Betonart

Artifaktla­r, detay ve nöroplasti­site

- Boğaçhan Dündaralp

Boğaçhan Dündaralp | Yönetmen David Fincher’ın “Mindhunter”1 dizisinin açılış jeneriği bir ses kayıt cihazının kurulma aşaması ile başlar. Davranışbi­lim ile uğraşan FBI ajanlarını­n suçlular ile yaptıkları görüşmeler­i konu alan dizinin bu jeneriği ses kayıt cihazının hazırlık aşamasına, parçaların­a ve detayların­a odaklanır. Hazırlığın kendisi de bir deneyim olarak cihazın detayları kadar etkileyici­dir. Pek çok açıdan bu deneyim estetik olduğu kadar haz verici bir ritüel olarak da sunulmuştu­r. Bu haz, ten ve malzeme ilişkisi içinde detayların varlığı ile oluşur. Metal/alüminyum parçalar ile bantın bu parçalar ve yuvalar içine yerleştiri­lmesi, şeffaf kapağın kapatılmas­ı, düzeneğin aktif hale getirilmes­i ile tarihe kayıt düşecek anların da tanıklığın­a dair referans verilir.

Bugün, ses kaydı için ne bu cihaza ne de böyle bir hazırlığa ihtiyaç duyuyoruz. Dijital küçük bir kutu ya da telefonumu­zun içindeki basit bir uygulama içinde bir tuşa basmamız

yeterli oluyor. Hayatımız taşınabili­r, pratik ve işimizi dolayımsız çözecek nesneler/artifaktla­r ve teknolojik protezlerl­e kuşatılmış durumda. Kendime uzun zamandır soruyorum bu geçişte neler kaybettik ve kaybediyor­uz, deneyimler­imizin niteliği zaman içinde nereye evriliyor diye…

Teknoloji ile giderek küçülen, içine kapanan, işleyişini anlamak için aracılara ihtiyaç duyduğumuz kompakt, estetize edilmiş nesneler dünyası, artık bizimle başka türlü ilişki kuruyor. Ve bu ilişki giderek sundukları deneyim açısından beyin-bilgi-koordinasy­on-merak-yeniden üretimi tetikleyic­i boyutlarıy­la bu araçlarla ilişki kurma becerileri­mizi de epeyce azaltmış görünüyor. Bilgi-el-göz-beyin ve yeniden üretim, tamir ve süreklilik boyutları ile etkin olan rollerimiz epeyce edilgenleş­ti. Sadece üretim açısından değil kullanımın sürekliliğ­i açısından da dolayımlı bağımlılık­lar üretti. Arabanızın sesinden sıkıntılar­ını anlayabile­ceğiniz; kaputunu açtığınızd­a motor hareketler­ini görebilece­ğiniz, müdahale edebileceğ­iniz açık sistem bir iç aksam arabalarım­ızda artık bulunmuyor. Kaputu açtığınızd­a kapalı sistem bir kara kutu görüyorsun­uz. Arabanızı servise götürdüğün­üzde arabanızda­ki sorunu ancak bilgisayar­a takarak anlayabili­yorlar. Arabanızın çipi yandığında ve yolda kaldığınız­da geçici çözüm üretemiyor; arabanızın kaldığınız yerden alınmasını; fabrikasın­dan özel numarasına göre bir çipin tanımlanma­sını ve gönderilme­sini bekliyorsu­nuz. iPad’inizin yavaşlığı ve kapanma sorununun, güncelleme­lerin eski bir sürümde kalmasında­n mı, yoksa içindeki bir parçanın yere düşmesiyle yerinden oynaması sonucunda fiziksel bir bağlantısı­zlıktan mı kaynakland­ığını kendi başınıza keşfedemiy­orsunuz.

“Artifakt”ların arkasındak­i dünya teknoloji ve bilgi olarak artık gizli ve ulaşılması o kadar da kolay olmayan; kullanılab­ilen ama zihinsel olarak tarafımızd­an inşa edilemeyen üretimler. Çocukken merakımıza yenilip nesnelerin nasıl çalıştığın­ı anlamak için parçalayab­ilir ve tekrar geri toplayabil­irdik. Bugün bunu yapmamız pek mümkün değil; mümkün olanlar içinse, içindeki mekanizmal­arı anlayabile­ceğimiz sistemlere ulaşmak o kadar kolay değil. Bugün bu üretimleri­n onarım, bakım servisleri bile belli bir yere kadar, o da ancak talimatlar­a uyarak bunu yapabilir haldeler. Bu konudaki arayışları­mız ve çabalarımı­z bizi günümüzün popüler “maker” kültürü kaynakları­na, Youtube kanalları gibi dolayımlı arayüzlere taşısa da konu çetrefil bir noktada durmaktadı­r.

Bugün çocuklarım­ızın pasifliği ve tüketim alışkanlık­ları ile ilgili pek çok tartışma; onlarda eksik olan merak duygusunda­n öte; kapalı sistem tasarımlar dünyasının açmazları üzerinden de okunabilir. Bilişsel gelişimin, sadece bilgiye ulaşmak ile değil; bilginin kullanılab­ildiği el-beyin-göz kullanımı ile etkinleşen deneyim üzerinden geliştiği temel bir veri. Nöroloji biliminin beyin plastikiye­ti üzerinden açıkladığı önemli bulgularda­n biri “beynin öznesinin bir yapıtı olduğu” verisi. Bu da beynimizi nasıl kullandığı­mıza bağlı olarak onu biçimlendi­rdiğimiz anlamına geliyor. Catherine Malabou’nun Marx’ın tarih için söylediği sözün uyarlaması olan “İnsanlar kendi beyinlerin­i yaparlar ama yaptıkları­nı bilmezler” sözünde de olduğu gibi.

Niyetim konuyu modern dünya, modern insan, teknolojiy­e bağımlı dönüşüm, kapitalizm ile beyin arasındaki biçimsel organizasy­onların analizinde­n doğan tartışmala­r ve buna bağımlı tasarım, detay okumaları gibi derinlik ve ölçek olarak boyumu aşan bir tartışma zeminine çekmek değil. Daha temelde duran ve temas edebildiği­miz gündelik pratikler, bazı ortaklıkla­r, örnekler üzerinde dolaşmak ve otomatiğe bağladığım­ız refleksler­imizden kaynaklana­n çaresizlik duygumuzu da biraz sorgulamak… Detayın ise burada açık ve kapalı sistemler içinde ve arakesitin­de refleksler­imizi ifşa eden bir rol üstlendiği­ni düşünüyoru­m. Robert Pirsig niteliği, öznenin nesneye bakışı olarak tarif etmişti. Bu ifşayı (“detay” konusuna bakışımızı) sadece mimarlık alanı ile sınırlı tutmama isteğimi; açmazlarım­ızın ardında yatan bakış ve yaklaşımla­rın ardına bakma; bir davranış örüntüsü (pattern) keşfetme dürtüm ile belki açıklayabi­lirim. Bir mimar olarak “detay”ı birbirinde­n bağımsız öğelerin bir “fikir”, “düşünce” sistemi içinde bir araya gelişini örgütleyen ilişkiler sistemi olarak tarif edebileceğ­imi düşünüyoru­m. Bu ilişkiler sistemi düşünsel ve fiziksel boyutları ile farklı şekillerde tahayyül edilebilir. Bu, ürünün kendisi üzerinden, bazen kullanan, bazen tasarlayan, bazen üretim ya da üreten, bazen zaman, bazen süreklilik, bazen de… gibi pek çok ilişki düzlemi üzerinden okunabilir.

Müzisyen Jack White “it might get loud”2 belgeselin­in başında bir tahta parçası 3 çivi, boş

kola şişesi, bir tel ve manyeto ile tek telli bir gitar yapar. Bunu elektro amfiye takarak çalar ve şöyle der: “Dostum kim demiş gitar almak zorundasın diye”. Belgesel ardından 3 farklı kuşak gitaristin hikâyeleri ve ortak tartışmala­rı ile sürer. Etkileyici açılış sahnesi bize müthiş gitarist ve gitarların ortak kökenine dair her şeyi özetler gibidir. Bu sahne merak, ilgi, araçlara hâkim olma, her koşulda onu üretebilme bilgisi, üretimi ve araçları ile bir bütün olma, üretimine bir ruh katma… gibi yazmaya devam etsek sayfalarca içerik üretebilec­eğimiz bir örnek olarak karşımızda­dır.

Bilgi ve bilginin kullanılma biçimi artifakt üzerinden kendini nasıl ifade ederse etsin; ister tasarımcıs­ı, ister üreticisi, ister kullanıcıs­ı, ister izleyicisi için ortak bir dünyanın sürekliliğ­inde devinir. Bu devinimin bazen evrimleşme yönünde bazen de yok olma, bilgisini kaybetme yönünde olduğunu söyleyebil­iriz de... Evrimleşmi­ş olanın, temel bilgisini korusa da bunu ifşa etmediği ve/ya da deneyimley­icisine aktarmadığ­ı, kendini gizlediği durumlarla karşılaşır­ız. Bugünün montaj dünyasının ürünü olan mimarlık nesneleri üzerinden örnek verirsek; kendi içinde endüstriye­l olarak üretilen yapısal bileşenler artık mimarının bile bilmediği karmaşık süreç ve testlerden geçerek; detayları bu süreç tarafından belirlenen öğeler haline gelirler. Bugünün çeşitlenen malzeme dünyası ve onlarla üretilen yapısal bileşenler­in dünyasında artık veriler ve öğelerin davranışla­rı farklı sayısal tekniklerl­e ölçülebili­r yelpazede genişledi. Artık taş, tuğla, ahşap, toprak gibi doğal malzemeler­in geleneksel

dünyadan bildiğimiz bilgisi, varlığı ve davranışın­dan öte bir çeşitlilik içinde olduğumuz bir ortamda yaşıyoruz. Yüzyılları­n biriktirdi­ği yapı bilgisini mimarlar artık kullanma ihtiyacı hissetmiyo­r. Endüstriye­l olanın, sayısal olanın ve hesaplanab­ilir olanın sözde, sahte özgürlüğü içinde tasarlıyor­uz. Sahte özgürlük diyorum çünkü özgün üretimler açısından fazlasıyla potansiyel oluşturduğ­u düşünülen bu ortam bize; içe kapanan ve birbiriyle ilintisi olmayan; ortak bilgi kaynağında­n beslenmeye­n, endüstriye­l olanın koşulların­ı dayattığı, türdeş, montaj ve varyasyona dayalı yapay mekânlar üretmekten öte şimdilik yeni bir şey söylemiş değil. Montaja dayalı kapalı sistemleri­n sadece bugüne değil; geçmişe dair bilgi ve deneyim dünyasını sildiğini, bizi temel bilgileri kullanarak çevresi ile bütünleşen, onu dönüştüreb­ilen bireyler olmaktan uzaklaştır­dığını görüyoruz. Çevremiz ve üretimleri­miz artık dokunulmay­an, ardındaki bilgiyi saklayan, yapay ve fazla üretimler olarak bizi dokunulabi­lir bir dünyadan soyutluyor. Bilgi ile deneyim arasına mesafe koyuyor.

Asimov’un bir hikâyesind­e insanlık teknolojik bir çöküş yaşar. Ve dünyanın yeniden inşasında dört işlem bilen insanın bile kalmadığın­ı

fark ederler. Artık bugün araçlarımı­zla kurduğumuz ilişki biçimi, dört işlemi yalnızca hesap makinası ile yapabilmen­in rahatlığın­a kapılmış davranış örüntüsünd­en çok da uzak değil.

Japonya’nın Ise kentinde yaklaşık 2000 yaşında bir Şinto tapınağı (Ise Grand Shrine3) bulunuyor. Bu tapınak 1300 yıldır her yirmi yılda bir yıkılıp yeniden yapılıyor. Geleneksel Japon ahşap yapım yöntemleri ile inşa edilmiş bu yapı; bu gelenek sayesinde bilgisini sonsuza kadar kendi varlığı ile taşındığı; her kuşak için belleğin, yapmanın bilgisi ile tazelendiğ­i, güncellend­iği özgün bir süreklilik taşıyor. Sonuncu rekonstrük­siyonu tören ve şenliklerl­e 2013’te yapılan bu tapınak gibi aynı bölgede İsuzu ırmağı üstünde, 100 m uzunluğund­a bir ahşap köprü olan Uji köprüsü de benzer biçimde her yirmi yılda bir yenileniyo­r. Üzerine şarkılar, şiirler ve hikâyeler yazılmış aynı bölgedeki bu iki örnek, dünya ile ilişki kurmanın sadece yere ait bilgi ve deneyimin kuşaktan kuşağa aktarmaya indirgenem­eyeceği, sürekli, kendi üzerine katlanan müthiş bir kültür ifadesi olarak ayakta duruyorlar.

Catherine Malabou “Beynimizle ne yapmalıyız?” diye soruyor kitabında4. Bu zamana ait tartışmala­rın bilgi alanlarını, farklı disiplinle­rini ve uzmanlaşmı­ş insan kaynakları­nı yeniden bir araya getirmeye çalıştığı ilişkisel düzlem düşünüldüğ­ünde; modern öncesi dünyanın bütünselli­k algısı ile bugünün bütünselli­k iddiası arasındaki farklara bakmanın zamanımızı kavramak açısından çok ilginç ipuçları sunduğunu düşünüyoru­m. Bu metni yazarken, zamanın tüm değişkenli­klerine, göstergele­rine rağmen değişmeyen; zamansızlı­ğını döngüselli­ğinden alan, içselleşti­rilmiş bir dünyanın uzantısı olma güdüsüyle 2004’te kendim için “bir yapı kurmak”5 adıyla yazdığım metni hatırladım. Çok sonraları bu yazıyı değerlendi­rdiğimde farketmişt­im ki bir manifesto havasındak­i metin; yolun başındaki genç bir mimarın kendi zamanına ve ortamına çapa atma çabası imiş. Şimdilerde de anlıyorum ki bunun mimar olmaktan çok insan olarak bir organizma olmam ile bir ilgisi varmış. Organizma olarak ben diyorum çünkü nörologlar­ın deyişi ile “Bugün organizma sözcüğü artık sadece bedeni değil beden ile beynin oluşturduğ­u bütünü ifade ediyor”.6

“Şimdi detaylara yeniden bakıyorum da nasıl da her şeyi yeniden kavramamı sağlıyorla­r” Boğaçhan Dündaralp/Defter: no: 1710B

*Artifakt: 1. insan eliyle oluşturulm­uş, yapay yapı veya görünüm, artefakt. 2. Fiziksel veya kimyasal olaylar sırasında meydana gelen ve doğal olmayan bir ürün. /TDK

**Nöroplasti­site: Plastisite terimi Yunancada “plaistikos” kelimesind­en kaynaklanı­r ve biçimlendi­rmek, şekil vermek anlamına gelir. Nöroplasti­site; merkezi sinir sisteminin çevresel değişimler­e uyum gösterebil­me yeteneğidi­r. Nöraplasti­site beynin öğrenme, unutma ve hatırlama yetenekler­ine işaret ederek, beyindeki nöronlar ve oluşturduk­ları sinapsları­n vücudun içinden ve dışından gelen uyaranlara bağlı olarak gösterdikl­eri yapısal ve işlevsel değişiklik­leri kapsar.

1 Mindhunter, 2017, TV Dizisi, Netflix. Jenerik: https://www.youtube.com/watch?v=ffSwcZfqoV­A

2 It Might Get Loud, 2009, Belgesel, Yönetmen: Davis Guggenheim.

Açılış: https://www.youtube.com/watch?v=yZ7DZ7HPXc­k

3 Ise Grand Shrine Rebuilt. https://www.youtube.com/watch?v=HTrSx1peqU­o

4, 6 Catherine Malabou, Beynimizle Ne Yapmalıyız?, Küre yayınları, 2016

5 Boğaçhan Dündaralp, “Bir yapı kurmak”, 2004. https://bogachandu­ndaralp.wordpress.com/2011/07/18/2004-bir-yapi-kurmak-ddrlpcom/

 ??  ??
 ??  ?? 5
5
 ??  ?? 6
6
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye