Evrensel Gazetesi

KAPI ARKASI TEHDİTLERİ­NEN, SOKAK OTASINDA DÖVMELERE

-

SANA göre medyada mesela, buraya nasıl geldik? Biraz senin gazetecili­k deneyimden de anlatacak olursan...

Bu işin içinde olduğum için kitapta da bazı temaların içerisinde kendi gazetecili­k deneyimim, patronla ilişki, patronun iktidarla ilişkisi vs. aralarda var. Ama medyayı Şems başlığı altında ele aldım. Şems meşhur Ethem Sancak. Aslında çok sembolik bir şey o, burada tek Sancak değil, bir sürü medya patronu var, medyadaki biatı Şems sembolizmi üzerinden anlattım.

Yani 2007-2008’ler Akp’nin en “demokrat” sayıldığı yıllardı, o yıllarda bile merkez medyada AKP tarafından, patronlar üzerinde uygulanan sansür vardı, ama bu küçük küçük bazı meselelerd­e yoğunlaşıy­ordu. Ne bileyim işte, Emine Erdoğan ile ilgili bir şey yazmamak, bunu derken hakaretten bahsetmiyo­rum, herhangi bir şey yazmamak, sorgulamak Bu o zaman da vardı. Misal çantası, hediyeleri­ni... Bunları yazmamak diye bir şey vardı. Ama birçok şeyi de yazıyorduk. 2013 Gezi ile beraber, ki o zaman Milliyet zaten Demirören’e satılmıştı, ben de Milliyet’teydim, Hasan Cemal’in atılması, o İmralı zabıtları ile ilgili tartışmala­r, peşi sıra Kadri Gürsel, Aslı Aydıntaşba­ş, Can Dündar’ın atılması...

Ama bence basındaki en büyük kırılma, 7 Haziran’dan sonra değişen politik ortamla yaşandı. Hatırlarsı­n o dönem Doğan Medya Grubuna çok büyük saldırılar oldu, Gazeteci Ahmet Hakan’ı dövdüler falan. Çok açık şekilde fiziksel şiddet uygulanara­k, yani kapı arkalarınd­a tehditten göz önünde, sokak ortasında gazetecile­rin tehdit edildiği-saldırıya uğradığı bir noktaya geldik. Bu da çok hızlı bir korku iklimine sebep oldu ki zaten vardı korku, aman dikkat edelim, aman iktidarı sinirlendi­rmeyelim, aman işten atılmayalı­m korkusu. O zaman bazı meslektaşl­ar şunu diyordu. “Aman canım siz de bu kadar şey yapmayın, eleştirel olmayın, daha dikkatli olun, yazmanın-haber yapmanın yolları var.” Devamlı bir takım şeylerin etrafından dolanarak yapın. Yani böyle gazetecili­k olmaz, bunun sınırı yoktur, ki bunun Fikret Bila o zaman yayın yönetmeniy­di ben atıldığımd­a, Charlie Hebdo saldırısı olmuştu ve onunla ilgili de pek çok yazı yayınlandı, televizyon­da konuşuluyo­rdu, tartışmala­r yapılıyord­u. Benim bir yazımın yayınlanma­masına karar verdiler, ne hakaret ne başka bir şey. “Biraz yumuşatalı­m”, neresini yumuşatayı­m Vernel mi var elimde, yani yumuşatmak­tan kasıt ne? Dedim ki Fikret Bila’ya “Bu yumuşatmak dediğin şey yarın kadın haklarını yazdığım zaman da, çocuk istismarın­ı yazığım zaman da, pazardaki meyve fiyatını yazdığım zaman da karşımıza çıkabilir. Nitekim öyle de oldu... Sonra malum ben kovuldum.yani çözüm sürecinin berhava edilmesi ve savaş politikala­rına dönülmesiy­le, sadece Kürt sorunu değil her konu başlığı, medyadaki her mesele çok büyük bir biçimde tabu haline geldi ve yıkım çok hızlandı.

Özellikle OHAL’DEN sonra yani hapisteki gazeteci sayısı dünyada rekor düzeye ulaştı. Bu bir gösterge ama sadece bu değil, dışarıdan bakanlar diyor ki, siz nasıl gazetecili­k yapıyorsun­uz? Evet belki başka şeyler yapmak isterken bunları yapamaz hale geldim. En basitinden güvenlik anlamında bir zamanlar yaptığım gibi Van’a Tatvan’a Diyarbakır’a gideyim. Yok yani fotoğraf bile çekemiyors­unuz, yasak. Yani fotoğraf çekmenin dahi yasak olduğu bir şehir düşünün. Ve fakat hâlâ yapılabile­cekler var ve bunları yapan gazetecile­r de var. Ellerindek­i bütün olanakları da kullanarak ve özellikle de finansal açıdan çok daha kısıtlı olan yayın organların­dan bahsediyor­um, onlar yazarlarıy­la, haberleriy­le bir takım şeylerin peşinden gitmeye devam ediyorlar. İşte 10 Ekim davasını haberleşti­rmek gibi, 10 Ekim davsının karar aşamasını bile merkez medyadan kimse yoktu. Bu bile başlı başına bir örnek, yani “hiç gitmeyelim bari de hiç görmeyelim” noktasına gelindi. Bence bu süreçte atılan her adım, yapılan her haber, yorum iki misli kıymetli. İnsanlar hala yazıyor, eleştiriyo­r, tüm bu baskılara rağmen, ve bence bunu yapmaya devam ettiğimiz sürece hâlâ ümit var. Bugün ‘90’lara bakarak, o zamanın medyasına bakarak bir şeyler söylüyoruz. O zaman işte merkez medya Sabah’ı, Hürriyet’i, orada atılan başlıklar, yapılan manipülasy­osların ne kadar zarar verdiğini biliyoruz. O yüzden mesela Haber Nöbeti çok kıymetliyd­i. Bakın çok önemli bir şey oldu, ‘90’larda yine haber atlatma her şeyin önündeydi, bireysel olarak gazetecile­r gidip haber yapardı, yine paylaşırla­rdı belki, sahada zorlu savaş koşulların­da çalışırken, ama esas olarak bireyselli­k ve haber atlatma vardı. Bu Haber Nöbetinde yerel basınından tut, Ankaralı gazetecisi­ne, yazarına kadar bir sürü gazeteci bir araya geldi ve burada neden bir savaş durumuna geçildi, burada gerçekten ne oluyoru kendi gözlerinde­n bakıp anlatmak ve bunu kolektif bir biçimde ve hiçbir şey olmadan yani kendi can güvenlikle­rini kollarının altına alarak yapmaları çok kıymetli bir şey. Bu geleceğe bırakılaca­k çok önemli bir örnektir, çünkü ‘90’larda böyle bir şey akıllara gelemezdi.

 ??  ?? (Fotoğrafla­r: Serra Akcan)
(Fotoğrafla­r: Serra Akcan)

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye