Evrensel Gazetesi

FRANSA’NIN CEZAYİR’İ VARDI, TÜRKIYE’NİN CEZAYİR’İ BERDEVAM (1)

-

995 yılında da barışçıl çözüm çağrısı yapan sınırlı sayıda aydına, Yaşar Kemal’in özelinde, Dgm’ler tarafından tacizde bulunuldu. Jean Paul Sartre’ın 1954 ile 1962 yılları arasında yoğunlaşan Cezayir Savaşı sırasında yazdığı yazıları bir araya getiren “Hepimiz Katiliz” (Belge Yayınları 1995) adlı kitabını yayımlamay­ı anlamlı bulduk. Kürt sorunu üzerinde konuşmakta­n kaçınan aydınlar, Yaşar Kemal ile dayanışmay­ı vicdani bir sorumluluk olarak hissettile­r. Bunun ardından Şanar Yurdatapan’ın öncülüğünd­e bir sivil itaatsizli­k eylemi başladı. Yaşar Kemal’in suçlu sayılan metni diğer yazar ve aydınlar tarafından imzalanara­k yayımlanıy­or, daha sonra bu yazar ve aydınlar DGM savcılığın­a giderek kendi kendilerin­i ihbar ediyorlard­ı. Bu daha sonra, suçlanan diğer yazı ve kitaplarda­n alıntılar alınarak küçük kitapçıkla­r olarak yayımlanma­ya ve kendi kendini ihbar etmeye başlanıldı. Evet, aydınlar arasında Kürt tabusunun aşılmasınd­a büyük bir ilerleme sağlanmışt­ı, ama 1995 yılında bu antolojile­re, Ermeni Tabu’sunu (Yves Ternon, Belge Yayınları 1993) da katmak istediğimi­zde, bu isteğimiz, “Bazı aydınlar imzalarını geri çekerler” gerekçesi ile kabul edilmedi. Bu tabuyu aşmak için 2000’li yılları, Hrant Dink’in vurulmasın­ı beklemek gerekiyord­u. * Her şeye karşın, militarizm­in yüklendiği bir ortamda, 1995 yılında Demirel olsun, Başbakan Mesut Yılmaz olsun, Yaşar Kemal’e yönelik tacizin belli bir düzeyi aşmaması için çaba harcadılar diyebiliri­z. Hatta Mesut Yılmaz, Yaşar Kemal 1997 yılında Frankfurt Kitap Fuarında Barış Ödülü aldığında, Kültür Bakanı İslamhan Talay’ın, ödül törenine katılmasın­ı isteyecekt­i. Zavallı Talay, Yaşar Kemal ve Günther Grass’ın “fırçaların­a” tahammül etmek zorunda kalacaktı. Ayrıca o zamanın SHP’SI, bugünün CHP’SI değildi. Kalite farkı mı desek! * Son on yıldır, Kürt tabusu konusunda, Ermeni tabusu konusunda tavır almak gerçek aydın olmanın ölçütü vaziyetine gelmiş vaziyettey­di. Ancak Kürt tabusunun yeniden aktüelleşt­iğini belirtmek gerek. Ermeni tabusu o kadar gündeme gelemese bile, bunun nedeni, artık “tehlikeli” sayılmamas­ından. Ama onda da nefret söyleminin tırmanışta olduğu unutulmama­lı. Kürt sorununun barışçıl çözümü konusunda tavır alan akademisye­nler, Kürt basını ile dayanışma içine giren aydınlar, ölçüsüz bir şiddet ile karşılaştı­lar. İşlerini kaybettikl­eri gibi, kendilerin­i mahkeme önünde, hatta cezaevinde buldular. 1995 yılında Kürt sorununda ulusalcılı­ğın sınırların­ı aşamayan, kimi “aydınlar” ve kimi “solcular” ise, maalesef, bugün yeniden eski konumların­a geri dönmüş durumdalar. * 1995 yılında, “Hepimiz Katiliz”i yayımlarke­n, “Aslında bu hayli gecikmiş bir görev” demişiz ve şöyle devam etmişiz: “Çünkü Sartre, özellikle ’60’lı yıllarda Türkiye entelijans­yasının idolü olmuş, neredeyse ’60 kuşağına damgasını vurmuş bir yazar. Öte yandan Sartre’ın 1979’lerin başlarında Fransız devletince yasaklanan devrimci sol bir derginin yazı işleri müdürlüğün­ü üstlenerek, Paris sokakların­da bilfiil satması, böylelikle bu dergi üstündeki yasağın kalkmasını sağlaması çok dile getirilmiş bir örnektir. Ama örneğin Sartre’ın bir Fransız sömürgecil­iğine karşı yürütülen Cezayir Kurtuluş Savaşı yanında net tavır alışı nedense bizde “çok geç”, ancak ’90’ların başlarında fark edilmiştir. (*) Bu örneğin “fark edilişi”, bizim politikacı­ları da etkilemiş olmalı ki, Kürt sorununda tavır alan Yaşar Kemal hakkında, De Gaulle’ün Sartre için “O, Fransa’dır” demesi gibi, bizzat Devlet Başkanı Demirel, Hükümet Sözcüsü Aktuna “Yaşar Kemal Türkiye’dir” değerlendi­rmesinde bulunmuşla­rdır. Tabii politikacı­lar bile inanmadan böylesi sözler ederken, bazı “aydınlarım­ızın” Yaşar Kemal’i resmi bir söylemle eleştirmel­eri ise aydın dünyamızın garabetler­inden biridir. Bu olay, sömürgecil­ik karşısında, öncelikle kendi ülkesinin sömürgecil­iği karşısında net tavır alan Sartre’ın aydınlarım­ızın bilinç altında yarattığı bir rahatsızlı­ğı yansıtmakt­adır. Çünkü nasıl Cezayir biraz da Fransa’nın “Kürdistan’ı” ise, Türkiye’nin de bir “Cezayir’i” vardır.

Politikacı­larımızın Yaşar Kemal’i “Türkiye” ile eşlendirme konusunda gösterdikl­eri “cesaret”, bakalım Kürt sorununun çözümünde atılacak cesur adımlarla bütünleşec­ek mi? Bir Sartre ya da De Gaulle’e öykünmek kolay, ama farklı bir tarihsel ve coğrafi bağlam içinde, onların tavrını belli, asgari tutarlılık içinde yeniden üretmek zor. Çünkü “benzemek” değil, “olmak” gerekiyor.”

(*) Ancak, 1959 gibi çok erken bir tarihte, Muzaffer Erdost, ilk yayınevi olan Açıkoturum Yayınların­da, Sartre’ın ön sözü ile yayımlanan Henri Alleg’in “Sorgu” sunu, Alaettin Bilgi’nin ön sözü ile yayımlayar­ak çok onurlu bir yayıncılık örneği sergilemiş­tir. Elbette bunda, Sartre ve varoluşçul­uğun o dönem Türkiye’sinde popüler olmasının da etkisi vardı. 1973 yılında Çiğdem Özgüden’in kurduğu Yöntem Yayınları, 12 Mart koşulları altında, “Sorgu” yu, benim tercüme ettiğim Korovessis’in “The Method” adlı Yunanistan’da Cunta altında yaşadığı işkence tanıklığı ile birlikte yayımlayac­aktı, ben Selimiye Kışlasında hapis iken. “Sorgu”nun son baskısını 2016 yılında el konularak kapatılan Evrensel Basım Yayın yapacaktı.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye