Biti kanlananlara esefle...
kavramdır. İnsan koca bir sınıfı aklı varsa bunca karşısına almaz, hakaretamiz yaklaşmaz. Bizim ülkemizde bir kalem kolay tükenir, tüketilir ama üretim bitmedikçe, işçi sınıfı yerindedir.
Biti kanlandı diye bir terim vardır, TDK şöyle açıklar: Sıkıntı içinde yaşayan bir kişinin para ve varlık yönünden güçlenmesi. Bu hikayede, biti kanlanan kimdir, kimlerdir?
2017 sonunda metal işçileri, toplusözleşme konusunda MESS’E uyarı vermek üzere, faaliyetlerinin olduğu tüm alanlarda 1 saatlik iş bırakma eylemi yapmıştı. Bunun anlamını masa başı iş yapanlar ya da sipariş üzerine yazı yazan ana akımcılar bilmiyor olabilir zira kendi yaşamları ile kıyaslayıp, “Masandan kalkıp 1saat kahve içmeye gitmenin işverene ne zararı var ki?” diye düşünüyorlar hissine kapılıyorum.
Bunun manasını bir örnekle açıklamaya çalışayım: Fabrikalar minimum stokla üretimi döndürmeye çalışırlar. Üretim malzemelerinin de ürünün de stok maliyeti yüksektir. İhraç edilen ürün eğer bir başka global markanın üretim bandına giriyorsa, satış sözleşmesinde bant durdurma maliyeti cezası konulur. Bugün Fransa ya da Almanya’da, bir otomobil fabrikasının üretim bandını, sevkiyatı geciktirmek suretiyle durdurmanın dakika maliyeti, tahminimce 3-4 bin avro civarındadır.
Bir saatlik bir iş bırakma eylemi, tüm üretim ve sevkiyat planını sarkıtır, işverene maliyeti korkunç boyutlara çıkabilir. Zira yetişemeyip konteynerleri gemiye yükleyemezseniz bir de üzerine antrepo ve liman masrafları binecektir.
Bu sebeple 1 Mayıslarda resmedilen, işçinin bileklerindeki o zincir, aynı zamanda diğer uçlarından, işverenin de ekonominin
de boğazını sıkmaktadır. O zinciri koparırken çok canlar yakacaktır.
Bir prospektüs okumaktan aciz, son okuduğu kitap sorulduğunda oy verdiği partiyi söyleyen kitleye de ortaokul zamanları sınıf arkadaşlarımıza yolladığımız atara atar içerikli, üzerinde kan ve gül çizili ergen mektupları benzeri satırları, sipariş üzerine yazıp gazeteye basanlar da ne Das Kapital okuyacaklardır ne Artı Değer teorilerini.
O zaman yine göze güveneceğiz, sinemaya.
Fatih Akın sinema için “Film çekmek boks yapmak gibidir. Önemli olan gücü dengeli kullanmak, taktik ve zamanlamadır.” demişti. Bu filmleri yeniden anmak için tam yeri, tam zamanı. Oturtup izletelim, nedir işçi sınıfı ve bir gün zincirlerinden kurtulmaya karar verirse neler olur, bırakalım kendileri anlasın.
1971 yapımı İtalyan filmi “İşçiler Cennete Gider” La Classe Operaiava in Paradiso) filminde iş kazasında sakatlanan Lulu’nun, öğrenciler tarafından örgütlendikten sonra fabrikada yaptığı konuşmanın özeti şöyleydi: “Karanlıkta girdiğim bu fabrikadan karanlıkta çıkıyorum. Üretim yetişsin diye ağzımda lokmamla çalışıyorum. Bu cehennemden çıkıp başka bir cehenneme gireceğiz, bunun adı hayat mı? Ben üretimin bir parçasıyım, artık ben de bir makineyim, dişliyim. Ben bir pistonum, tornavidayım, kayışım, rulmanım ve bozuldum. Ben artık bozuldum. “
Sinemanın Cumali Ceber’lerden çok daha fazlası olduğunu anlatmak için ajit-prop sessiz film olan 1925 yapımı Sergei M. Eisenstein’ın Grev’ini (Strike)izletelim. Her bir karesine şaşırsınlar nasıl 93 sene önce çekildi diye. Kitabını okumayacaklar, ekranda görsünler Lenin’in “Örgütlenme eylem birliğidir, akıllı müdahaledir” sözlerinin manasını, çarlığın titreyişini.
Aynı isimli bir Polonya filmi daha var: 2006 yapımı Grev (Strajk -Die Haldin von Danzi) Bir kişinin dahi haksız yere işten çıkarılmasının bazen nasıl suya atılan bir taş gibi halkalar yaratarak büyüyebileceğini, dingin bir suyu dalgalandırabileceğini görmeleri için izletilmeli.
Amerika, komünist avına başladığı 50’li yıllarda, pek çok sanatçı haksız yere tutuklanıyordu. Buna karşı “madem tutuklanacağız bari haksız yere olmasın” mantığıyla çekilmiş, ’70’li yıllara kadar ABD’DE yasaklı kalmış ayrımcılığa, sınıf farkına ezilenlerin dünyasından bakan bir işçi filmi var, Herbert J. Biberman’ın 1954 yapımı Toprağın Tuzu (The Salt Of Theearth ). Rolling Stones’un The Salt Of The Earth şarkısının da bu filme binaen yazıldığını düşünürüm. Sözleri filmin özeti gibidir.arjantin’den belgesel açalım bir de: 2008 yapımı Fabrikanın Kalbi (Corazon de Fabrica).
Patronsuz bir seramik fabrikasıdır Zanon. “Bir zamanlar çok iş kazası oluyordu. Burası için en iyi forklift operatörü en hızlısıydı. Ve forklift altında kalanlar da hep en iyi olmaya çalışanlardı çünkü daha çok kazanmaya en çok onların ihtiyacı vardı. Her ay milyonlarca dolar ciro yapıyorduk ama bir ambulansımız hiçbir zaman olmamıştı…” Zanon fabrikasının el değiştirip işçilere geçiş belgeselidir. Her şeye sıfırdan başlayıp yeniden üretime geçen işçilerin hikayesidir.
Olmadı mı? Kimseleri ikna edemediysek, Germinal’i izletelim ya da Charlie Chaplin’i az çok bilirler, en azından figürü basılı hediyelikleri görmüşlerdir. Modern Zamanlar ile anlarlar belki. Bize ne elalemin işçisinden, Meksika’dan Arjantin’den, İtalyan’dan derlerse, boşverin, anlatmaya çalışmayın “Bütün ülkelerin işçileri birleşin” sloganının ne demek olduğunu.
Karanlıkta Uyananlar bizim filmimizdir, senaryosu Vedat Türkali’ye ait, yönetmeni Ertem Göreç’tir.
Ayla Algan, Beklan Algan ve Fikret Hakan’ın yer aldığı film, İşçiler Cennete Gider filmindeki Lulu’nun meşhur konuşmasındaki cümleyle aynı adı taşır. Karanlıkta uyanır evine karanlıkta döner işçiler. 1964 yılının İstanbul’unu da görünce belki içleri bir titrer.
Yavuz Özkan’ın yönettiği 1978 yapımı Maden’de Tarık Akan ile Cüneyt Arkın’ı yan yana görünce belki dikkatleri çekilir. Ses Sanatçısı ve Oyuncu Belit Özükan’ın bir sözü var: “Soma, sonun başlangıcıydı. “der.
Bir gün Soma dev bir belgesel olacak, tarihin sayfalarında bu yüzyılın ibret hikayesi olarak yerini alacak. İnanıyorum. Ama o zamana kadar, Ümit Kıvanç’ın 16 Ton belgeseli yeterince kafamıza vuruyor olmalı.
Johnny Cash’in unutulmaz şarkısının çeşitli versiyonlarının eşlik ettiği bu belgeselde maden işçisi olmanın anlamını bulacaksınız. 16 ton, bir maden işçisinin bir günde çıkarması gereken miktardır. O şarkıda ellerimizle tempo tutarken ne kadar da aptalmışız, sözlerini dikkatle dinlerseniz bir maden işçisinin yaşanmış sayılamayacak bir gününü anlattığını utançla anlayacaksınız.
Bunca sinemadan bahsettikten sonra, altında ülke olarak imzamız olan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi Madde 23’te bir hatırlatma olarak buraya bırakıyorum: Madde 23 1. Herkesin çalışma, işini serbestçe seçme, adaletli ve elverişli koşullarda çalışma ve işsizliğe karşı korunma hakkı vardır.
2. Herkesin, herhangi bir ayrım gözetmeksizin, eşit iş için eşit ücrete hakkı vardır.
3. Herkesin kendisi ve ailesi için insan onuruna yaraşır ve gerekirse her türlü sosyal koruma önlemleriyle desteklenmiş bir yaşam sağlayacak adil ve elverişli bir ücrete hakkı vardır.
4. Herkesin çıkarını korumak için sendika kurma veya sendikaya üye olma hakkı vardır.
Sinemayla başladığımı, Cahit Irgat’ın bir şiiri ile bitirmek isterim.
Biz insanlar Bir avucun Beş parmağı kadar kardeş Boyun eğmiş, razı olmuş Gömülmüşüz çamuruna alın terinin Mayasına hamuruna kara ekmeğin. Fabrika bacaları çatlayacak hırsından Sefaletler, felaketler ve kötü niyet Her gün götürüyor içimizden birini Şu fabrika, şu vapur, lokomotif düdüğü Şarkısını tekrarlıyor ezilmişler şehrinin.
İyi pazarlar, bilhassa da sizlere işçiler, emekçiler ve tüm dostları.
Biti kanlılara selam yok.