EĞLENCE BİTTİ...
DAHA birkaç ay öncesine kadar Avrupa ekonomisinin iyiye gittiği görülebilirdi: Ekonomik kalkınma tekrar başlamıştı, işsizlik yavaş ama kesin olarak düşüyordu, hatta kamu borcu bile nihayetinde gerilemeye başlamıştı. 2008 krizi tarihin en uzunlarından birisiydi, fakat bıraktığı yaralar giderek iyileşiyordu. Yunanistan bile oksijen çadırından çıkmaya hazırlanmıyor muydu? Son haftalar bu peri masalını paramparça etti. Aslında normale dönüş görüntüsünün nedeni ham madde fiyatlarının nadir görünecek bir derecede düşük olması ve Avrupa Merkez Bankasının (AMB) olağanüstü genişleyici para politikasının birbirine denk düşmesiydi. Oysaki 2016’da 30 dolar olan petrol varili artık 75’e yükseldi, AMB ise piyasaya sürdüğü nakit parayı büyük oranda sınırlandırdı. Dolayısıyla ekonomi yavaşladı ve gerçekler su üstüne çıkmaya başladı: Kriz avro para birimi bölgesini yapısal olarak zayıflatmış ve kendi içerisinde mükemmel eşitsizlikleri derinleştirmişti. 2010 yılında alınan önemlere rağmen, eğer (AB) açıktan daha aktif ve dayanışmacı bir ekonomi politika hayata geçirmeyi beceremezse, var olması tehlike altında olmaya devam edecektir. İspanya ve İtalya’da -Almanya’yı da eklemek gerek- yaşanan derin siyasi altüstler bunu gösteriyor. Kuşkusuz görünürde bu krizler esasen başka sorunlar, özellikle de mülteci sorunu etrafında dönüyor, fakat aslında meselenin özünde olan sorun Avrupa dayanışma sorunudur. Ve her zaman olduğu gibi yöneticilerimiz bir savaş geriden geliyor. Fransa ve Almanya arasında zor olarak müzakere edilen ve geçen haziran ayında Meseberg deklarasyonu olarak bir araya getirilen teknokratik önlemler büyük oranda doğru yöndedir, fakat bunlar kesinlikle sorunları çözecek düzeyde değiller. Üstelik bunlar arasında en cesur önlem (Avro para bölgesinin bir bütçesinin yaratılması) şimdilik Kuzey Avrupa şahinleri tarafından reddediliyor. Her zaman olduğu gibi kriz daha derinleşmeye başladığında ancak gerçek sorunlar konuşulmaya başlanıyor. Umarız ki o zaman, şu giderek daha tehlikeli, otoriter ve düzensizleşen (deregüle olan) dünyada, Avrupa modelini birlikte yaşatma isteği sonuçta kazanır: açık, demokratik ve yüksek bir sosyal koruma toplumu.
(Çeviren: Deniz Uztopal)
görüşü sadece olonya’daki Hukuk ve Adalet Partisi tarafından değil, aynı zamanda diğer AB üyesi ülkelerindeki aşırı sağ partiler tarafından da paylaşılıyor.
Hem merkezciler hem de popülistler, liberalizm ve illiberalizm arasında gerçekleşen bir temel mücadeleye işaret ediyor. Fakat gerçek şu ki, göç meselesindeki belirgin farklılıklarına rağmen Merkel’in “liberal” Hıristiyan Demokratları ve Orban’ın “illiberal” Fidesz partisi Avrupa parlamentosunda aynı grupta yer alıyor. Avrupa merkez sağ partisi ise bunların arasında bir yerde. Alman İçişleri Bakanı Horst Seehofer liderliğindeki Bavyera Hıristiyan Demokratları, Orban’ın görüşüne doğru ilerlemezse Merkel hükümetini aşağı çekmekle tehdit etmişti. (...)
Tehlike, üç vizyon arasındaki çelişkilerin Ab’yi giderek işlevsiz kılacağı ve buna karşı tepkiyi arttıracağı yönünde. Geçtiğimiz hafta yeni İtalyan hükümeti, göç konusunda bir ilerleme kaydedilmesi yüzünden Avrupa Konseyinin sonuç metinini imzalamayı reddetti. Bir İtalyan yetkili “Her şey kabul edilinceye kadar hiçbir şey kabul edilmez” dedi.
İtalya, şimdi hem avro hem de mülteci kurumlarının merkezinde -tıpkı bir zamanlar Yunanistan’ın olduğu gibi-.
(...) Her bir görüş, Avrupa kıtasının farklı kısımlarında yer alan Eurosceptizm’e (Avrupa Birliği karşıtlığı) bir cevap olarak ve vatandaşlarının yeniden Avrupa’ya bağlanmalarını sağlamak amacıyla oluşturulmuştur. Burada sorun görüşlerin uyumsuz olmasıdır. Avrupa’nın güneyindeki Eurosceptizm’i azaltmak için ne gerekiyorsa, kuzeyde tersi gerekiyor. Benzer şekilde, Avrupa’nın doğusundaki karşıtlığı azaltmak için yapılan batıdakini arttıracaktır. Burada soru, bu sıfır toplam oyununun bir çıkış yolu var mıdır?