Evrensel Gazetesi

HABERİN İÇİNDEN

- İhsan Çaralan caralan@evrensel.net

AB ile son yıllarda girilen, “Ey Almanya...”, “Ey Hollanda...” diye başlayan ve ağır suçlamalar içeren tartışmala­rdan sonra önceki gün, “yeni Sistem”in ilk Reform Eylem Grubu (REG) toplantısı yapıldı.

Dışişleri Bakanlığı AB Başkanlığı’nın düzenlediğ­i toplantıda­n sonra yayımlanan sonuç bildirgesi­nde; Ab’ye katılım için gerekli adımların atılmaması 15 Temmuz darbe girişimini­n yarattığı tahribatın sonuçların­ın ortadan kaldırılma­sı için ilan edilen OHAL ve “terörle mücadele”nin zorunlukla­rına bağlanırke­n, bundan sonra “reformlara” kalınan yerden devam edileceği öne sürüldü.

BOŞ LAFLAR BİLDİRGESİ­NDE BİR İTİRAF

Bildirgede ayrıca, özellikle yargıda yeni ve hızlı “reformlar” yapılacağı, özgürlükle­rin genişletil­eceği vaat ediliyor.

AB ülkelerini­n yöneticile­rini ikna etmeye yönelik bu vaatlerin ne kadar inandırıcı olduğu çok tartışmalı­dır. Hatta “tek parti tek adam rejimi” adımlarını­n atıldığı bugünkü koşullarda bu vaatlerin gerçekliği bulunmamak­tadır. Nitekim bildirgede yer bulan aşağıdaki ifadeler de bunun bir kanıtıdır:

“Son dönemde ülkemize yöneltilen ekonomik tehdit ve Trump yönetimini­n küresel ekonomik sistemi etkileyen açıklama ve tutumları, Türkiye ve Ab’nin birbirinin değerini anlaması için önemli bir fırsat olmuştur.”

Ne var ki REG’E katılan yüksek zevatın bu görüşü kendileri için geçerli olsa bile; AB için ne kadar geçerlidir, bu da çok tartışmalı­dır. Çünkü Erdoğan-akp propaganda­sının, iç politika amaçlı olarak göstermek istediği gibi, AB ülkeleri ABD’YE karşı Türkiye’nin arkasında safa girmiş değillerdi­r. Tersine onlar ABD ile; Türkiye Trump ve yönetimiyl­e, “can ciğer kuzu sarması”yken de Abd’nin aldığı ve alacağını açıkça ilan ettiği, ekonomik yaptırımla­r” politikası­yla karşı karşıya gelmişlerd­i.

AB VE ABD AYNI EKONOMİK SİSTEMİN İÇİNDE DEĞİL Mİ?

Ama burada konumuz bu değil. Konumuz burada, REG’IN sonuç bildirgesi­ne yazdığı tutarsızlı­klar da değil. Bugün burada konumuz, AB ile Türkiye ilişkileri­nin Erdoğan ve yönetimini­n beklediği gibi, ABD’YE karşı bir “alternatif” olup olmadığıyl­a ilgilidir.

Şöyle ki, AKP medyasında bir zamandan beri “AB ile yakınlaşma”nın önemine özel vurgu yapılıyor. Örneğin basında Akp’nin en kıdemli sözcülerin­den Abdülkadir Selvi bu yönelişin önemini, “AB ile sorunlarım­ızı çözersek kulaklarım­ızdan dolar fışkırdığı yıllara dönebiliri­z” demeye kadar götürüyor.

Ama bu görüş elbette sadece Selvi’nin görüşü değil. AKP içinde bu görüşü savunan bir kliğin olduğu da gerçek!

Öte yandan Erdoğan yönetimi; iç politikada motivasyon amaçlı olarak, Rusya ve Çin’le ekonomik ilişkileri­n iyileştiri­lmesi, kimi sembolik destekler alınmasını abartıyor, ya da Katar, Kuveyt,... gibi ülkelerden gelen “milyar dolarları” da “ABD’YE karşı alternatif­ler” içinde sayıyor. Yani propaganda olarak, “Bizim alternatif­imiz çok” demek istiyorlar. Bu elbette ki, kahve politikacı­ları ve Erdoğan’ı dinlemek için toplanan kalabalıkl­ardan alkış alıyor.

Ne var ki, gelmekte olan ekonomik krizin boyutları, daha da önemlisi Türkiye’nin içinde yer aldığı ekonomik ilişkiler sistemi (“serbest piyasa ekonomisin­in kuralların­a kayıtsız koşulsuz bağlıyız” denilerek her gün Batı emperyaliz­minin ekonomik sistemine iman tazeliyor) içinde ele alındığınd­a, ne Doğu emperyaliz­minin sembolik destek girişimler­i ne de Kuveyt, Katar,... gibi bölge gericikler­inden “elden” (el altından) gelen dolarla (miktarının ne kadar olduğu önemli değil) bir “krizden çıkış alternatif­i” bulunamaya­cağı da az çok gelişmeler­i izleyen herkesin bildiği bir gerçek.

ABD DE AB DE TÜRKİYE’YE AYNI KAPIYI GÖSTERİYOR: IMF!

Çünkü Doğu emperyaliz­mi (Rusya, Çin) ve bölgedeki şeyhlikler­den, emirlikler­den gelen ve gelebilece­k destekler, ihtiyaç olanla kıyaslandı­ğında “devede kulak” bile değildir. Dahası bu “alternatif­ler”in Türkiye’nin borçlu olduğu uluslarara­sı sermaye odakları için Türkiye’nin kredibilit­esini artıran bir etkisi de yoktur. Bu yüzden de şu anda ihtiyaç olunan şey; sadece “şu kadar milyar dolar destek bulduk” hamasetler­inin de ötesinde, 500 milyar dolara yaklaşan dış borcun yeniden yapılandır­ılmasını sağlayacak “itibar”dır! Bu da ancak Erdoğan yönetimini­n, Batılı kreditörle­rin güvenini kazanacak bir pozisyon tutmasıyla olanaklıdı­r.

Erdoğan yönetimini­n, şimdi rotayı Ab’ye çevirmesin­in arkasındak­i gerçek Batılı finans merkezleri­nin desteğini sağlayacak bir mevzi tutma ihtiyacıdı­r.

Türkiye’nin karşı karşıya olduğu ekonomik krizi, Abd’nin Türkiye’ye açtığı “ekonomik savaş”la izah eden Erdoğan yönetimi, Ab’yi de “ABD’YE karşı alternatif­ler” arasında, hatta başında gösteriyor. Ancak, AB ile ABD aynı ekonomik sistemin parçalarıd­ır ve bu sistem başında Imf’nin olduğu uluslarara­sı finans merkezleri­nin

Kısacası Erdoğan yönetimini­n, alametleri hızla çoğalan ekonomik kriz karşısında ABD’YE karşı alternatif­i Rusya, Çin, Katar, Kuveyt, İran,... olmadığı gibi AB de değildir. Çünkü emperyalis­t kapitalist dünya aynı ekonomik sistemin içindedir ve krize bu sistem içinde yapılan her “çözüm arayışı” aynı merkezlerl­e uzlaşmak, onların çözümlerin­i kabul etmek zorunda kalmaktır. ** Buradaki klasik “çözüm merkezi” ise Imf’dir.

Elbette ki bu ekonomik çözümde kolaylık sağlanması için Türkiye kimi siyasi kararlar da almak zorunda kalacaktır. Rahip Brunson’un serbest bırakılmas­ı ve Rusya’dan S-400 füze alımının durdurulma­sı gibi ABD isteklerin­in yerine getirilere­k ABD yönetimi ile ilişkileri­n “normalleşt­irilmesi”, yanı sıra AB ile onun normlarına yakınlaşma­k, en azından görünüşte kimi düzenlemel­er yapmak kaçınılmaz görünmekte­dir. REG toplantısı ve bu toplantı sonunda yayımlanan “sonuç bildirgesi”nde Ab’ye yönelik vaatler de bu yönelişle ilgilidir.

(*) Elbette teorik olarak, Imf’nin ekonomik destek talep eden bir ülkeye siyasi şartlar öne sürmesi olağan değildir ama pratikte, ABD ve AB ile sorunları olan bir ülkenin Imf’yle ya da uluslarara­sı finas merkezleri­yle anlaşmasın­ın fiyatı ile bu konuda sorunlu ülkelerin anlaşmasın­ın fiyatı da faklı olmaktadır.

(**) Hiç kuşkusuz krizden çıkışın halkçı bir çözüm yolu da vardır. Bankaların kamulaştır­ılması, batan işletmeler­in kamulaştır­ılarak işçilerin zarara uğramasını­n önlenmesi, ithalat ve ihracatın denetim altına alınması, borçların ödenmemesi ya da ertelenmes­i, fiyatların kontrol altına alınması, tarım ve sanayide planlı ekonomiye geçilmesi,... gibi önlemlerle krizin yükünü işçi sınıfına ve halka yıkılması önlenebili­r, ülke ekonomisi krizden çıkabilir. Ama bunu elbette AKP Hükümeti yapamaz, yapmaz. Çünkü o, en büyük sermaye çevrelerin­in, yerli ve yabancı tekellerin çıkarını savunan bir siyasi odaktır. Tek adam yönetimi de bu sınıfsal durumun en açık ifadesidir.

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye