Mecburi istikamet Avrupa
Türk lirasının değer kaybı krizin atlatılması için Erdoğan rejimi çareyi Avrupa’da aramaya başladı. Berlin ve Paris’ten gelen olumlu mesajların arkasında ise Türkiye’yi daha fazla bağımlı hale getirme planı bulunuyor. Krizi fırsata çevirmede maharetli Alman sermayesi, kesenin ağzını ancak ağır şartların kabul edilmesiyle açabileceğini Yunanistan’da gösterdi. Benzer senaryo Türkiye’de de uygulanabilir.
Avrupa basını, ekonomistleri ve siyasetçileri, birkaç haftadır Türk Lirasınındaki değer kaybının Avro Bölgesi ekonomisini nasıl etkileyebileceği konusunda değişik hesaplamalar ve tartışmalar yapıyor. Gelinen aşamada, “Lira krizi”nin büyük sarsıntılara yol açmayacağı görüşü ağırlık kazanmış durumda. Buna rağmen temkinliği elden bırakmıyorlar. Türkiye ile her ticari ilişki daha sıkı şekilde gözden geçiriliyor, riskten kaçınılıyor.
Almanya’nın ekonomi ağırlıklı Handelsblatt gazetesinde “Lira krizi dünya ekonomisi için sorun değil” başlığıyla Jürgen Röder tarafından kaleme alınan yazıda, “Kalkınmakta olan ülkelerde bir kriz kapıda mı? Hayır. Çünkü Türkiye’nin bu açıdan büyük bir ekonomik gücü yok” değerlendirmesi yapıldı.
BANKA BORÇLARI SORUN YARATIR MI?
Başta İspanya olmak üzere Fransa, İtalya, Almanya ve diğer AB ülkelerinin Türkiye bankalarına verdiği yaklaşık 200 milyar avroluk kredinin geri ödenmemesi durumunda bunun AB açısından ciddi bir sarsıntıya yol açmayacağı da belirtiliyor. Ne de olsa AB, daha önce Yunanistan, İspanya, Portekiz, İtalya gibi ülkelerinin aşırı borçlanmasıyla yaşadığı “mali borç krizi” sırasında batan bankaları fonlayarak kurtarma tecrübesine sahip. Dolayısıyla Türkiye bankalarının borcunu vermemesi durumunda, Avrupa Merkez Bankası başta olmak üzere kurulan değişik fonlardan aktarılacak paralarla liranın düşününün Avrupa bankaları üzerinde yaratacağı hasar minimuma düşürülebilir.
MERKEL VE MACRON’UN KRİZDEN KÂRLI ÇIKMA HESABI
Bu açıdan bakıldığında Türk lirasının değer kaybı, kredi veren ülkelerin kredinin geri ödenme süresinin uzatılmasını yeni ve ağır şartlara bağlaması kuvvetle muhtemel.
Bu nedenle Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un arka arkaya yaptıkları “Türkiye’nin ekonomik istikrarının önemi olduğu”na dair vurguların arkasında asıl olarak krizden kârlı çıkmanın hesapları var.
Berlin ve Paris bu açıdan Abdtürkiye gerilimini de fırsat olarak görüyor. Türkiye tarafının Almanya ve Fransa’ya zorunluluktan yanaşmasını “Abd’nin gümrük vergilerine karşı birlikte hareket etme” şeklinde sunması ise gerçeği ifade etmiyor.
HER KRİZİN KAZANANLARI VE KAYBEDENLERİ OLUR
Türkiye’nin içinde düştüğü krizin salt ekonomiyle ilgili olmadığı, aynı zamanda politik boyutunun da bulunduğu hem Avrupa’da hem de Türkiye’de yapılan analizlerin ortak paydası. Dolayısıyla bütün taraflar, sürece bu iki eksen üzerinden yaklaşıyor. Merkel’in Merkez Bankası’nın bağımsızlığına yaptığı vurgu Erdoğan’a verilmiş bir mesaj.
Hem Almanya hem de Fransa’dan yapılan açıklamalara bakılırsa her iki ülke Türkiye piyasasındaki etkisini artırmak için pek iştahlı görünüyor. Almanya Ekonomi Bakanı Peter Altmeier, önümüzdeki haftalarda geniş bir heyetle Ankara’ya gidecek ve yatırım alanlarını konuşacak. Keza, aynı şekilde Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın Fransız mevkidaşıyla 27 Ağustos’ta bir araya geleceği açıklandı.
Öyle görünüyor ki, Abd’nin de baskısıyla “Lira krizine” giren Türkiye rejimi, daha bir kaç ay önce “Eyy Avrupa” diye bağırıp çağırdığı Almanya ve Fransa’ya yanaşmak zorunda kalmıştır. Avrupa’nın bunları unutarak, Türkiye’ye sırf iyilik olsun diye kesenin ağzını açacağını beklemek saflık olur. Süddeutsche Zeitung’un “Abd’nin baskısı altında kalan Türkiye, Almanya ve Fransa’ya sarıldı” tanımlaması bu nedenle boşuna değil. Avrupa’da yapılan analizlerin çoğunda Türkiye’ye mali olarak en fazla Avrupa’nın yardımcı olabileceğinin de altı çiziliyor.
AĞIR ŞARTLAR DAYATILABİLİR
Erdoğan’ın Abd’nin baskısını Almanya ve Fransa’ya yaklaşarak atlatma
stratejisi doğal olarak her iki ülkeye Türkiye üzerinde etkisini artırma fırsatını da veriyor. Bu nedenle her iki ülke krizi fırsata çevirmenin hesaplarını yaparak, ekonomik olarak Türkiye’ye ağır şartları dayatmayı amaçlıyor.
Özellikle Alman tekellerinin kriz ortamını fırsata dönüştürmede maharetli olduğu Yunanistan’da görüldü. “AB Troikası” tarafından dayatılan acı reçetelerin arkasında olan Alman sermayesi, daha sonra yapılan pek çok özelleştirmeyle kamu kurumlarına el koymuştu. Şu anda Yunanistan hava alanları ve limanlarının
işletme hakkını Alman tekelleri almış durumda. Yunanistan’da hayata geçirilen senaryonun bir benzerinin Türkiye’de hayata geçirilme ihtimali hiç de az değil.
Erdoğan’ın tamamen ekonomik mecburiyetten yüzünü yeniden Avrupa’ya dönmek zorunda kaldığı şu dönemde Almanya ve Fransa’nın daha önce yönelttiği eleştirileri bir yana bırakarak “normalleşme” mesajı vermesi, bir kez daha kapitalist devletler arasındaki ilişkilerde belirleyici olanın temel hak ve özgürlükler değil, ekonomik ve siyasi çıkarlar olduğunu gösteriyor.