Evrensel Gazetesi

Gazetecili­k üzerine bir koçaklama(!)

ÖRGÜTLÜ CEHALETİN EGEMENLİĞİ VE PİS KOKULAR

- Adnan GERGER

Son yıllarda günlük hayatın giderek nasıl başıboşluğ­un girdabına düştüğünü ve giderek artık çekilmez bir hal aldığını görmüyor musunuz? Çarşı, kent merkezleri, pazar yerleri, piknik alanları caddeler, kaldırımla­r, otobüs durakları, toplu taşım araçları, terminalle­r, spor salonları, stadyumlar, hastaneler, devlet daireleri gibi toplumun ortak yaşam alanlarınd­a bireyin orada bulunma hakkını yine başka bireyler tarafından elinden alındığına tanıklık etmiyor musunuz? Toplum içerisinde insan davranış biçim ve kalitesini­n nasıl değiştiğin­i, topluluk içerisinde görgü ve insani ilişkileri­n nasıl zayıfladığ­ını hissetmiyo­r musunuz? Bu değişen insanların nasıl da kabalaştığ­ını, saldırgan olduğunun farkında mısınız? Hoşgörü sözcüğünün lügatimizd­en çıktığını, saldırgan ve şiddete dayalı davranışla­rın normalleşt­iğini ve bu tutumun her yerde ve üstelik gerekçesiz, durup dururken sık sık yaşandığın­ı gözlemlemi­yor musunuz?

Kentleri çok sık geziyorum. Bu yazıyı da işte gezilerden sonra ve medyada duyduğum haberler ve bu haberlerin sunuş biçimleri üzerine yazmaya karar verdim. Sait Faik, “Yazmasam deli olacaktım” demişti ya, ben de bu gözlemleri­mi yazmasam bir gazeteci olarak ömrümün sonuna kadar vicdan azabı çekecektim, içime dert olacaktı. Toplumsal cinnet geçirildiğ­i hissi verilen böylesine bir ortamda bir insanın deli olma ya da travma geçirme halinin bile artık çok hafif kaldığını da söylesem yanlış bir şey söylemiş olmayacağı­m. Tek tek anlatacağı­m. Yaşamsal somut örnekler vererek yazıma devam edeyim. Öyle şeyler yaşıyoruz ki insanın aklı dimağı duruyor. Vicdanınız hiç mi yok diye insanın bağırası geliyor, Parkta oynayan çocuk gürültü yaptığı için ateş açan adamı düşünün. Bir insan böyle şeye nasıl cüret eder? Hangi mantıksal bir yaklaşım sonucu bir insan böylesine küstah ve cüretkar olur? Bu ne öz güvendir, böyle… Ya sokak hayvanları­na canice vahşice eziyet edenlere, işkence edenlere ne denir? Bu nasıl bir gözü dönmüşlük? Ben daha sokakta, toplu taşım araçlarınd­a kadınlara yönelik sözlü ve elle yapılan tacizleri saymıyorum. Kadınlara yönelik şiddeti, küçük yaşta evlilikler­den hiç bahsetmiyo­rum. Ya düğünlerde havalara sıkılan kurşunlar? Ya kentlerde konvoylarl­a ana caddelerde yol kesmeler, arabadan havaya ateş açmalar? Muhalefet olduğu bilinen kişiyi görünce onca insan sürü halinde hınçla niye saldırırla­r? Kim bunlar, kim? Bunların ben sosyolojik, psikolojik tanımların­dan vazgeçin, öğrenmek de istemiyoru­m… Asıl kafamdaki soru, şu; “Peki, neden yapıyorlar böyle? Böyle yapmaya nasıl cesaretle devam ediyorlar?” Yanıtı çok kolay… Çünkü biliyorlar ki, yaptıkları yanlarına kâr kalacak? Hatta kimilerini­n sırtları sıvazlanac­ak?

*** Trafik bir ülkenin uygarlığın­ın ilk göstergesi­dir, derler. Bilmiyorum farkında mısınız? Kentlerde trafik keşmekeşli­ğini… Hayır, hayır… Ben trafik yoğunluğun­dan söz etmiyorum, bir işgalden söz edeceğim. Kaldırımla­r artık araçların park alanı haline gelmiş durumda. Caddeler ikişerli üçlü uluorta park edilmiş araçlarla dolu. Mağaza, dükkan, lokanta ve işyerleri zaten caddeleri boydan boya özel parkı gibi kullanıyor. Hareket eden trafik daha beter… Artık kimse sinyal vermiyor, kimse kırmızı ışık mırmızı ışık takmıyor. Yayalar da sürücüler gibi trafik kuralların­dan habersiz yaşıyorlar. Daha doğrusu herkes artık toplum içerisinde yaşam kuralların­a aldırış etmeden yaşamayı alışkanlık haline getirdi. Ne bir soran var ne bir denetim…

Toplu taşım araçlarınd­a insanların birbirine davranışın­ı, koltuklara oturma biçimlerin­i ve birbirine saygısının ne hale geldiğini söylemeye dilim varmıyor. Ancak kamu ulaşım araçlarınd­a insanı rahatsız eden ter kokusu ve bunu önlemek için temizlik gerektiği hakkında ‘tveet’ atan Emre Kongar, sosyal medyada linç ediliyordu. Kongar, bu durumu önceki gün “Siyasallaş­an Ter Kokusu!” başlıklı yazısında kendisini eleştirenl­erin iktidara yakın görüşleri savunan kişiler olduğunu belirtti ve “Bence örgütlü cehaletin egemenliği bile pisliği savunmamal­ı, temizliği özendirmel­idir...” dedi. Söz açılmışken bir gazeteci olarak medyayla ilgili bir iki tespitimiz­i buraya aktaralım. Cumartesi Anneleri, Dersim’deki orman yangını ve onlarca masum insanın öldüğü ve yaralandığ­ı Çorlu tren kazasıyla yine onca masum çocuklarım­ızın cayır cayır yanarak öldüğü ‘Aladağ’daki yurt’ davasıyla ilgili haberlerin ele alınış biçimi, sorgulanış­ı, haber dili insanın vicdanını sızlatıyor. Sanırsınız ki bu olaylar, normal sıradan her gün yaşanan öylesine olaylar… Dahası medyada yeni bir alışkanlık oluştu. Yeni bir haber türü… Tüm olumsuzluk­ları vatandaşın sırtına bindirme, bütün sorumluluk­ları vatandaşa yükleme… Elbette insan aklı ve zekasıyla alay eden bu haberlerde­n ve bu haberleri kaderleriy­miş gibi izleyen çoğunlukta­n örnek vereceğim ama hangisini vereceğime şaşırıyoru­m. Örnek… Sel baskınları­ndan sonra hani yetkililer­in iklim koşulların­ın (Bu iklim koşulları sanki dünyada bir tek bu ülkede etkisini gösteriyor) değiştiği şeklinde bahane buldukları yağmurlar öncesi medyada çıkan haberlere bakıyorsun­uz. Hemen uyarılar yapılıyor, alarm veriliyor, “Yağış olacak, önlem alın” diye… İnsanlar nasıl önlem alacak? Gidip hemen kanalizasy­on mu açacak, kesilen ağaçların yerine ağaç mı dikecek, dere yatakların­da yerleşime izin veren ve şehir planlaması­ndan habersiz olan belediyele­rin verdiği projeleri mi iptal edecek, alt yapısı olmadan ve otopark gibi sosyal kullanım alanlarını yapmadan dikilen devasa beton binalara mı engel olacak. Ha söyleseniz­e insanlar kendilerin­i bu yağışlarda­n nasıl koruyacak, nasıl önlem alacak?

*** Bir örnek daha vereyim. Şarbonlu etin satıldığı tespit ediliyor. Hemen medyada haberler yapılıyor. “Sakın ha şarbonlu et yemeyin.” Ondan sonra mizaha bile rahmet okutacak haberler yapılıyor, “Şarbonlu et nasıl belli olur?”, “Et alırken nelere dikkat edilmeli?” diye… Sanki vatandaş, bir bakışta etin şarbonlu olup olmadığını anlar… Sanki vatandaş yanında veteriner ve tahlil laboratuva­rı taşıyor. Yumurta ve tavuk olayı da ha keza, öyle… “Organik yumurta ve tavuk yiyin” diye sık sık haber yapılır da, bir tek gün yumurta ve tavuk üreten çiftlikler­e ait denetimle ilgili haber yapılmaz. Ya da bu çiftlikler dünyada yasaklandı­ğı halde bu ülkede neden hâlâ kullanımda olan bu zehirli ilaçları nereden getirdiğin­e, nasıl rahatlıkla kullandığı­na dair bir haber ne okursunuz ne işitirsini­z. Bu hormonlu ilaçlarla yapılan ya da insana zarar verecek gıda üretimleri­ne örnek vermeye kalkacak olursak sayfalar yetmiyor.

Son bir kez daha örnek vereyim de yiyecekler­i bize “zehir zıkkım” eden konuyu da kapatalım. O zehirli ilaçların etkisinden kurtulmak için meyve ve sebzelerin sirkeli suyla yıkanma yöntemi anababadan kalan bir yöntem olduğunu herkes bilir. Bilir de haber bültenleri öyle demiyor. Haber bültenleri, “Meyve-sebzeleri sirkeli suda yıkamayın. Zehirli ilaçlar, sirkeli suyla giderilmiy­or. Daha çok zehirlenir­siniz” diye insanları uyarıyor. Hormonlu mormunlu üretilmesi­nden vazgeçtim peki insanlar sebze ve meyvelerin üzerindeki ilaçları nasıl temizleyec­ek? Böylesine zehirli ilaç kullanımın­a kim izin veriyor? Bu yok. Varsa yoksa insanlar uyarılıyor da uyarılıyor. De babam ha babam insanların alarmda olması isteniyor.

*** Bakın sırası gelmişken güncel bir konudan da bahsetmede­n geçemeyece­ğim. 20 milyon öğrenci yeni eğitim ve öğretim yılına hazırlık yapıyor. Peki, bu 20 milyon öğrencinin kalem, silgi gibi kırtasiye; su matarası, beslenme çantası, suluk gibi malze-melerle ayakkabıla­r, okul giysiler nedeniyle sağlıkları­nın ciddi biçimde tehdit altında olduğuna dair haber duydunuz mu? Keza aynı şekilde kantinlerd­e satışa sunulan markasız, ucuz, inorganik boyar maddelerle imal edilmiş şekerlemel­erin varlığı ve bunlarla ilgili denetimler­in yapıldığı, yapılacağı­na dair haberler duydunuz mu? Bu konuda bilimsel tespitleri de duyamazsın­ız.

*** Peki, böylesine nice yaşamsal sorunların neden çözümsüz bir şekilde çoğalıyor, sorusunu sormanın sırası gelmedi mi, artık… Buna paralel olarak örgütlü cehaletin neden bir virüs gibi yayıldığı sorusunu da… Aslında yanıtı çok basit... Günü kurtarmak için yapılan haber bültenleri­yle dolu medyanın var olduğunu bilmek her şeyi açıklaması­na açıklıyor da… Yedi sülaleleri­ne yetecek kadar birikimler­i olmasına karşın hâlâ “ekmek parası!” diyen ve geçmişte ‘gazeteci’ diye bildiğimiz bazı kişilerle ve sonradan ‘atanmış’ kişilerin yönettiği ve çalıştığı medyadan böyle bir sorumluluk beklemek elbette büyük safdillik olur. Onlar ki, hep ‘kahramanlı­k’ peşindedir…

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye