Zıtlıkların ötesinde bir süreç: yeni-eski ve yıkım-yapım
Eren Can Altay, Yeşim Hafize Desticioğlu, Ezgi Yılmaz | Yıkım ve yapım birbirini takip eden ve bir noktada birbirine dönüşen kavramlardır. Her yıkım bir yapım ve her yapım da bir yıkımdır. Schumpeter1, bu durumu eskinin sürekli yıkımı gerçekleşirken bir yandan da sürekli bir yeni oluşumu olarak dile getirir. Yıkım, çoğunlukla büyük kırılma noktalarını çağrıştırsa da bir otoritenin anlık uygulamalarının ötesinde durumların veya olayların birikmesiyle mümkün olur. Toplumun, normların dışına çıktığı her an, birer kırılma noktası olarak tariflenebilir. Bu kırılma noktaları tek bir perspektiften ziyade ekonomik, toplumsal ve siyasal karakterlerde olabilirler. Farklı perspektiflerin bulunması ve tek bir fiziksel objede barınabilmesi yıkım işleminin zamana yayılmasına ve farklı nitelikler kazanmasına neden olmaktadır. Yıkımın bu ikili yapısı, kapitalist sistemin sürekliliği için yıkımın kaçınılmaz oluşuyla, sistem karşıtı kuvvetlerin birarada oluşuna denk düşer.
Schumpeter’e2 göre, “yaratıcı yıkım gelişimi” kapitalizmin temelidir ve her kapitalist girişim bu yıkım sürecini yeniden üretir. Kapitalist sistemin devamlılığını sağlayan “yaratıcı yıkım”, yeniyi de üretecek ve bu sayede yıkım ve yapım birbirinden ayrılamayacak bir ikiliğe dönüşecektir. Birbiriyle zıtlık ilişkisi kurmaktansa döngüsel bir devamlılık sürecine girecek yapım-yıkım süreçleri dikotomik bakış açısını kendiliğinden yıkacaktır. Yıkım, yeninin ön koşulu ve aynı zamanda sonuç ürünü olur. Bu yönüyle kapitalist sistemin vazgeçilmez bir unsuru hâline gelir; zira yeni düşünceler, yeni ürün ya da metalar bir öncekinin yıkımıyla mümkün olmaktadır.
ABD’de “Kükreyen Yirmiler”in (Roaring Twenties) spekülatif piyasaları, 1929 krizi ile birlikte yerini büyük bir yıkıma bırakmıştır. Kapitalist sistem, tarihin en yıkıcı krizlerinden biri olan bu krizden deri değiştirerek çıkmış ve yepyeni bir politik-ekonomik düzene -Refah Devleti’neevrilmiştir. Bu dönemde kapitalist sistem, “kâr oranlarının düşme eğilimi” ile baş edebilmek için “tüketim kültürünü” inşa etmiştir.3 Yeniyi kuran bu yıkım, sistemi 1970’lere kadar idame
ettirmiş; ancak kapitalist sistem doğası gereği yeni bir yıkıma daha ihtiyaç duyarak yıkımyapım döngüsünü devam ettirmiştir.
1973 Kriziyle birlikte sosyal harcamalarla alınan önlemin aşırı birikim için çare olamayacağı görülmüştür. Bu durum yeni coğrafyalar arayışını doğurmuştur. ABD-Avrupa merkezli sermaye, sanayi bölgelerini az gelişmiş ülkelere kaydırarak finans ekonomiyi ön plana almıştır. Bu doğrultuda kent merkezleri yeniden organize olmuştur. David Harvey, yapım-yıkım döngüsünün sürekliliğini mümkün kılacak bir faktör olarak, Schumpeter’den farklı bir bakışla “yaratıcı yıkım” kavramını kentlerin dönüşüm sürecine adapte etmiştir.4 Örneğin, İngiltere’nin sanayi merkezi Doclands, Tokyo karşısında güçlü bir finans merkezi yaratmak için yeniden yapılandırılmıştır. Kentsel dönüşüm alanı olarak tanımlanan bu bölgedeki eski endüstri yapılarına otel, mağaza, müze, okul gibi fonksiyonlar verilmiştir. Bölgenin finans gücü Silvertown ise içinde özel bir havalimanı bulundurması sayesinde ekonomiye fiziksel olarak da eklemlenebilmiştir. Kent merkezlerinin finans odağında değişimi, Türkiye’de de benzer bir seyir izlemektedir. Haliç bölgesinin “desantralizasyonu” ve kâr odaklı yeni projelerin yapımı, yeni dönemin neoliberal politikalarının izdüşümleri olarak okunabilir.
Kapitalizmin tarihinde çokça karşılaştığımız “altyapı-üstyapı”5 etkileşimleri, yıkım-yapım ilişkisinde olduğu gibi dinamik hâldedir. Global eksende ekonomik krizlerin yarattığı kırılmalar köklü değişimlere sebep olmuştur. 1973’te olan bu küresel değişim, etkisini Türkiye’de 1980 darbesi ve sonrasında olan değişimlerle göstermiş; hem altyapısal hem de üstyapısal değişimlerin oluşmasını sağlamıştır.6
Buraya kadar aktarılan tarihsel ve kuramsal çerçeve içinden Türkiye’nin ve özelde büyük kentlerin geçirdiği dönüşümlere bakıldığında, yapım-yıkım süreçlerinin hem mekânsal hem de ideolojik düzeylerdeki karşılıkları okunaklı hâle gelmektedir. Türkiye’nin neoliberal politikalara adaptasyonunda İstanbul ön plana çıkmakta ve kent yıkılıp yeniden inşa edilerek yeni yatırımlara açık hâle getirilmektedir. İstiklal Caddesi’nin kültür ve eğlence merkezlerinin yerlerine açılan mağazalar, İstiklal Caddesi ve Taksim’in bir kültür merkezi olduğu düşüncesini yıkarak, alışveriş merkezi olduğu düşüncesini inşa etmiştir. Bu bağlamda altyapı ve üstyapı arasındaki ilişki birbirlerini yıkmakta ve yapmaktadır. Hangisinin daha önce olduğu değişkenlik gösterse de, ideolojik yıkımyapım ve ekonomik yıkım-yapım birbirlerini takip etmektedir.
İstiklal Caddesi’nin dönüşümüne paralel olarak, Tarlabaşı’nın soylulaştırılmasını da bir yaratıcı yıkım süreci olarak okumak mümkündür. Bu koşullarda, kent merkezinde yer alan Tarlabaşı’nın kentin düşük gelirli, hatta “sınıfaltı yoksullarını” ve “ötekilerini” barındırması mümkün değildir. Kentsel yenileme alanı ola-
rak ilan edilen bu bölgedeki yapılar, “ekonomik olarak eskidiği” için yıkılarak, bölgeye kentin ekonomik değerini artıracak yeni yapılar inşa edilmektedir. Bu bağlamda Taksim ve çevresinin dönüşümünde İstiklal Caddesi, Tarlabaşı ve son olarak da AKM’nin yıkımı, “yaratıcı yıkım” sürecinin farklı örnekleri olarak okunabilir.
AKM’nin 2008 yılından beri âtıl bırakılması, yıkımının normalleştirilme ve unutturulma politikasının bir parçasıdır. Bu politikaların sonucunda oluşan simgesel ve ideolojik düzeydeki (üstyapısal) yıkım, maddi olarak yapının kendisinin yıkımına (altyapısal) imkân sağlamaktadır. Aslında yıkılmaya çalışılan, yapının fonksiyonundan ziyade “Cumhuriyetçi, elitist seküler” ideolojinin simgesidir. Mevcut politikalar, İstiklal Caddesi’nin kullanıcı kitlesinin değiştirilmesini hedeflemiştir. Süreç, sosyal ağların değişmesi ile gelişmiş ve fiziksel yapıların yıkımı ve inşasıyla devam etmiştir. Haydarpaşa, Demirören, Narmanlı Han vb. birçok örnekte de inşaat sürecinin gereğinden fazla uzatılarak, yapıların toplumsal hafızadan silinmesi stratejisi; üstyapıdaki değişimi altyapıdaki yıkımın öncülü hâline getirmektedir. AKM de benzer bir şekilde önce imgesinin yıkımı, daha sonra da bizzat kendisinin (maddi varlığının) yıkımı ile karşı karşıya kalmıştır.
Gezi Direnişi süresince önemli bir rol üstlenen AKM, insanların isyanlarını dile getirdikleri, pankartlarını astıkları bir vitrin olmuştur. AKM dendiğinde artık birçok insanın hafızasında bu fotoğraf canlanmaktadır. AKM isyanın yüzü olarak yeniden inşa edilmiş; ancak bu kez elitist-ulusalcı bir ideolojinin değil, geniş bir sol ideoloji yelpazesinin temsili hâline gelmiştir. Yıllardır âtıl bırakılan ve çürümeye terkedilen yapı, uzun zaman sonra yeniden mekânsal bir temsiliyet figürü olarak karşımıza çıkmıştır. Rutin hayattan soyutlanan AKM, geçici süre de olsa politik yaşamın merkezine oturmuş ve günlerce bu şekilde görünürlük kazanmıştır. İktidar, geniş bir tabanda karşılık bulan bu yeni muhalif temsili daha “tehlikeli” bulmuş ve bu sebeple AKM’nin yıkımı kaçınılmaz hâle gelmiştir.
Korhan Gümüş’e7 göre eski yapının yıkımı, yenisinin oluşmasının bir koşulu olmuş ve yıkım-yapım işlevi eş zamanda yapılarak kamusal alan bir tiyatro sahnesine dönüşmüştür. Politik bir simge olan Taksim Camisi ve ideolojik olarak karşıt figürü olan eski AKM aynı zamanda aynı meydanda bulunamayacağından AKM’nin yeniden inşası kaçınılmaz hâle gelmiştir. Bu doğrultuda AKM’nin ideolojik yıkımının sonrasında gelen fiziksel yıkımı ise altyapıyı etkileyecek olan üstyapı dönüşümünün net bir göstergesidir. AKM’nin yıkımı sadece bir binanın yıkımından ibaret değildir. Öncesinde devlete ait (kâr amacı gütmeyen) bir kültür-sanat kurumu olan AKM’nin yerini, özel sermayeye kâr getiren bir kuruma bırakması neoliberal bir yıkım olarak tariflenebilir. Eski AKM’nin yerine yapılacak yeni AKM, eskisi gibi kültür işlevine sahip ve hatta tasarım olarak (en azından cephe temsilinde) eskisine çok benzer olduğu hâlde, esasen yeni bir ideolojik zemine oturmaktadır.
Özetle, yıkım-yapım ilişkisi birbirini doğuran, zıtlıkların ötesinde bir sürece tekabül etmektedir. Kapitalist sistemin kendisini sürekli olarak yeniden üretiyor olması bu sürecin yapısal kaynaklarını anlamamızı sağlar. Bu yeniden üretim süreci, altyapı ve üstyapının dinamik ilişkisi içinde gerçekleşir. Kimi zaman ideolojinin yıkımı maddi bir yıkıma önayak olurken; kimi zaman da maddi bir yıkım ideolojik yıkımlara kaynaklık eder. Yıkım, inşanın bir zıddı değil, inşa sürecinin bir parçası olarak varlık bulur. “Yeni”, sadece yaratılan bir fenomene referans vermez; aynı zamanda biten, yıkılan, devrilen ya da dönüşen bir durumu tanımlar. İmge yıkılır, düşünce yıkılır, mekânlar yıkılır ve bu bir döngü oluşturur.
1 Joseph A. Schumpeter, Capitalism, Socialism and Democracy, Taylor & Francis e-Library, 2003. 2 A.g.e. s. 83 3 Manuel Castells, The Economic Crisis and American Society, Princeton, Princeton University Press, New Jersey, s. 36, 2014. 4 David Harvey, Umut Mekânları, Metis Yayınları, İstanbul, 2008. 5 Marx’a göre altyapı ve üstyapı toplumsal ilişkileri belirleyen iki ana unsurdur. Altyapı, üretim ilişkilerini belirleyen maddi koşullar olarak tanımlarken; üstyapı, toplumun ideolojik yönelimlerini ortaya koymaktadır. 6 Harvey, Yeni Emperyalizm adlı yapıtında, bu dönemde ekonominin global ölçekte tutarlı bir yapıda olması, ABD desteğiyle birçok ülkede askeri darbelerin kurgulanmasını gerektirdiğini ifade eder. 7 Korhan Gümüş, XXI, https://xxi.com.tr/i/akmyikonusturmak-akm-bize-ne-soyler, Son erişim: Mayıs 29, 2018.