Perret’nin mimarlık üzerine düşünceleri Derleyen: Alp Sunalp
mimarlık nedir?
“Benim sözlüğümde mimarlık, yapıları inşa etme sanatıdır. Demek ki mimarlık her şeyden önce bir inşaattır. Eğer yapı iyi inşa edilmemişse, ortaya çıkan etki ne olursa olsun, mimari bir eserden söz edilemez. Ancak bu şart gerekli olsa bile yeterli değildir.
Yeterli ve gerekli olan şart birkaç kelime ile Fénelon’un Fransız Akademisi’ne katılış konuşmasında ifade edilmiştir. Fénelon bir söylevin güzelliği hakkına konuşurken şöyle der: ‘Bir yapıda, sırf süslemeye yönelik hiçbir parça kabul edilmemeli, her zaman güzel orantılar hedeflenerek, yapıyı ayakta tutmak için gereken tüm öğeler süslemeye dönüştürülmelidir”.1 “Mimarlık ile kolektif ihtiyaçlar arasındaki ilişkiler üç bakış açısı çerçevesinde düşünülebilir, bunlar aynı zamanda bir mimarın yeni bir projeye giriştiğindeki bakış açılarıdır.
1. Mimar, söz konusu hangi dönem olursa olsun yapıların dayanıklılığını ve ahengini yöneten bazı değişmez kaidelere boyun eğer. 2. Mimarlıkta, belirli bir dönem ve yerde, o dönemi ve yeri tanımlayan malzemeler vardır. Bunların kullanımı, mimariye etki eden ve ikinci bir kaideler kümesini oluşturan teknik kurallar doğrultusunda gerçekleşir. 3. Mimarlık kullanıcının ihtiyaçlarını tatmin etmek zorundadır. Mimara bir yapının siparişini veren kişi ya da topluluk aynı zamanda ona bir programa uyma zorunluluğu getirmiş olur. Bu program, yerlere, dönemlere ve amaçlara göre değişken olup üçüncü bir kaideler kümesi oluşturur.
Böylece tüm sanatların arasında, yapı yapma sanatı maddi şartlara en bağımlı olanıdır, ancak bu şartlardan bazıları doğal ve kalıcı,
diğerleri ise geçicidirler. Dayanıklılık kuralları, atmosferik değişiklikler (güneş, yağmur, rüzgar, toz, ısı değişiklikleri), optik aldanmalar, bazı çizgilerin evrensel ve ebedi anlamları ve malzemelerin doğası kalıcı şartları oluşturur. Malzemeleri, fiyatları, zorlukla ya da kolaylıkla çalışılabilir olmaları, yapının hangi amaçla yapıldığı, kullanımları, yönetmelikler, moda geçici şartları ortaya koyar.
Yapı geçici şartlardan daha çok kalıcı ve doğal şartlara ne denli az tabi olursa o oranda daha az eskiyecektir.
Bazıları mimarinin yararlılığa tabi olduğunda sanat olmadığını, ancak anıt veya mezar konusunu ele aldığında o boyuta ulaşabileceğini iddia ettiler; öyle olsa bile, malzemenin seçimi, yerleştirilişi ve ele alınış biçimi bile yararlılığa tabi olmaktan payını almaktadır.”2
mimarlık ve betonarme
“Aslında demir mimarisinin önünde belirli bir gelecek asla olamazdı; bu malzeme çok güvenilmezdi. Hayatın alışılagelmiş şartlarında, gerektirdiği bakım külfeti onu mahkum ediyordu.
Ama işte betonarme: Görüldüğü kadarıyla ilk günden bu yana inşa sanatında tepeden tırnağa bir devrim gerçekleştirmeyi hedefleyen keşif. Nispeten kısa bir zaman süresinde kapsamlı bir değişim meydana gelecekti. Her şey yapılacak, her şey yaratılacaktı. Yavaş yavaş yeni inşa biçiminin getirileri en kuşkucuların gözlerinde bile belirginlik kazandı. Yapı malzemesinin tabiatından ötürü yekparelik arz eden bir yapının sağlamlığını ispat etmek için uzunca ayrıntılara girmenin yeri değil. Onun özellikle depremlerce sıkça tehdit altındaki diyarlarda kullanılması ikna edici bir tanıklıktır.
Ancak getirilerinden bir tanesini daha ısrarlı bir şekilde belirtmemiz gerektiği inancını taşımaktayım. Betonarme risksiz bir dış kaplamayı mümkün kılar. Beton yapı öğeleri, kolonları, kirişleri uygun bir şekilde çalışıldığında en azından belirli bir üsluptaki süsleme taşından daha uyumludur. Öte yandan bu malzeme nemin emilimini kolaylaştırır ve rengiyle de soluk ve üzücü görünebilir. Betondan çıplak bir cephe, belirli kullanımları amaçlayan endüstriyel yapılar için uygundur.
Beton, örneğin kumtaşı ya da seramikle kaplanmalı ve eğer anıtsal bir yapı söz konusu ise mermer gibi daha zengin bir malzeme kullanılmalıdır.”3
“Betonarme erdemli bir şekilde kullanılmalıdır. İskelet görünür olmalı ve yapının en meşru, en güzel süslemesi olabilecek şekilde çalışılmalıdır. İskeletin dolguları tuğlalar, karolar ya da birleşimleri çok iyi çalışılmış su geçirmez panolarla yapılmalıdır. Birleşim sistemi oturmalarla oluşan düzensizlikleri, öngörülen ısı değişikliklerinden kaynaklanan genleşme ve büzülmeleri toparlayacaktır, kaçınılmaz olan çatlaklar mimar tarafından hazırlanan yolları bulacaktır.
Bu, yapıya dayanıklılığı, uyumluluğu, stili verecek olan tabiat kanunlarına boyun eğiştir; uyumluluk ve stil ise güzelliğe giden yolu belirlemektedir.”4 “Bizler çok renkli bezemelerin gülünç aşırılığına ve yeni stilin (Art Nouveau) doğurduğu her türlüsüne neredeyse kırbaç darbeleriyle tanık olduk. Gerçek modern insan bunlardan çabukça tiksindi. Akıllarda büyük bir itidal ihtiyacı ortaya çıktı. Asrımızın her gün biraz daha fazla basitliği ve aynı zamanda da kullanışlılığı gerektirdiğinin, gereksinimlerimize uygun artistik bir güzelliğin yüzeysel bir süslemeye bağlı olmadığının farkına varıyoruz. Fakat stili, zevki, diğer bir anlatımla belirgin çizgileri, yumuşatılmış eğrileri, uygun malzemenin seçimini takdir etmeyi de biliyoruz.
Viyanalı bir mimar, Adolf Loos durumu çok iyi görmüştür. Şöyle yazmaktadır: ‘Akademi mensupları süslemenin ortadan kalkmasının stilin de ortadan kalkmasını getireceğini sanmışlardır. Eski dönemlerin süslemelerini, ta ki kendileri bile tiksinene kadar kopya etmişlerdir. O zaman da yenilerini icat etmeye koyulmuşlardır ki bu da kültür yoksunluğunun zirvesidir. Ve şimdi de yirminci yüzyılın stilini yaratmış olmaktan çok mutludurlar.’
Bir elbise fırçasının kapağına çakılmış altı kaplamalı bir gülün büyüsüne kapılmaktansa, stil ve güzelliğin belirtisiyle damgalanmış yalın yüzeyler ve basit çizgileri takdir edebilmek için elbette daha yüksek bir kültüre ihtiyaç vardır.
Her ne kadar çelişkili görünse de, şunları eklemek mümkün: tezyinat ne denli zengin ise sanatta ilerleme anlamında etkisi o derecede az olur. Aşırı süsleme, tuhaf, alacalı olan yüksek bir kültürün işareti değildir. Tam tersine insanın çalışılmış yani basit bir çizginin, mükemmel bir şekilde orantılanmış çıplak bir satıhın güzelliğini tamamıyla takdir edebilme becerisini kazanabilmesi için neredeyse arıtılmış estetik ve genel bir kültüre ihtiyacı vardır. Ve çağdaş bir bireyi bir vahşiden en güvenli şekilde ayırt eden özellik de budur.”5
“Süsleme, mimari güzelliğin kati öğesini ortaya çıkartmamızı sağlayacak, hassas ve güncel bir konu. Süsleme konusu güncel pek çok üretimin etkileyici yalınlığından ötürü gündeme gelmiştir; elbette, günümüzün güçlü yapım imkânları pek çok cüretkârlığı mümkün kılmaktadır, fakat yeniyi aramış olmak için yenilik arayışı bazı müellifleri çok aşırılığa götürmüştür.
Yapılarımıza onlardan haksız yere kaldırdıklarımızı geri verelim, taşıyıcılarını belirginleştirelim, dolgu öğelerini bu taşıyıcılardan ayırt edelim, cephelerimizi kötü hava şartlarından koruyacak korniş, bant, silme, söve gibi gerekli parçalarla donatalım, öyle ki yağmurun toza karışmış damlaları altında yapı sanatçının olmasını istediği gibi kalsın (...)”.6
pencere hakkında “Bazılarının duvardan duvara giden yatay pencere tasarımının betonarme inşa yönteminden kaynaklandığını sandığı görülüyor. Kuşkusuz bu düzenleme betonarme sayesinde kolaylaşmaktadır ancak bu durum günümüzden eskilere dayanmaktadır. Gotik evler sıklıkla tüm cephelerin genişliği boyunca açıklıklara sahiptiler ve tüm fabrika veya atölyelerimiz de bu şekilde ışık almaktadır. Eğer yatay açıklık yüksek bir duvar payı ile büyük bir kirişin arasındaysa, bu durum endüstriyel bir mekânda mükemmelce açıklanabilir. Durum konutlar için aynı değildir, burada bu tür bir düzenleme birçok çekinceyi de beraberinde getirecektir ve sırf betonarme tekniği ile daha kolay imâl edilebildiği için benimsenmemelidir.
Pencere aydınlatmalıdır, havalandırmalıdır: oysa yatay olarak yerleştirilmişse aşağı yukarı düşey bir pencere kadar ışık verecektir. Bu ışık kötü dağılacaktır: Yer gölgede kalacaktır, gü-
zel parkeler, mozaikler, halılar feda edilmektedir; tavan da gölgede kalacaktır.
Yatay bir penceresi olan bir odada oturduğumuzda, pencerenin altındaki yüksek duvar bahçeyi, sokağı görmemizi engeller; büyük boyuttaki kiriş ise gökyüzünü örter. Ebedi bir panoramaya mahkum oluruz. Bu tarz bir manzara üzücü ve sıkıcıdır ve eğer ev şehirdeyse bu panorama neye indirgenecektir? Karşıdaki kira evinin pencere hattına.
Yatay pencere kötü bir havalandırma sağlar, ne yerde biriken ağır gazları ne de tavanda biriken hafif gazları tahliye eder.
Düşey pencere ışığı daha iyi dağıtır, yeri ve tavanı aydınlatır. Sert zeminleri, mozaikleri, halıları ortaya çıkartır. Tavan iyi aydınlanmaktadır, ışığı yansıtmakta ve yaymaktadır. Oturduğumuzda bu tür pencerelerden, bahçeyi, sokağı, gökyüzünü görebiliriz. Manzara parçalanmaktadır, bu kötü müdür? Hafif bir yer değişikliği manzara seçimi yapmamızı sağlar zira şehre hatta kırsal bölgeye dair gördüğümüz her şey mükemmel değildir.”7
“(Bu) hacim yapıcılar akımının hatalarının en derin sebebi, tam olarak hacme duydukları büyük aşktır, bu sistem ruhudur: Bir formülün içerisine kapanıp kalmamak gerekir, zira bu bir hastalıktır ve ona tutulanları kısırlığa sürükler. Gerçekten yaşayan mimarlık uygulamayla daimi bir temas halinde gelişmeyi becerebilmelidir: İşlevin organı yaratması lazımdır. Ama organın da işlevinin önüne geçmemesi gerekir. Bir pencere aydınlatmak, bir iç mekâna günışığı vermek için yapılır, onun varoluş nedeni, başlıca niteliği budur. Pencerenin açılış yönünün alabileceği çeşitli biçimlerle cepheyi düzenlemek gibi ikincil nitelikleri de vardır ancak bu sadece bir detaydır. Küçük bir parçayı bütünün kendisi gibi algılayarak, bir pencereyi sadece süslemeye yönelik bir öge olarak kabul etmek saçma olacaktır.”8
mimarlık eğitimi
“Ben şahsen yapıya, tekniğe son derece bağlıyım ve sanıyorum ki mimarlığın tek kurtarıcısı da bu dalın eğitimi olacaktır.
Ulusal ve özel güzel sanatlar okulumuzda nitelikli hocalarca verilen bir teknik eğitim var, ancak yönetmelik o şekilde yapılmış ki bu derslerin hiçbir yaptırımı yok. Aynı zamanda öğrenciler de bu dersleri takip etmemekteler, onlar kendilerine diplomalarını alabilmek için gerekli ödülü verecek olan projeleri yapmakla yetiniyorlar ve okuldan girdikleri gibi, hiçbir şey bilmeden çıkıyorlar. Eğitimi verilemeyecek olan sanatı öğrenmeye çalışıp, eğitimi verilebilen bilimi öğrenmeyi ihmal ediyorlar.” * Fransızca’dan derleyerek çeviren: Alp Sunalp 1 Abram, J., Lambert, G., Laurent, C., (ed.) Auguste Perret, Anthologie des écrits, conférences et entretiens, Le Moniteur, Paris 2006, s. 204-205. 2 A.g.e., s. 272-273. 3 A.g.e., s. 82-83. 4 A.g.e., s. 272-273. 5 A.g.e., s. 86-87. 6 A.g.e., s. 286-287. 7 A.g.e., s. 198-199. 8 A.g.e., s. 118-119. 9 A.g.e., s. 214-215. | 1, 2, 3 Notre Dame le Raincy Kilisesi, Auguste Perret, 1922-23. Kaynak: L'Architecte, Şubat 1924. | 4 Rue Franklin Apartmanı, Auguste Perret: 1902-1903, cephe detayı. Kaynak: L'Architecte, Kasım 1908. | 5 Grenoble Oryantasyon Kulesi, Auguste Perret, 1925. Kaynak: L'Architecte, Eylül 1925.