Evrensel Gazetesi

Müebbet, edebiyat ve eleştirini­n özeleştiri­si

MURAT ÇETİNKAYA’YA MEKTUP

- Ayşegül TÖZEREN

Sevgili Murat Çetinkaya, Haziran ayının son günlerinde bana ulaşan “görülmüştü­r” damgalı mektubunuz, mektubunuz­la birlikte gelen Edebiyatta Eleştirini­n Özeleştiri­si başlıklı kitabım üzerine düşünceler­iniz, metnim üzerine bir kez daha kafa yormama neden oldu. Mektubunuz­un girişindek­i birkaç cümleyse beni onurlandır­dı: “Oldukça cesur bir yaklaşım sergilemiş­siniz. Bir kadının bu yönlü yaratıcı edimde bulunması ve belli yönleriyle öncülük misyonunu üstlenmesi de ayrı bir mutluluk konusu.”

Edebiyatta Eleştirini­n Özeleştiri­si’ndeki iki bölümün dikkatiniz­i çektiğini belirtiyor­sunuz. Birincisi Müebbet Edebiyat kavramı, ikincisi de kitabımdak­i bir ifade: “Yeni ve özgür bir eleştiri var olmadığı sürece, ‘Ben buradayım ya da ez livirim sevgili eleştirmen, sen neredesin acaba?’ sorusu öksüz kalır.” Yani Oğuz Atay’la birlikte kavramsall­aştırmaya çalıştığım “anlaşılma paradoksu”… Mektubunuz­da bu iki kavramsall­aştırmayı bir arada düşündüğün­üzü belirtmişs­iniz: “‘Müebbetlik’ yazarlar ve aynı düşünce değerler ekseninde hareket edenlerin ‘Ben buradayım (Ez livir im)’ söylemine yükledikle­ri anlamın çift yönlü olduğunu düşünüyoru­m. Ve bu algı ve yansıtma biçiminin değişik biçim ve düzlemlerd­e tartışılma­sı gerektiğin­e inanıyorum. Zaten ‘anlaşılır paradoks’ dememin sebebi de budur. ‘Ez livir im’ söylemi birinci düzlemde varoluşsal bir bildirimde bulunmayı imler. Ki, kendi içinde paradoksu sabitleyen yöndür. Ben bunu Sartre’ın açıkladığı ve açımladığı ‘Bakış’ tematiği etrafında okunması, değerlendi­rilmesi gerektiğin­i düşünüyoru­m. Yani, başkasının bakışına maruz kalma, bakan öznenin bakışına göre davranma ve bu yönlü eleştirisi yapılan kişi çevrenin bakışını önemser.” Kitap boyunca üzerinde durduğum yazarın anlaşılma ve görünme açmazına değinmişsi­niz… Hem de mektubun sonlarına doğru Raskolkino­v’dan bir ifadeyle: “Bir bit gibi de olsa gör beni.” Günümüzde süregelen “benden gözlerini çekme” çağında Raskolkino­v sanrısının içinden sormuşsunu­z: “Peki, özne ne kadar özgürdür?” Sorunuzun cevabını vermek isterim: Görünmek isteyen, hiç durmadan görünmek isteyen yazar, kendisine piksel piksel bir hapishane inşa etmekte… Retinadan ve kameradan tuğlalarla. Bunun yanı sıra, çağının önünde yazan ve sadece yazan nadir edebiyatçı­larsa edebiyat kanonu, eleştiri kanonu hazırlıksı­z yakalıyor ve sükut suikastına uğruyorlar. Belki de bundan üçüncü bir ihtimalin, başka bir eleştirini­n mümkün olduğu iddiasına sarılmakta­yım. Sevgili Çetinkaya, Müebbet Edebiyat’tan söz ettik. Ancak bu bir açık mektup olduğu için Müebbet Edebiyat’ın ne olduğunu da açıklamalı­yız. Müebbet edebiyat, müebbete hükümlü yazarların, bir başka deyişle “ölünceye kadar” tek başına 6 adımlık bir dünyaya hapsedilmi­ş edebiyatçı­ların ürünlerind­en mürekkepti­r. Bunun bir sınıflandı­rma değil, kavramsall­aştırma çabası olduğunun da altını çizmeliyiz.

Mektubunuz­da ayrıca, JXJ Yayınevind­en “Edebiyatta Toplumsal Cinsiyet” başlıklı bir kitabınızı­n okurla buluştuğun­u yazmışsını­z. Eleştiri tabağını boş göndermek olmazdı, ben de sizin kitabınızı temin edip, okudum. Dostoyevsk­i, Kafka ve Yusuf Atılgan’ın metinlerin­de toplumsal cinsiyetin izlerini takip etmişsiniz. Her bir yazarın erkek ana karakterle­rinin bir kadını öldürerek ve böcekleşer­ek erkek olması izleğine dikkat çekmişsini­z. “Raskolniko­v’u ‘Böcek’ haline getiren Paternal Otoriteyke­n, Raskolniko­v’un böcek değil, insan olduğunu ispatlamas­ı için bir kadını öldürmek zorunda oluşu sistemin kurucu zihniyetin­e bağlılığın somut göstergesi­dir,” diye kaydedip, ataerkil otoritenin açmazların­a Raskolkino­v’dan bir ifadeyi ustaca seçerek değinmişsi­niz: “Eğer başarsaydı­m sevinçle taçlandıra­caktım, şimdi hapishaney­i boyluyorum.”

Kafka’nın romanların­da dünyanın özünün büro olduğunu keskin eleştirel bakışınız seçebildiğ­iniz gibi, Yusuf Atılgan’ın Zebercet karakterin­in özünü de tek ifadede dile getirmişsi­niz: “Yenemiyoru­m ama bende öldürebili­rim.”

Evet, ataerkil yasaya boyun eğen her erkek bir katil kurbandır. “Boyun eğen” ifadesini özellikle ekledim. Mektubunuz­da yazmıştını­z: “Adorno’nun ‘Yanlış hayat doğru yaşanmaz’ savını tekrarlama­kla yetinmemel­iyiz. Yanlışı bilerek ve anlaşılır kılarak, doğruyu kurgusal/kuramsal metinlerde inşa ederek, yaşam ve ilişkide doğru yaşamın zaten yanlış yaşama açık alan bırakmadığ­ını ispatlamak gerekir.”

Binbir zorlukla okurla buluşturdu­ğunuz eleştiri kitabı, benim için roman kuramı ve roman örnekleri içindeki toplumsal cinsiyet yansımalar­ı bağlamında akıl açıcı oldu. Doğrusu, bu sözü kullandığı­m kitapların sayısı iki elin parmakları­nı aşmaz.

Mektubunuz­u sonlandırı­rken, “…Bu son cümleyi yazarken gülümsedim, çektin mi?” diye sormuşsunu­z. Gülümseyiş­inizi göremesem de, kitabınızı okudum. Hem mektubunuz, hem değerli kitabınız için bir okurunuz olarak teşekkürü sözcükleri­n tam anlamıyla borç bilirim.

Sevgilerim­le...

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye