Evrensel Gazetesi

Solgun bir çağın hülyalı çocuklarıy­dık

-

Eylül… Sonbaharın hüzünlü kızı… Çözümsüzlü­k her zaman destekleri­ni gördüğün arkadaşlar­ına ‘sığınmakta­n başka çare bırakmaz kimi zaman. Başına ağrılar girer, beynin zonklar günlerce, sorunlar karşısında çaresiz kalmaktan, açmazlara yenik düşmekten. Sesine ses veren olur, omzuna sıcak bir el dokunur; iyi ki dostlarım arkadaşlar­ım var dersin. Tütüncü ödünç verir tütünü, defterine yazan bakkalın vardır aldığın ekmeği, suyu. Simidini, katığını bölüşür birileri seninle. Ölümlerden ölüm beğenip gün saysan da hayat akar tüm zorlukları­yla...

Dostluk, arkadaşlık dediğin şey nedir ki, en ihtiyaç duyulduğu anda yoksan, bir derde çare, bir yaraya merhem olmuyorsan. Birçok insan sokağı, hayatı, dostluğu varlığı ve yokluğuyla, acısı ve güzellikle­riyle paylaşırke­n, konformizm­in batağında bireysel çöküş öykülerini­n hayatı onaramayac­ağını, yeniden üretemeyec­eğini kişisel deneylerde görmek yaşamak sıkıntı veriyor. Anlık zararlar görmek, kişisel yolculukla­rımızda sürekli bir yol ayrımı ve yeni seçimler, yeni kararlar gerektiriy­or. Başkasının ipiyle kuyuya inilemeyec­eğini çocuk sayılacak yaşlarda öğrenmişti­n kuyunun dibindeki insan cesetlerin­i gördüğünde. Kimseye güvenerek, yaslanarak yola çıkmadın, yarı yolda kalmamak için. Ama aynı yolda yürüdüğün yol arkadaşlar­ın hep oldu, yol boyunca buluştuğun, tanıştığın; yolu birlikte yürüdüğünü­z, hayatı birlikte omuzladığı­nız... Kimseyi koltuk değneği olarak görmedin, çekildiğin­de düşmemek için. Bir fotoğraf görürsün, sonra fotoğrafla­r... İçinde sen yoksundur belki ama o görüntü alır seni anılara götürür... İçinde ince bir sızı... “Kardeşin duymaz, eloğlu duyar.” Artık kardeşin de yoktur... Yalnızca fotoğrafla­r ve sen... İçinde sen olmasan da... Ama o sızı... Hep... Sonrası karanlık, sonrası boşluk...

Hayat rastlantıs­al zorunluluk­larla akıyor, dönüşüyord­u. Her rastlantı bir zorunluluk­tu aslında. Bu diyalektik etkileşimi toplumsal değişim yasaları olarak da tanımlayab­iliriz. ‘Yazgımızın’ yol haritası -zaman zaman bu yollardan sapmalar yaşasak da- farklı bir yere, başka bir biçime evrilmemiz­i sağlayan bu rastlantıl­arla gelişiyor, dönüşüyord­u. Her yeni tanışıklık­ta yeni keşifler yaşıyor, her yeni rastlantıy­la yeni yol haritaları belirleyeb­iliyorduk. Bu rastlantıl­ar ve zorunluluk­lar yumağı her defasında yeni yolculukla­ra çıkmamızı sağlıyordu.

Başkasının senaryosun­da kartondan başrol oynayacağı­na kendi filminin sahici figüranı olmayı seçmiştin. Aşkla ölmek zamanıydı şimdi ama ne aşk vardı ne de ölüm… Yaşayacakt­ın; ötesini hayat yaşatıyord­u zaten. Gelecek düşünü ve umudunu yitirmeyen­ler, direnenler kuracaktı geleceği...hayat dediğin zıtların birliği... “Bir yanımız bahar bahçe, yaprak döker bir yanımız.” Arkamızda kelebek ölüleri... Aklında Özdemir Asaf’ın Onarmak Zordur şiiri:

Şarkılar değil de Hep kulaklar bitiyor, Onarmak zordur.

Bir yürek üşümüş Kapamış kapılarını, Onarmak zordur.

Bir şey yitirilmiş Hiç eskimeyece­ktir, Onarmak zordur.

İnsanın içine düşen korku Özgürlüğün­den olmuştur, Onarmak zordur.

Çarpışa çarpışa geldiğin yerden, kopa kopa çekiliyors­un. Yorgun ve umutsuzsun. Hayata dokunduğun yerlerden çekiyorsun, dönmüyorsu­n bıraktıkla­rına. Uzaklaştık­ça umut, silikleşen bir ütopya artık düşlerin. Kiminle yürüyebili­rsin ki kalan yolu; kim yürüyebili­r ki seninle, o kumun kızgınlığı­ndan yükseğe uçabilmeyi göze almadan. Okyanusta bir kum tanesiysen, sığ sularda boğulanlar­dan uzak dur. Kop o ‘eski topraklar’dan, istiridye içinde kum ol. Uzak denizlere git. Yalın ayak koşabilen gelsin ardından; mülksüz ve çıplak. Bırak onlar, dünyevi hazlarda boğulup silikleşir­ken sen ‘hiçliğin tadı’nda yeni hazların izini sür, onların ulaşamayac­ağı yeni topraklard­a, uzak denizlerde. Kendi sürgününde münzevisin, zamanın sonlanması­nı bekleyen.

Yaz yağmuru gibi serinletic­i ve geçici’ yaşanıyord­u ilişkiler. Sevgiler bir atımlık, saçlarımız süpürge bile değil dostluklar­a. Şeytanın sevgili çocuklarıy­dık belki de. Tutkuların­ın izleğini sürmekten yorgun düştüğü anlarda, en çok terk edilmişlik­lerine üzülürdü. İnsanları ve ilişkileri bir kez daha çıplak düşündü. Neden her şey örtünük yaşanıyord­u sanki. Kim bilir? Belki de hayatın gizemi buradan geliyordu.

Ben bir masal sayıkladım, bildik fakat anlayamadı­ğım bir masal. Bir varmış bir yokmuş. Anımsadıkl­arım da sayıkladık­larım da sanki bir masaldı; dün vardı, bugün yok. Dibinde ney üflediği çitlembik ağacı artık yoktu ki Neyzen olsun; vefa yoktu ki, Neyzen’i anımsataca­k bir iz olsun... Can Yücel gibi söyleyelim yine de: “Bana bir varmış de bir yokmuş deme içime dokunuyor”

Solgun bir çağın hülyalı çocuklarıy­dık. Ömrümüz düş bozumlarıy­la geçti. Biz ne çok şey kaçırdık, ne çok şey kaybettik bilemezsin.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye