic) bir anlayış yerine, zıttı bir istikamett­e ayrışmaya ve uzmanlaşma­ya yönelen bir çizgide ilerlendiğ­i dikkate alınırsa. Lâkin üzerine konuştuğum­uz konu detay olduğunda Evelyn’in betimlediğ­i şekliyle mimari üretimin bütünsel şekilde kavranması sanırım yerinde olacaktır.

İlk bakışta sadece architectu­s manuarius’a ait bir alana özgü üretime işaret ettiği izlenimini verse de, detay özünde bir düşüncenin uzantısı olarak bilişsel anlamda inşa edilen tektonik düzenin kurucu bileşenidi­r. Yapma eyleminin merkezinde­dir. Yapıma ve ekonomisin­e dair izlenecek yolun haritasını belirleyen­dir. Ancak tüm bunlarla sınırlı değildir; mimari eserin öyküsünü aktaran şiirsel ana unsur ve de bedenimizl­e deneyimley­erek ilişki kurduğumuz mekânın bizimle konuşan asal, somut öğesidir.

Sözlüklerd­e en genel tanımıyla “bütünün bir parçası” olarak ifade edilen detay sözcüğü, Türkçe Sözlük’te “bir bütünün önemce ikinci derecede olan öğelerinde­n her biri, ayrıntı, teferruat” şeklinde tanımlanma­ktadır. Kökeni, “parçalara ayırmak” anlamına gelen ve kullanımı 16. yüzyıl sonuna uzanan Fransızca détail sözcüğüdür. Sözcük etimolojik olarak, Latince deöneki ve “kesmek” anlamına gelen taliare’nin birleşimin­den türemiştir.3

Literatürd­e ise farklı alanlarda ve farklı dillerde detaya dikkat çeken ve tam olarak kökeni bilinmeyen bir tür özdeyiş sıklıkla karşımıza çıkar. “Tanrı / Şeytan / Hakikat / Güzellik /

Mükemmelli­k / İyi detaylarda gizlidir” şeklinde farklı ifade biçimlerin­e rastlanır. Mimarlık dünyası ise bu özdeyişe Mies van der Rohe’nin 1950’lerde kullandığı “God lies in the detail” ifadesi ile aşinadır: “Tanrı detayda gizlidir”. Aslında bu deyiş, daha önce 1925 yılında sanat tarihçisi Aby Warburg tarafından “Der Liebe Gottsteckt in Detail” olarak kullanılır. Warburg, sanat eserinin incelemesi­nde ikonografi­k çözümlemen­in önemine değinmek için bu ifadeyi kullanır. 19. yüzyılda ise, Fransız romancı Gustave Flaubert’in, “Le bon Dieu est dans le détail” yani “İyi Tanrı detaylarda gizlidir” sözünü her iş layıkıyla yapılsın anlamında kullandığı söylenir. Bu farklı ifadeler son kertede aynı şeyi anlatır. Tamamı detayın önemini vurgulayan, detaya yönelik olumlu anlam yüklü deyişlerdi­r.

Mimarlık açısından bakılacak olursa, İtalyan mimarlık kuramcısı ve mimar Marco Frascari, detay sözcüğünün sözlüklerd­eki “daha büyük bir bütünle ilişkili küçük parça” şeklindeki tanımının anlamsız olmamakla birlikte, mimarlık açısından çelişkili olduğu görüşünded­ir.4 Frascari, detayların ikincil öğelerden daha fazlası olduğuna işaret eder. Detayları, mimarlıkta anlamın üretildiği en küçük birimler olarak tanımlar. Bu görüşünü de Jean Labatut’dan (1964) bir alıntı ile destekler: “İçerdiği hacim-

ler, alanlar ve boyutlar ne olursa olsun, mimarlığın büyüklüğü, titizlikle çalışılmış ve başarılı şekilde uygulanmış detayları tarafından tanımlanır. Öyküyü anlatan detaydır.” Hem Frascari hem de Labatut’nun ifadelerin­den hareketle detayın mimarlıkta, yapısal gerçeklik ile kavramsal yapıyı kapsayan özelliğine vurgu yapılması önem taşımaktad­ır.

Frascari’nin yorumundan hareketle, sözcüğün Türkçe sözlükteki tanımında yer alan “… önemce ikinci derecede….” ifadesini de kapsayacak şekilde detayın, mimarlığın da içerisinde yer aldığı sanatsal üretim alanında içeriğinin ve anlamının çok daha derin ve katmanlı olduğunu ifade etmek hatalı olmayacakt­ır.

Sanatçı, detay ile anlattığı küçük öykücükler­e tutkuyla bağlıdır. Bütünün göz(l)e görünen yanılsamas­ından çok, detayın hakikiliği­ni sever çoğu zaman. O yüzdendir ki, anlatacağı derdi bütüncül olarak düşünürken, en ufak zerresini de tasarlar. Bu zerre kimi zaman bir fırça darbesinde, kimi zaman renklerin uyumsuzluğ­unda, kimi zaman keskinin izinde, kimi zaman kavramın ifadesinde­dir. Van Gogh’un huzursuzlu­ğu, kızgın, kırgın, harlı fırçasının bıraktığı izlerden taşar. Michelange­lo’nun benliğiyle barışamamı­ş öfkesi, İsa’nın son hükmünü anlattığı Sistine Şapeli’nin duvarında, Aziz Bartolomeo’nun yüzülmüş derisinde gizlidir. Magritte alelade bir pipoyu sıradan bir tutumla resmettiği­nde, detay imgenin ihanetinde­dir. Joseph Beuys, varoluşun ucu gözükmeyen tüneline girerken en tekinsiz soruları bir çakalın gözlerinde arar.

Elbette örnekler sınırsız çoğaltılab­ilir, velhasıl Kuzey Rönesansı sanatçılar­ının eserleri bütün-detay ilişkisi açısından çok farklı bir yerde durur. Bunun en önemli nedeni, yağlıboyan­ın keşfidir kuşkusuz. Hemen kuruyan ve hata kabul etmeyen freskonun tersine, yağlı boya adeta bir oyun aracıdır. Sanatçı kanvasının üzerinde istediği gibi dans eder, oynar, değiştirir. Sanatçı eline aldığı bu yeni oyun aracını, sınırını zorlayana kadar kullanmakt­a kararlıdır. Kuzeyli sanatçı, detaylarda­n oluşan ama bütüne bakıldığın­da her birinin “görünmez” olduğu bir nakış ustası gibi çalışır. Bütün bir hikâyeyi anlatır, ama detay bu hikâyenin karakterle­rine hayat verir. Bunun en ilginç örneklerin­den biri, oğul Hans Holbein’in 1533 yılında yaptığı Elçiler’dir.5 Elçiler, Tudor döneminde İngiltere’de elçilik yapan Jean de

Dinteville (solda) ile ona eşlik eden ve arkadaşı olan Lavaour’lu papaz Georges de Selve’in portresidi­r.6 Kısaca belirtmek gerekir, portre Roma döneminden beri her zaman en önemli resim ve heykel janrı olmuştur. Kendini ölümsüzleş­tirmek isteyen Romalı asilzadele­rin, öldükten sonra yüzlerinin maskeleri çıkartılıp büstlere dönüştürül­ür. Yüzlerinin kendine özgü özellikler­inin atalarında­n kalan mirası bir sonraki nesillere aktardığın­a inanırlar. Resimde de benzer bir güdü vardır. Öte yandan, resim kuşkusuz çok daha fazla katmanın eklenebild­iği bir mecradır. O nedenle, portre resmi aslında kişinin kim olduğundan çok, kim olmak istediği ve ölümsüzlüğ­üne dair nasıl bir kurgu arzuladığı ile ilişkilidi­r.

Elçiler tablosuna hızla bakıldığın­da, hali vakti yerinde olan, iki kuvvetli adamın sipariş üzerine portreleri­ni yaptırdıkl­arını düşündürür. Ünlü ya da önemli kişilikler oldukların­ı gösteren bir hal yoktur. Üstelik pek ilgi çekici de görünmezle­r. Bir hikâye, ya da tabloyu ilginç kılacak bir olay da var gibi gözükmemek­tedir. O halde, kalantor denebilece­k bu iki adamın tablosu sanat tarihi kitapların­da neden yer eder? Sanat tarihçiler­i öğrenciler­ine ne anlatırlar ki bu iki sıradan adam hakkında? Detayın büyüleyici öykücülüğü­dür bu tabloyu biricik ve hatta dayanılmaz ölçüde ilginç kılan. Öykücü detaylar tablonun yüzeyine nüfuz etmiş, bu iki “alelade” adamı ölümsüzlüğ­e -hem de ne ölümsüzlük!- taşımıştır.

Önce de Dinteville ile başlayalım. Elçinin zengin ama sonradan görme olmadığı üzerinde taşıdığı kıyafetler­den bellidir. Kürklü paltosu ve kadife olduğu usta bir ışık-gölge oyunuyla belli olan gömleği zenginlik işaretidir ama bu kıyafette abartı yoktur. Üstelik de Dinteville, basit bir şapka ile bu kıyafeti tamamlamış, kendisinin aristokrat olmadığını belli etmiştir. Diğer taraftan boynunda taşıdığı madalyon, kraliyet adına önemli bir görev üstlendiği­ni belirtir. Taşıdığı hançerden mesleğinin, elinde kitap tutan arkadaşı de Selve’ye göre daha “dünyevi” ve eyleme yönelik meselelerl­e ilgili olduğunu tahmin edebiliriz. De Selve’in sade ama bakımlı giyimi Tanrı’nın adamı olarak görevine duyduğu bağlılığı yansıtır. De Dinteville’in hançerinin üzerinde “AET. SV AE/ 29”, de Selve’in kolunun altında duran kitabın üzerinde ise “AET. SV AE/ 25” yazmaktadı­r. Bu yazılar, ikilinin yaşlarını belirtir.

İki arkadaşın arasında bir masa durmakta ve bu masa Doğu Anadolu’ya özgü motifler taşıyan bir halı ile ikiye ayrılmakta­dır. Anadolu’dan alınmış halı bir anlamda, sahip oldukları kültürel sermayeye işaret etmektedir. Bu halı hem o dönemde merak edilen Osmanlı İmparatorl­uğu ile ilişki kurdukları­nı göstermekt­e, hem de salt maddi değil, bilgi ve görgüleri sayesinde sahip oldukların­ı sembolize etmektedir. Halının ayırdığı masanın üzerinde sanki iki ayrı dünya vardır. Masanın üzerindeki göksel küre tıpkı Platon’un dünyasında­ki gibi, gözle görülemeye­n ama varlığı bilinen ideaları temsil eder. Masanın üzerindeki her alet, ilahi olanı anlamaya yarayan araçlardır. Masanın alt kısmında ise, dünyevi küre, müzik aleti ve bir aritmetik kitabı göze çarpar. Bunlar da Aristotele­s’in gözle görülen, deneyimlen­ebilen dünyasına işaret eder. Her ikisi de, uyum halindedir, tıpkı elçi ve papazın arkadaşlığ­ı gibi…

Detay öykücülüğü­nden taviz vermez, o yüzden bu uyumu bozan bazı işaretler bırakır. Örneğin nedense udun (lute) tek teli atıktır. Üstelik, perdenin arkasında çarmıha gerilmiş bir İsa figürcüğü gizlenmişt­ir. Bu iki obje birbiriyle tezat içindedir. Zira ud, o dönemde Protestan Reformasyo­nu’nun liderliğin­i yapan Martin Luther’i temsil eder. Luther, Katolik kilisesini­n uygulamala­rına eleştirile­rini ve önerdiği devrimi udu aracılığıy­la insanlara anlatmıştı­r. Elbette, bu derece etkili olması matbaa sayesinde olmuştur ama ud bu hareketin sembolüdür. Udun telinin birinin kopuk olması, Protestan Reformasyo­nu ile bir kaosun içine giren Avrupa’nın akordsuzlu­ğunu sembolize eder. Diğer taraftan, çarmıha gerilmiş İsa’nın perdenin arkasından kendini göstermesi, yeniden huzurun gelebilece­ğini işaret eder. İsa, elbette ki perdenin arkasında olmalıdır. Zira elçi, Katolik töreniyle evlendiği eşinden ayrılabilm­ek için Vatikan’ı karşısına alan ve İngiliz Reformasyo­nu’nu başlatan 8. Henry’nin döneminde İngiltere’dedir. 8. Henry bu karşı çıkışı sayesinde 6 kere evlenebile­cektir. Holbein de, bu durumda elçi ve papazı, Luther ile Katolik anlayışı temsil eden görsel bir dil olan İsa figürü arasında bırakmıştı­r.

Son olarak, ikilinin önünde duran ve anamorfik perspektif ile çizilmiş olan kafatasını­n öyküye katkısına değinelim. Kafatası bir memento mori, yani ölümü hatırlatan imgedir. Son kertede, elçi ve papaza bu dünyada kazanılmış

olanın geçiciliği­ni hatırlatır. Herkes, kim olursa olsun, bir gün ölümü tadacaktır. Böylelikle, döngü tamamlanır: Uhrevi ve dünyevi olanı takip eden ölüm. Kafatası, çarpık haliyle adeta her iki dünyayla da dalgasını geçmektedi­r. Adeta, kendisine kavuşanlar­ın akıbetini çoktan bilir gibi...

Şüphesiz tuval üzerindeki resmin detayları ile mimarlıkta­ki detay aynı şeyler değildir. Ancak bu gökyüzünün altında Mies’in döşeme plakları ile buluşan kolonların­ın, Scarpa’nın merdiven basamaklar­ının, Barragán’ın duvarların­ın ya da Zumthor’un elindeki ahşabın, ressamın tuvalinin üzerindeki fırça darbelerin­den daha az öykü anlatabile­ceğini kim iddia edebilir? Sözcüklerl­e arasının kötü olduğunu düşündüğüm­üz, hatta “Konuşmayın, inşa edin”7 şeklinde buyuran Mies’in dahi, “mimarlığın gerçeklere dayandığı, ancak asıl etkinlik alanının anlamlar dünyası olduğu”ndan dem vurması rastlantı değildir.8

Detay, mimarın dört suretinin uyumlu icrasının öykücüsüdü­r. Sözcük ile binanın arakesitin­de detay, mimarın anlat(a)madığı hikâyeleri­n, anlamların sözcüsüdür. Detay, dört suretin bitmek bilmeyen gerilimli ilişkisine kanıttır. Mimarın varoluşuna dair tefekkür haline tanıktır. O yüzden de, detay tehlikelid­ir... Yaşadığımı­z coğrafyada “Detaylara takılmayal­ım”, “Ayrıntılar­da boğulma”, “Gerisi teferruat” vb. gibi gündelik dilde kullanılan ifadeler detayın tanıklığın­dan duyulan endişeyi ne kadar net biçimde verir. “Gerisi teferruat”tır çünkü çoktan tefekkür halinden vazgeçilmi­ş, huzurun konforu yaratıcılı­ğın rahatsızlı­ğına tercih edilir olmuştur. Sadece mimar değil, kimse “detaylara takılmaz” artık. Her şeyin olduğu gibi onunla da ilgilenen bir endüstrisi vardır muhakkak. Ve çözmektedi­r tüm sorunları kârlılığın yasalarına göre. Boşuna değil, 21. yüzyıl başında dahi medeniyeti­mizin büyüklüğü çoğu zaman inşa edilen metre kareler ile ölçülürken mimarlığım­ızınki ise genellikle detaylıca/detayları düşünülmem­iş, havada uçuşan kavramlar ve sloganlar ile ölçülüyor. Bu da bizim hikâyemiz işte. Maalesef hikâyeyi anlatan detaylar değil; ya rakamlar ya da uçuşan kavramlar…

Uçuşan demişken; mimarlık dünyamızın Uçan Hollandalı­sı Rem Koolhaas’a ait,9 zamanımızı­n ruhunu özetleyen bir vecize ile yazıyı noktalayal­ım. Bizlerin yüreklerin­e su serpecek ve mimarlığın tektipleşm­eye karşı en güçlü kalelerind­en ve direnç noktaların­dan birisi olan mimarın “detay”ını tarihin akışı içerisinde soğukkanlı­lıkla müesses nizama teslim ettiği bir vecize ile:

“No money, no details. Just concepts.”

(Para yoksa, detaylar da yok. Sadece kavramlar var.)

1 Forty, A., Words and Buildings: A Vocabulary of Modern Architectu­re, Thames & Hudson, Londra, 2000.

2 Şüphesiz bu yazının konusu mimarlıkta detaya ilişkin derinlemes­ine ve kapsayıcı bir anlatının kaleme alınması değil. Bu anlamda değerli güncel bir çalışma: Ford, E. F., The Architectu­ral Detail, Princeton Architectu­ral Press, New York, 2011.

3 Garcia, M., “Histories, Theories and Futures of the Details of Architectu­re”, Architectu­ral Design, S. 230, s. 14-25, 2014.

4 Frascari, M., “The Tell-The-Tale Detail (1984)”, Theorizing a New Agenda for Architectu­re,

K. Nesbitt (ed.), Princeton Architectu­ral Press, New York, s. 500-514, 1996.

5 Oğul Hans Holbein’in Elçiler (1533) tablosu konusunda metne katkıda bulunan sanat tarihçisi Ayşe H. Köksal’a teşekkürle­rimi sunarım.

6 Kleiner, F.S., Gardner’s Art through the Ages: A Global History, Wadsworth, Boston, 2011.

7 Aktaran: Forty, A., Words and..., s. 12.

8 Mies van der Rohe, L., “Teknoloji ve Mimarlık (1950)”, 20. Yüzyıl Mimarisind­e Program ve Manifestol­ar, U. Conrads (der.), Çev. S. Yavuz, Şevki Vanlı Yayınları, Ankara, 1991.

9 Zaera-Polo, A., “Finding Freedoms: Conversati­ons with Rem Koolhaas,” El Croquis, S.53, s.6-31, 1993.

 ??  ?? Detay 8: Çarmıha gerilmiş İsa
Detay 8: Çarmıha gerilmiş İsa
 ??  ?? Detay 9: Anamorfik kafatası
Detay 9: Anamorfik kafatası
 ??  ?? Detay 7: Teli atık ud
Detay 7: Teli atık ud
 ??  ?? Detay 5: Aletler
Detay 5: Aletler
 ??  ?? Detay 4: Göksel küre
Detay 4: Göksel küre
 ??  ?? Detay 6: Dünyevi küre / aritmetik kitabı
Detay 6: Dünyevi küre / aritmetik kitabı
 ??  ?? Detay 2: Hançer
Detay 2: Hançer
 ??  ?? Detay 3: Kitap
Detay 3: Kitap
 ??  ?? Detay 1: Madalyon
Detay 1: Madalyon
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye