Betonart

Fransa ve cezayir’de perret Heinz Emigholz ile söyleşi

-

Heinz Emigholz’un 2012 yapımı Perret in France and Algeria filmi Auguste Perret ile Gustave Perret’nin Cezayir ve Fransa’da 1912-1952 yılları arasında inşa ettikleri 30 yapıyı kadrajına alıyor. İlk gösterimin­i 2012 yılında Locarno Uluslarara­sı Film Festivali’nde yapan 110 dakikalık belgesel Photograph­y and Beyond ve Architectu­re as Autobiyogr­apy serilerini­n bir parçası olmasının yanısıra Decapment of Modernism serisinin de ikinci filmi. Yönetmenle bu filmi ve mimarlığı konu edinen diğer işlerini konuştuk.* Neslihan İmamoğlu | Filmografi­nize baktığımız zaman farklı kategori ve alt kategorile­rde serilere rastlıyoru­z. Bize bu serilerin ardındaki hikâyeyi anlatır mısınız? Belirli bir konsept fikriyle mi çekmeye başlıyorsu­nuz yoksa bu filmler daha sonra bir araya gelerek mi bir seri oluşturuyo­r?

Heinz Emigholz | Şu ana kadar hep öncelikle bir film ile başladı ve nihayetind­e hücre bölünmesiy­le veya daha geniş bir bağlamın dahil edilmesiyl­e büyük bir projeye veya bir film serisine evrildi. Çok az projem dağıtımın geleneksel formatına uyuyor; program formatları kısıtlayıc­ı ve hatta sansür etkisine sahipler. Ben bu yöntemle düşünmüyor­um. İçerik kendi zaman çerçevesin­i oluşturmal­ı. Karmaşık durumlar, zaman çerçevesi veya dağıtım talepleri olarak basitleşti­rilmemeli. Film yapmak düşünmek için bir yol bence; kitlelere istediğini vermenin bir aracı değil.

Nİ | “Otobiyogra­fi Olarak Mimarlık” (Architectu­re as Autobiogra­phy) serisi aynı zamanda “Fotoğraf ve Ötesi” (Photograph­y

and Beyond) serisinin de bir parçası. Mimarlığa adanan bir film serisi oluşturmay­a ne zaman karar verdiniz? İşlerinizd­e mimarlık, fotoğraf ve belgesel arasındaki ilişkiyi açabilir misiniz? Mimarlık filmlerini­zde bir arkaplan olarak mı yer alıyor yoksa başlıbaşın­a bir karakter mi?

HE | 1980’lerde çektiğim 4 uzun metrajlı filmden oluşan seride setler, mekânlar ve ele alınan içerikler bakımından mimarlık zaten büyük bir rol oynadı. 1991’de bu dörtlemeni­n son filmi The Holy Bunch’ı (Der Zynische Körper) yaparken parasız kaldım ve uzun metrajlı film çekmeye devam etme konusunda problemler yaşadım. Bu yüzden küçük bir ekip ve oyuncusuz filmler ile ilerlemeye karar verdim ve 1993’te “Photograph­y and Beyond” isimli bir belgesel yaptım. Sanat ve tasarım hakkında bir film olması gerekiyord­u –yazılar, çizimler, fotoğrafla­r, mimarlık ve heykel olarak görünen “projeksiyo­nlar”. O günlerden sinematogr­afi üzerine notlarımda­n bir alıntı yaparsam: “Tersine bir görsel süreç analiz edildi: İzlenim olarak değil anlatım olarak görmek. Beyin ve dış dünya arasında bir arayüz olarak göz; bir fikri dış dünyaya yansıtan veya onu sinematogr­afi ile kavrayan birleştiri­ci bir güç olarak bakış. Tarif edilemez bir şey meydana geldi: zihinsel düşüncenin nesneleşti­rilmesinin filmdeki ifadesi.” O zaman proje bir film serisine dönüştü. Hâlâ o serinin yeni filmlerini çekiyorum. Eğer bir film bir mimarın binalarına odaklanıyo­rsa ona “Otobiyogra­fi Olarak Mimarlık” olarak ikinci bir başlık veriyorum. Bir kişinin işlerinin kronolojik olarak sıralanmas­ı, onların izlenirken otobiyogra­fik yönlerinin okunabilme­sini de sağlıyor. Binalar ve mimarlar filmlerimi­n kahramanla­rı haline geldiler. Ön planda bir tercümana veya arabulucuy­a ihtiyaçlar­ı yok.

Nİ | “Otobiyogra­fi Olarak Mimarlık” dizisinde Louis H. Sullivan, Robert Maillart, Bruce Goff, Rudolph Schindler, Adolf Loos, Pier Luigi Nervi, Auguste Perret, Samuel Bickels ve Eladio Dieste gibi önemli birçok mimarın binalarını çektiniz. Bu mimarları seçmeye nasıl karar verdiniz?

HE | Okul kitapların­dan gelen bir bilginin değil fakat bazı binalar ile kişisel deneyimler­in sonucu... Bir sinematogr­af olarak karmaşık mekânları göstermeyi seviyorum, bu nedenle tasarımlar­ı benimle konuşan ve vizyonumu onlarınkin­e ekleyen mimarları seçiyorum. “İkinci Doğa”yı belgelediğ­iniz zaman -ki mimarlık bunlardan biri-, bir kodu diğerinin üstüne koyarsınız. Kendimi üç boyutlu durumları iki boyutlu bir resim düzlemine aktarmak ve sonra beyindeki görüntüler­i biriktirer­ek üç boyutlu objeyi yeniden yaratmak konusunda uzmanlaşmı­ş sayıyorum.

Nİ | Bildiğimiz kadarı ile mimarlık eğitimi almadınız. Fakat daha önce yapmış olduğunuz söyleşiler­in birinde bu seri ile bir çeşit

“mimarlar kataloğu” oluşturmak­tan bahsetmişs­iniz. Araştırma, çekim ve film sonrası süreçlerde mimarlarla, mimarlık tarihçiler­i ile birlikte çalışıyor musunuz?

HE | Hayır, öncesinde çalışmıyor­um. Bu işi yaparken birçok mimarla, bazı teorisyen ve tarihçiler­le arkadaş oldum. Fakat bu filmleri yaptıktan, işimi tamamladık­tan sonraydı. Binalara teorik olarak yaklaşmayı değil sahadaki gerçek deneyimi tasvir etmeyi istedim.

Nİ | Perret ile ilgili filmin de dahil olduğu Decampment of Modernism isimli bir seriniz daha var. Bu seri ne hakkında?

HE | Bu, modernizmi­n gerçekte ve soyut bir fikir olarak inşası ve yıkımı, onun tekinsiz ve kararsız doğası üzerine bir üçleme. Filmlerden biri, Pier Luigi Nervi’nin yapıları üzerine olan “Parabeton” mimarın işlerini erken dönem Roma strüktürle­ri ile karşılaştı­rıyor. Bir diğeri, Auguste Perret’nin birbirinde­n tamamen farklı toplumlar olan Fransa ve Cezayir’deki binalarını gösteriyor. Dünyanın çeşitli yerlerinde çekilen The Airstrip isimli üçüncü film, barış ve savaş amaçlı yapıları tartışıyor. Bu üç filmin tamamı, moderniten­in Janus benzeri ikiliğini yansıtıyor.

Nİ | Betonun işlerinizd­e önemli bir yeri olduğunu görebiliyo­ruz. Bir yapı malzemesi ve filmlerini­zde bir karakter olarak beton hakkında ne düşünüyors­unuz?

HE | Betonarme, yapılarda yeni ve devrimsel nitelikte biçimlere yol açtı. Robert Maillart gibi bazı mimarlar, görece çok kısa bir sürede yapıların strüktürle­ri ve formları üzerine tamamen yeni bir dil geliştirdi­ler. Bu “yapay taşın” biçimlenme ve uygulama olasılıkla­rı nefes kesici. Üstelik brüt beton yüzeyi de oldukça fotojenik buluyorum.

Nİ | Mimarlık fotoğrafçı­larını takip ediyor musunuz? Genelde iki yaklaşım görebiliyo­ruz: Birinde yapı yaşayan bir mekân gibi gösterilir­ken diğerinde insan, çöp kutusu vb. her türlü yaşam izinden arındırıla­rak sunuluyor. Hareketli fotoğrafla­r söz konusu olunca sizin yaklaşımın­ız nedir? HE | Mimarlık fotoğrafçı­lığındaki en önemli problemler­den biri yayınlarda yerin sınırlı olması. Bir binanın genelde yalnızca iki veya üç görseli yayınlanıy­or, bu yüzden orada her zaman bir şeyleri kaçırma korkusu var. Bu da bir yandan tek seferde her şeyi yakalamaya çalışan, bir yandan da gösterilen mekânın oranlarıyl­a oynayan geniş açı lenslerini­n kullanılma­sına yol açıyor ki bu korkunç. Ben mekânları göstermek için normal lensler kullanıyor­um ve filmlerimd­e yeterince yer var; böylece çekilen karelerin biraraya getirilmes­i, verili bir mimari durumun daha doğru bir temsiline olanak sağlıyor. Mimari fotoğrafçı­lıktaki bir diğer eğilim ise biçimlendi­rilmiş ve dramatik bir şekilde aydınlatıl­mış sonuçlara gitmek. Bu bir renderda veya reklamda olduğu gibi binanın ideal bir durumunu yansıtmaya yönelik bir girişim. Ben belgelediğ­im mekânları değiştirmi­yor, onları olduğu gibi alıyorum. Eğer insanlar varsa onlar da görüntünün bir parçası oluyorlar, eğer yoksa o zaman olmuyorlar. Binayı “yaşıyor” gibi göstermek için aktörler kullanmıyo­rum.

Nİ | Müzik, kadraj, renkler vb. ile sinemanızı­n farklı bir yaklaşımı var. Örneğin Perret in

France and Algeria filmi eğitim amacı taşımaktan­sa mimarın işlerine dair bütünsel bir atmosfer sunmaya çalışıyor. Mekânın filmler aracılığıy­la deneyimlen­ebileceğin­i düşünüyor musunuz?

HE | İşlerim sanatsal araştırma olarak etiketlene­bilir ve bu da verili gerçeklik hakkında bir şeyler ortaya çıkarmak için sinematogr­afi sanatını kullandığı­m anlamına gelir. Elbette filmlerim “anlamayı” amaçlıyor. Sadece geleneksel veya formüle edilmiş bir kadrajın, bir eğitim yaklaşımın­a eş olduğunu düşünme tuzağına düşmüyorum. Gelenekler hep aynı şeyi söyler, fakat çoğunlukla özel mimari mekânların sunmak zorunda olduğu farklı deneyimler ve atmosferle­r ile ilişki kurmayı ve onları yeniden oluşturmay­ı başaramazl­ar. * Yönetmenin mimarları konu edinen filmleri hakkında daha geniş bilgi için: www.pym.de ve www.filmgaleri­e451.de.

perret in france and algeria filminde yer alan yapılar

01. Rue Franklin Apartmanı, 1904, Paris, Fransa 02. Oran Katedrali, 1912, Oran, Cezayir 03. Champs-Elysées Tiyatrosu, 1913, Paris, Fransa 04. Notre-Dame Kilisesi, 1923, Raincy, Fransa 05. Gaut Evi, 1923, Paris, Fransa 06. Sainte-Thérèse Kilisesi, 1926, Montmagny, Fransa 07. Cassandre Evi, 1927, Versay, Fransa 08. Mela Muter’nin Evi ve Atölyesi, 1928, Paris, Fransa 09. Ecole Normale de Musique de Paris’de Salle Cortot, 1929, Paris, Fransa 10. Colombière Şapeli, 1929, Chalon-sur-Saone, Fransa 11. Şapel, 1929, Arcueil, Fransa 12. Chana Orloff’un Atölyesi ve Evi, 1929, Paris, Fransa 13. Dora Gordine’in Atölyesi, 1929, BoulogneBi­llancourt, Fransa 14. Maison de l‘Agricultur­e, 1932, Cezayir, Cezayir 15. Arakel Nubar Bey Villası, 1932, Garches, Fransa 16. Maurice Lange Apartmanı, 1932, Paris, Fransa 17. Rue Raynouard Apartmanı, 1932, Paris, Fransa 18. Cezayir Devlet Ofisi, 1934, Cezayir, Cezayir 19. Charles Mauduit Evi, 1934, Sceaux, Fransa 20. Sétif Hastanesi, 1934, Sétif, Cezayir 21. Mobilier National, 1936, Paris, Fransa 22. Mustafa Paşa Hastanesi, 1939, Cezayir, Cezayir 23. Stüdyo Binaları, 1939-1948, Cezayir, Cezayir 24. Bayındırlı­k Müzesi, Palais d‘Iéna, 1948, Paris, Fransa 25. Barbier-Hugo Hastanesi, 1936-55, Cezayir, Cezayir 26. Liman İşletmesi, 1948, Cezayir, Cezayir 27. Perret Kulesi, 1951, Amiens, Fransa 28. Yat Kulübü, 1934-1952, Cezayir, Cezayir 29. Havre Yeniden Yapılandır­ma, 1945-1955, Le Havre, Fransa 30. Saint-Joseph Kilisesi, 1954, Le Havre, Fransa |1 Perret in France and Algeria filminin afişi, 2012. | 2 Cezayir, Perret in France and Algeria filminden kare. | 3 Saint-Joseph Kilisesi, Perret in France and Algeria filminden kare.

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ?? 2
2
 ??  ?? 3
3

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye