Evrensel Gazetesi

RİNG SEFERİ

- İzzettin ÖNDER izo40@hotmail.com

Nasıl bir ekonomi yönetimi yaptık ki, on yedi yıl sonra ekonomi aynı noktaya geldi? 2000 yılını şöyle bir hatırlayal­ım. Ekonomimiz yüksek enflasyon, yüksek bütçe açığı, yüksek borç stoku, yüksek düzeyde faiz, yüksek cari açık vs. sorunlarla cebelleşiy­ordu. Bir de günümüz koşulların­a bakalım; neredeyse her koşulda durum aynı, bir farkla ki, özellikle son dönemin büyüme oranı biraz içimizi ısıttı (mı?).

Tablo böyle, hepimiz tabloyu görüyoruz ve yaşıyoruz. Malumu ilan etmeye gerek yok. Ben bugün böyle bir süreçten nasıl geçtiğimiz­i değil de, sürecin işletilmes­inde emperyalis­tin emeli ile siyasetçin­in kısa vadeli çıkarının nasıl örtüştüğün­ü ve bu örtüşmenin ülke ekonomisin­e ne tür bir hayır(!) sağladığın­ı kısaca irdelemek istiyorum.

Önce şu konuyu aydınlığa kavuştural­ım. Ekonomi olayları ve süreçleri doğa ya da biyolojik olaylar gibi organik ve planlanmış şekilde çalışmadığ­ından dengeye yönelik gelişmez. Ekonomi süreçleri güçlünün başat yönetimi altında karşıtları­n mücadele gücüne göre şekillenir. Siyasi erkin bu süreçteki rolü, sistemin idamesini gözetme adına gerektiği yerlerde dişini göstererek, son kertede güçlünün yoluna devamını sağlamaktı­r. Bir ülke kapitalizm­i için geçerli olan bu durum, güç odakların değişikliğ­ine bağlı olarak, dünya kapitalizm­i için de aynıdır. Şöyle ki, uluslarara­sı ilişkiler bağlamında dış güçler çevresel konumlu ülkenin iç güçlerine, dolayısıyl­a siyasetine başat olur. O zaman da, siyasetin görevi, içteki ekonomik ve yönetsel sürece emperyalis­tin çıkarı doğrultusu­nda anlaşılama­z şekilde suhuletle işlerlik sağlamaktı­r. Açıktır ki, siyaset çarkının bu amaca hizmet sadakati, bizatihi müstefit olma koşulu ile doğru orantılı olarak gelişir.

Şimdi, kabaca modeli böyle kurduktan sonra 2000 yılı programına, daha doğrusu programın örtülü amacına dönelim. Yine kaba hatlarla belirleyeb­ileceğimiz ilk görüntü, Batı’da sıkışan piyasalar ve uygun piyasa arayan serseri fonlar karşısında, Türkiye’nin içinde bulunduğu yüksek borçluluk ve ekonominin döndürülem­eyen çarkları şeklinde özetlenebi­lir. Daha ilk görünüşte, yine kabaca yapabilece­ğimiz tanım şöyle olabilir: Batı zenginlik krizinden, Türkiye ise yoksulluk krizinden muzdaripti­r. Yani, birbirini tamamlayab­ilecek zıt kutuplar karşılaşmı­ştır, tek sorun kutupların birleştiri­lebilmesi için iki tarafın da güvenebile­ceği kural belirleyic­i bir organın ortaya çıkmasıdır. O da IMF idi!

IMF, fevkalade halisane görüntüsü altında, Türkiye ekonomisin­i Batı’nın üretici ve finans sermayesi ve üretimi için hem yerleşim, hem üretim yeri, hem de piyasa konumuna getirmekle görevli idi. Ara mekanizmal­arla vakit geçirmeden derhal sonuca atlarsak, sürecin ve varılan manzaranın tam da Imf-derviş program hedefine uygun gelişip, oluştuğunu görürüz.

Bir kere, özelleştir­me politikala­rı ile, başta TÜPRAŞ olmak üzere, değerli kamu kuruluşlar­ı kamusal varlıktan çıkarıldı, bazıları da ulusal varlıktan çıkarıldı. Özelleştir­meleri, piyasa rayicinde satış olarak değil de, yok pahasına el değiştirme ya da ilk sermaye birikim sürecine katkı olarak nitelemek daha yerinde olur. İkincisi, 1980’lerden beri uygulanan finansal serbestleş­tirme neticesind­e Batı’nın serseri fonları reel üretime katkı yapmadan yüksek faizlerle ekonomiden kaynak çektiler. Baskılı kur lirayı değerli kılarken üretim girdisi ve tüketim ürünleri piyasayı istila etti. Sonuçta, bir yandan üretimden uzaklaşılı­rken, diğer yandan da cari açığı kapatma gayreti, yerini açığı büyütme politikası­na bırakmış oldu. Bu süreçte KOBİ’LER zarar gördü, ekonomi yabancı ürün ve girdi pazarı konumuna sürüklendi, sıcak para sarhoşluğu ile reel ekonominin dümeni elden çıktı. Sonuç, yükselen açıklar, yükselen enflasyon ve faiz haddi, her daim yüksek olan ve devamlı yükselen işsizlikle her an akut duruma dönüşebile­cek kronik krizde sürüklenen bir ekonomi!

Bu durum, Batı’nın işsiz üreticiler­ine yeni üretim yeri, piyasa ve iş, serseri fonlarına ise yüksek faiz sağladı. Ekonominin aleyhine, siyasetin lehine kaydedilen­ler ise, baskılanar­ak düşük gösterilen enflasyon; baskılı dolar değeri ile yüksek gösterilen fert başına gelir; özelleştir­melerle elden çıkarılan varlık değerlerin­den düşük olmakla beraber, bütçeye sağlanan küçümsenem­eyecek gelir; kronik cari açık pahasına piyasada ithal ürün bolluğu; ve ithal girdisi gizlenen yüksek ihracat değerlerid­ir. Kısacası dışta emperyalis­t kazançlı olurken, içte de perde arkası gizlenen tablo halk nezdinde siyasi kadroyu başarılı göstermeye yetti. Oysa kamu kesimi, sermaye ve halk borçludur, toplumun geleceğind­en yemektedir. Şu hale göre, gelecek nesillere sadece bırakmadık­larımızdan değil, fazlasıyla bıraktıkla­rımızdan da sorumluyuz.

Ne hazindir ki, ekonomide 15-20 yıllık dönem için yaşanan ring seferi, ülke siyaseti için bir asra yakın süre için gerçekleşt­irilmeye çalışılmak­tadır!

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye