KRİZ DERİNLEŞTİKÇE FAŞİZAN EĞİLİMLER ARTAR
BAKAN Albayrak’ın ‘ciddi tasarruf tedbirleri alacaklarını, örneğin lüks makam araçlarının satılacağını, kamu harcamalarının kısılacağını’ söylediği gün Saray’daki 30 Ağustos resepsiyonu menüsünün ejder suyu ve telaffuzunda zorlandığımız bir takım yiyecek ve içeceklerden oluştuğunu öğrendik. Aynı günlerde MEB bütçesinde yüzde 18’lik bir kesinti yapıldı. ‘Tasarruf’ ifadesini bu iki olgu üzerinden değerlendirdiğinizde ne söylersiniz?
Halka, “Bakın biz bir şeylerden tasarruf yapıyoruz” demek zorundalar. O nedenle böyle şeyler söyleniyor. Ancak, medya hakimiyeti olsa da biri kalkıyor bu ejder suyunu yazıyor, bunu duyan, bunu öğrenenler de iktidara oy veren taban da olsa- bir memnuniyetsizlik yaşıyor. Kendisi pazara gittiğinde 5 Tl’nin altında meyve alamazken, yüzlerce lirayı bulan meyvelerle bunun nasıl olduğunu sorgulamaya başlıyor. Bu tür siyasal iktidarlar, asıl tasarrufu ve asıl kemeri halk için sıktırırlar, onu görmek lazım. Lüks makam araçlarında azaltma gibi göstermelik bir şeyler yapılabilir ama şu soruyu sormamız lazım; neden bu kadar lükse giriliyor? Avrupa ülkeleri içinde kamuda lüks araç kullanımda birinci ülkeyiz. Yani bu artık yaşam biçimine dönüşmüş. Cuma günleri Kocatepe Cami’nin önüne bakın, yüzlerce lüks resmi araç ve koruma ordularıyla cuma namazına gelen siyasetçiler ve bürokratlar görürsünüz. Bunlar bu alışkanlıklarından vazgeçebilecekler mi, emin değilim. Ama halk için ciddi kısıtlamalar geliyor; kısılan eğitim harcamalarında gördük, sağlıkta tüm bunlar yaşanıyor zaten. Süreç içinde halka kemer sıktırmaya yönelik bu tür “tedbirlerin” artacağını düşünüyorum. Bunu gündeme getirmek, anlatabilmek gerekiyor. Ama bunu anlatabilecek bir muhalefetin olduğunu düşünmüyorum. Neoliberal popülizmin etkileri aşılmadığı sürece insanların fikirlerinin değişmesi çok zor, hatta kriz çok daha derinleştiğinde daha sola eğilim, sisteme muhalif olanların güçlenmesinden ziyade, tersine daha faşizan eğilimlerin artacağını söylemek mümkün. Dünyadaki gelişmeler de bunu gösteriyor.
Nitekim son olarak Cumartesi Anneleri’nde vücut bulan eylem ve grevlerin yasaklanması da bunun işaretlerini oluşturmuş oluyor...
Aynen öyle. Bunun tarihte de örnekleri var. Çünkü böyle bir rejim inşasının olmazsa olmazı ekonomik krizlerdir. 1930’ların Almanya’sına bakın, ondan öncesi İtalya’ya baktığınızda her ikisinde de ortak paydalarından biri ekonomik krizdir. Eğer işçi sınıfı örgütsüzse, en geniş emek kitleleri örgütsüzse bunun gideceği yer bellidir.
Türkiye sadece iktisadi, sadece politik bir kriz yaşamıyor. Çoklu bir kriz hali var Türkiye’nin. Ekolojik kriz var ki bu da çok önemli. Sosyal krizler var, birçoğu içe patlama biçiminde intiharlar vs biçiminde gelişiyor ama bir süre sonrasında başka bir şeye dönüşebileceğinin işaretlerini de görüyoruz. Bunu Fikret Başkaya Hoca “çöküş” olarak nitelendiriyor. Ben henüz o aşamada olmadığımızı düşünüyorum ama oraya doğru gidiyor maalesef. Sistemde de ciddi bir çürüme olduğunu görüyoruz. Mesela Halk Bankası’nın mevcut döviz kurunun neredeyse yarısı oranında bir kurdan belli bir süre için döviz satışı yapmış olması ve bunun karşısında ciddi bir soruşturmanın açılmaması, sorumluların istifa etmemesi ciddi bir çürümüşlüğün göstergesidir. Son dönemlerde birtakım sapkın hareketlerin kendini gösteriyor olması çürümüşlüğün göstergesi ama bütün bunlar üzerinden yeni bir şey inşa edebilme umudu da var. Asıl dikkatlerimizi yönelteceğimiz yer o tomurcuklardır. Çıkış için oraya odaklanalım ve çıkışı gerçekleştirecek gerçek muhataplarına gidelim.