Güneşin oğluydu o
“O ölümsüz Baştanrı Zeus bile kullanamaz bu arabayı! Bahçede gördüğün o delişmen atlar; öyle herkesi dinlemez!.. Ben bile bazen elimde olmadan alçaldım mı, etraf neredeyse tutuşacak gibi
Faeton sarayın bahçesindeki Güneş’in atlarına dikmişti gözlerini hep... Babası tanrı Helyos’u dinlemiyordu bile...
Güneş’in atları da her günkü gibi koşu sonrası okyanusta yıkanmış, karınlarını doyurmuşlardı. Sarayın bahçesinde, az sonra gökyüzünde yeniden başlayacak koşuyu bekliyorlardı. Arada bir de kişniyorlardı sabırsızlıklarını duyurmak için... Ne var ki Güneş tanrısı, oğlu ne isterse yerine getireceğine and içmişti bir kez; artık dönemezdi!.. Zaten Faeton da hınzır bir O yüzden babası daha sözlerini bitirir bitirmez, bir ok gibi fırlayıp sarayın
“dediğim dedikçi”ydi!...
bahçesindeki atların yanında aldı soluğu!..
Gökyüzündeki yıldızlar çoktan çekip gitmişlerdi uykularına... Yalnızca Şafak tanrıçası gül parmaklı Eos kalmıştı ortalıkta. O da yeri, göğü ve de denizleri habire kızıla, maviye, safran sarısına boyuyordu acele acele...
ATLAR ONUN ÇAYLAK BİRİ ODUĞUNU ANLADILAR
Yaramaz Faeton kamçıyı eline alıp atlara deh dediğinde, haliyle atlar sürücülerinin çaylak biri olduğunu hemen anlayıverdiler! Bu yüzden de delicesine bir hızla, altlarında uzanan ovayı ve yüksek bir dağı aştılar. Sonra da yıldızların uykuya çekildiği gökyüzünün derinliklerine doğru şahlanıp dörtnala uçmaya başladılar... Ne var ki atların delişmenliğinden ürken Faeton, bir süre sonra dizginleri bırakıverdi elinden! Artık dizginsiz kalan atlar başıboş, hızla yeryüzüne doğru alçala alçala koşuyorlardı... Güneş’in arabasının saçtığı ışık ve ateş yüzünden Kazdağları, Parnasos, tanrıların ülkesi Olimpos’taki tepeler ve nice vadiler ardı ardına tutuştu... Haliyle ırmaklar göller buharlaşıyor, kaçacak delik arıyorlardı. Büyük bir korkuya kapılan Nil Nehri de, her nasılsa başını bir yere sokup saklanabildi!... – Zaten o gün bugündür, Nil Irmağı’nın başı olan kaynağının nerede olduğu hâlâ bilinemiyordu!– Güneşin atları Orta Afrika göklerine geldiklerinde de artık iyice alçaldılar ve oralardaki insanların derilerini yakıp kararttılar!.. -O yüzden de zaten Afrkalıların derileri, hep esmer ve kara renktedir...üstelik Olimpos’ta oturan tanrılar da sıcaktan boğulur gibi oldular ve Baştanrı Zeus’tan hemen yardım istediler... Baştanrı Zeus, gönderdiği bir yıldırımla Faeton’un arabasını anında tutuşturdu... Ve Güneş’in oğlu alevler içinde, İtalya’daki Po Irmağı’na düştü. Po Irmağı da arabadan püsküren alevleri söndürdü hemen.
GÜNEŞİN KIZLARI DA GELDİ
Ormanlardan, ırmak kenarlarından koşup gelen ve teyzeleri olan perikızları da, topluca yanık ezgiler, türküler eşliğinde yaramaz Faeton’u sevip okşamaya başladılar. Güneşin Kızları da geldiler daha sonra ve onun düştüğü yerin çevresinde kavak ağaçlarına dönüştüler hemen... Sırf arada bir salınıp sallanaraktan estirdikleri yellerle; bu kocaman ateş yürekli delişmen kardeşlerini serinletmek için...
Ne var ki daha sonraları dünyaya gelen Faeton’un bütün yaramaz arkadaşları da, Güneş’i ve atlarını gökyüzünde özgürce koşturma hasretiyle yanıp tutuşmaya başladılar...
Mitolojiyle ilgilenen okurlarımıza aşağıdaki kitapları öneriyorum:: - Akdenizli Tanrılar (Yaşar Atan–2. baskı) - Akdeniz Mitologyasından Efsaneler (Yaşar Atan) - İnsan ve Tragedya (Andre Bonnard-çev: Yaşar Atan-2. baskı)