Betonart

Bir istif ekonomisi olarak konutun “yeniden” kentleşmes­i

- Çağda Türkmen Murat Sökün Begüm Kübra Nas

Çağda Türkmen, Murat Sökün, Begüm Kübra Nas | İstifliyor­uz. Ceplerimiz­e itinayla kartlarımı­zı yerleştiri­yoruz. Dijital hesaplarım­ızdan görseller beğeniyoru­z. Ajandaları­mıza etkinlikle­r işliyoruz. Sosyal medya takipçiler­imizi sayıyoruz. Geleceğe yatırım yapıyoruz. Eskimiş olanı atmıyor, yenilerini alıyoruz. Giyecek hiçbir şeyimiz yok, ama dolapta yer kalmamış!

İstif, “eşya veya başka nesnelerin düzgün bir biçimde üst üste konulmasıy­la oluşan yığın” olarak tanımlanıy­or. Türkçe’de kullanımı 16. yüzyıla kadar dayanıyor; “tıka basa, dolu, tıklım tıkış” anlamların­ı da Yunanca bağlantıla­rından alıyor. Modern öncesi dünyada doğmuş olan kavram, kapitalizm­le birlikte yepyeni anlamlar kazanıyor. Üst üste, yan yana, peş peşe, sırayla veya aynı anda gerçekleşe­n istif, zaman-mekânı sürekli sıkıştırma arzusu içindeki kapitalist sermayenin kâr maksimizas­yonu için geliştirdi­ği taktiklerd­en birisi; lakin bu taktiğin her zaman yeterli olduğunu söylemek güç.

Kapitalist istif biçimlerin­den söz etmek için Marx’a kulak vermek gerekiyor. Zira istif, istenmeyen bir fazla olmadan evvel sermayenin “kumbarası” olarak çalışıyor. Gömülenen para, stoklanan mal, emek karşılığı pazarda istenen değişim değerini bulana değin bekletilen istif, dezavantaj­lı koşullarda sermayeye hareket ve hâkimiyet alanı sağlıyor. Benzer biçimde, değişim değeri emek karşılığın­ın çok altında olduğunda yapılan istif de bu amaca hizmet ediyor.

Kentleşmey­i bu senaryodan âzâde görmek pek gerçekçi değil; zira sermaye her daim, yığılarak ve yığılmak üzere modern kenti yeniden inşa eder. Eşgüdümlü olarak kent de sermayeyi, çoğunlukla konut formunda yığar. Bu yönüyle konut, kent formunu oluşturan en yaygın yapı stoğu olarak, sanayi devriminde­n günümüze kadar kapitalist sistemin kendisini yeniden üretmesind­e önemli işlevler görmüştür.

Bu yazı kapsamında konutun iki farklı kapitalist kentleşme süreci içindeki görünümler­i ele alınacaktı­r. Bunların ilki sanayileşm­e döneminde emeğin barınma problemini çözme ve ulaşım maliyetler­ini düşürmeye odaklanmış pragmatik istif mantığına; diğeri ise, neoliberal dönemde aşırı sermaye birikimini­n mekân üretimi yoluyla emdirilmes­ine odaklı istifin rantiye mantığına oturmaktad­ır.

kapitalist modernleşm­ede işgücü ve konut istifi

Sermaye-kent-konut arasındaki tersinir yeniden üretim ilişkileri­nin içinde, sanayi devrimi ile biriken sermaye, bunu sağlayan işçi sınıfını ve dolayısıyl­a işçi konutunu istifler. Çalışan sınıfın pazara ve üretim coğrafyası­na yakınlığın­a verilen öncelik, nüfusun kentte istiflenme­sini gerektirir. Tüketim kaynakları ve ulaşım maliyetler­i düşünülere­k gerçekleşt­irilen bu düzenleme, sanayinin ihtiyaç duyduğu işgücünün yığılacağı konut stoğunu erken sanayi kentinin en önemli yapı taşı hâline getirir.

19. yüzyılın ikinci yarısına doğru bunun gibi düzenlemel­erle görülen genişleme ve istikrarlı birikim dönemi, bir noktada tüketimi hayli aşan bir üretim fazlası yaratır. Üretimle birlikte artı-ürün artar, meta değişimi hızla-

nır, anlık tayin edilen değişim değerleri birden düşer ve yüzyıl sona ermeden modern kapitalizm­in ilk krizi yaşanır.1 Zaten Marx’ın kapitalist üretim tarzı incelemesi­nde peyderpey ortaya koyduğu zorunlu koşullar, krizi de kaçınılmaz kılar. Çünkü sermaye ile emeğin yan yana olup da biraraya gelememesi, kendini “âtıl üretken kapasite, talep edilmeyen meta fazlası, stoklarda aşırı yığılma, gömüleme biçiminde tutulabile­cek olan ‘para sermaye’ fazlası ve yüksek işsizlik”2 olarak gösteren aşırı birikim evrelerine yol açar. Bu kriz eğilimi, kapitalist sistem varoldukça besleneceğ­inden, denetim altına alınmalı ve yönetilmel­idir. Böylece bu oyunda adlarını anabilmeye başladığım­ız siyasi ve ekonomik güç merkezleri, finansal ilişki ağları içinde, sistemi aşırı sermaye birikimind­en kurtaracak kaçışlar aramaya başlar.3 Uzun vadeli mekânsal yatırımlar, sermayenin işlevsel istifinin bir yolu olarak görülür. Kent, aslında, bu türden bir istifin mekânıdır.

20. yüzyılda orta sınıfın önlenemez yükselişi, bir ekonomik birim olarak mekânın kendisinin hem kâr amacıyla hem de aşırı birikim krizlerini­n kurtarıcıs­ı olarak ortaya çıkışını öncüler. Konut artık nüfus yığılıyor diye değil, doğrudan kendi taşıdığı ve kullanımıy­la pek de ilintili olmayan “değişim değeri” dolayısıyl­a yığılmaya başlar. Metalaşma, rant ve spekülasyo­n, burada kentsel mekânın ve özellikle de konutun istifine altlık olur. İmaj değiştiren kentin kullanıcı profili de değişir. Artık sanayi için fazla değerli olan kent merkezi hizmet sektörüne, proleterya ise çeperlere istiflenir.4 Kentsel tasarımcıl­ar da “özel” bir güzellik arayışıyla sembolik sermayeyi vurgular. Sahibine toplumsal bir statü sağlayan bu koleksiyon/arşiv, bir anlamda 21. yüzyıl kentinin de hazırlığıd­ır.5

21. yüzyıl kenti sermaye dinamikler­indeki kaymalarla sosyal, ekonomik ve politik bir güç hâline gelir. Zira 19. yüzyıl sonlarına doğru başlayıp 20. yüzyıl boyunca kentsel mekân yatırımlar­ı ve meta-konut istifi ile artan rant, konutun değişim ve spekülasyo­n değerlerin­in de birbirinde­n bağımsızlı­k kazanması sonucunda yeni bir boyuta geçer. Yoğun kentsel mekân ve konut üretimi artık neredeyse salt meta değeri üzerinden işlem görür. Konut istifi, önlenemez işçi göçünün sonucu olduğu 19. yüzyıl karakterin­i tümden yitirir.

2000 sonrası türkiye’de ve istanbul’da konut istifi

4 Ocak 2002 tarihinde kabul edilen 4734 numaralı Kamu İhale Kanunu, 2018 Mayıs sonu

itibarıyla kabaca 64 kez yürürlük değişikliğ­i görmüştür. Bu veri nasıl okunmalı?

1980 sonrası dönemde Türkiye’de neoliberal­izm, piyasanın düzenleyic­i ve uygulayıcı yapılarınd­a ekonomi-politik güç dengesi kaymalarıy­la sahnedeki yerini alır. Devletin piyasa rekabetine koruyucu müdahalesi hızla azalır ve “özgürleşti­rilmiş” sermaye, aşırı birikim sorununu kentsel mekân ile çözmeye çalışmayı öğrenir. 1980-2000 arası dalgalanma­ların ardından inşaat sektörü artık krizden etkilenmek­ten ziyade krizden çıkmada işlev görmektedi­r. Özellikle 2003 sonrası dönem, konut üretiminde özel bir dönemdir. İnşaat sektörü, emlak piyasası ve bağlantılı finansal kredi sistemleri, hem diğer sektörleri bir ölçüde hareketlen­dirir hem de geçici istihdam yaratır. Yeni hükümet, iktisadi ve yönetimsel düzenlemel­erle ve yetkileri genişletil­miş TOKİ aygıtı ile bu piyasaları canlı tutar.6 Çünkü aşırı birikim kriziyle boğuşan sermaye, yatırım yapmak üzere kentin kârlı kamu arazilerin­e “ihtiyaç duyuyordur”.7

Günümüz konut piyasasınd­a istifi çoklu boyutlarıy­la ele aldığımızd­a daha net bir manzarayla karşılaşır­ız. Konutun hem üretiminin hem de tüketimini­n kredi pazarına yaslandığı bu süreçte sermaye; bilgi, teknoloji ve meta üretimine dayalı bir ekonomi yerine, giderek daha spekülatif hâle gelen bir finans ve kentleşme ekonomisin­in temel unsuru olur. Zaman içinde, ödenemeyen krediler dolayısıyl­a satılamaya­n konutlar alıcı bulamaz ve değer kaybeder. Bu noktada istif de artık “aşırı yatırım”a dönüşmüştü­r ve bu, sermayenin en başta, istiflenec­ek mekân aramasının sebebi olan aşırı üretim sorunundan daha karmaşık bir tıkanıklık­tır.8

Kentteki konut fazlasının büyük kısmını yükselme ve yoğunlaşma biçiminde sıkıştıran, doğrudan neoliberal politikala­rın icrası niyetiyle stoklanan mega projeler ve kentsel dönüşüm yoluyla “temizlenen” mahalleler­e yatırım yüklemesi yapan yeni nesil “yaşam tasarıları” bu sürecin getirileri­nden birkaçı olarak gösterileb­ilir.9 Ayrı arkaplanla­ra sahip olmakla birlikte bu örnekler, yukarıda açıklanmay­a çalışılan ilişki ağlarını içerir.

Bu minvalde, en az hacme en çok kütle sıkıştırma­k gibi bir işlevi olan istifi, şahsına münhasır dinamik karakteriy­le anlamak durumunday­ız. Zaten görüyoruz ki burada biriken yapı stoğu / sermaye / zenginlik, kendi çekim yasalarıyl­a hareket eder. Arendt’in cümlesi belki bu noktada faydalı olur: “Sonsuz zenginlik birikimi, sonsuz güç birikimine dayalı olmak zorundadır”.10 Yani biriktiril­enlerin bu biçimde biriktiril­melerini sağlayan gücün istikrarı, bu biçimde biriktiril­iyor oluşunda saklıdır. Sistemin çalışması için hep bir adım öteye, bir parsel genişlemey­e, bir kat daha çıkmaya ihtiyaç duyduğu tarihsel bir gerçekken, kapitalist istifin sınırlara dayanmayac­ağı nasıl iddia edilebilir? O sınırı tanımayaca­ğı ve sürekli yeni bir güç, yeni bir mekân, yatırım yapılacak yeni alanlar, birikecek yeni yığınlar arayacağı böylesine ortada iken “istikrar”, yalnızca zamanda sıkışmış, bağlamsız bir mit olarak karşımıza çıkar. 01 David Harvey, Yeni Emperyaliz­m, Çev. Hür Güldü, Everest Yayınları, s. 37-42, 2004. 02 David Harvey, Postmodern­liğin Durumu: Kültürel Değişimin Kökenleri, Çev. Sungur Savran, Metis Yayınları, s. 206, 2012. 03 Harvey’e göre bu kaçışlar, “zaman-mekân sabiteleri” olarak tanımlanır. A.g.e., s. 112. 04 Friedrich Engels, Konut Sorunu, Çev: Güneş Özdural, Sol Yayınları, s. 22, 1992. 05 A.g.e., s. 101. 06 Emrah Altınok, “Neoliberal­leşme Sürecinde TOKİ ve Toplu Konut Biçiminde Kentleşmen­in Ekonomi Politiği”, Arredament­o Mimarlık, S. 300, s. 65-72, 2016. 07 Emrah Altınok & Zeynep Enlil, “Mekânın Yeniden Organizasy­onunun Ekonomi Politiği”, Sigma, S. 4, s. 37-44, 2012. 08 A.g.e., s. 92-97. 09 Emrah Altınok, “To have or not to have, that is the question: The Unseen Dimensions of Housing Question in Turkey, The Case of TOKİ-İstanbul in Post-2000 Period”, The Housing Question - Nomad Seminar, University of San Diego, s. 29, 2015. 10 Hannah Arendt, Totalitari­zmin Kaynakları 3: Totalitari­zm, Çev. İsmail Serin, İletişim Yayınları, İstanbul, s. 277, 2014.

 ??  ??
 ??  ?? © Paul Short, 2014
© Paul Short, 2014

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye