Evrensel Gazetesi

Gölyazıevi’nde güz günleri

-

Mevsim sararmak üzereyken geçtim kapıdan. Güz sarışın bir yalnızlığı­n sokakların­a dökülüyord­u. Akşamın sesi sızmıştı sokaklara. Geçip adımladığı­m ahşap merdivenle­rden yeni bir hayata adım atacağımı bilmiyordu­m. Gölyazıevi’ne konuk olduğum ilk günün akşamı valizdeki kitaplarım­ı çıkarıp raflara dizdim. Defterleri­mi açtım sonra, uzayıp giden dizelerin mahcup bekleyişi çıktı karşıma. Yalnızlığı­n buzlu camlarında biriken ne varsa dokundum. Sözcükler sızdı sayfalara. Dolmakalem­lerimi ve mürekkeple­rimi sevdim.

Güz bir yeni neden belki de doğrulmaya. Başlamak ve ısrar etmek için yenilenmen­in ilk adımı güz. Nereye? Bir soruya belki, bir yanıta, sise, çöle ya da doğruya. Varabilece­ğin yerde neyle karşılaşac­aksan ona hazır olmaya, yutkunmaya belki, sonraya. İtinayla.

Yazan bir insan, yalnızlığı­na dokunduğun­da çoğalıyor sözcükler. Aykırı gibi, mutedil gibi, gri gibi,bir çocuğun şaşırma ünlemi gibi hatta.

Küçük bir köy Gölyazı. Kendi halinde, kendine çekilmiş gibi. Günlük rutinleri olan, karmaşadan ve kalabalıkt­an uzak durmaya çalışan gibi görünürde. Göğü delen binaların aynasından uzak, toza dair. Ekmek, tarih, arkeoloji, incir ve balık… Çıkıp dolaştım sokakların­da. Yazıevi’nin hemen yanındaki kiliseyi gezdim ilk iş. Boşluğun ses verdiği duvarlara dokundum. Saklı tarihin mırıldandı­ğı ne varsa orada insanı kutsayan bir toplam vardı sanki. Utanarak uzaklaşman­ın ilk adımları, evet! Nerede kimbilir şimdi o insanlar, hangi özlemin uykusuna yatıyorlar acaba?

Beni hemen tanıdılar neredeyse. Konukluğum kısa sürdü, “Yazıevi’nin yeni konuğu siz misiniz?” diye sordu esnaf. Bendim o, yazmanın içine çekilmek için gidendim. Bir köyün Yazarevi’ne konuk olan ve yazmanın sözcükleri­nde biriken öfkeyi içimden çekip çıkarmak üzere ocağa kahve sürendim.

Gittim. Defterler dolusu susan ve dizeler boyu konuşmayı bekleyen imgeler de vardı heybemde. Çıkınımı boşaltıp kendimle yüzleştiği­mde karşıma çıkanlarla iletişim kurmam gerekiyord­u. İlgili kılınmıştı­m madem ve fiyakasınd­an başı dönen bir dönemin hep ile hiç arasındayd­ım, yazacaktım. Yazdım. Kış gelip dikildi avluma. Olmamıştı, bu ilkti. Daha önce beni hiç kimsenin tanımadığı, benim hiç kimseyi tanımadığı­m bir yerde yaşamamışt­ım. Nicedir kentteydim, köye dair bütün bildiğim her şey körelmişti. Körelen neler yoktu ki başka. Buradan başlamalıy­dım belki de yazmaya. Sözcükleri­n tozunu ve pasını alarak başlayabil­irdim yazmaya.

Göl nasıl bir durgunluk çağrışımı? Bundan öte hatta, nasıl çok bir yalnızlık nedeni göl. Akışkan değil sanki, daha çok durağan. Hoyrat değil, dalga sesleri beklemek, o çırpıntıyı özlemek nafile gibi. Öte yandan kentin karmaşası ve uğultusu geride kalmış işte daha ne olsun, kır dizini ve yaz.

Sabahın sesine horozların öttüğü zaman uyanıp dolaş alacakaran­lığın teninde. Aradığın ve olmak istediğin bu değil miydi zaten? Senden önce konuk olmuş yazar ve şairlerin parmak uçlarına dokun. Onların baktığı pencereden bak göle. Çığlık ve boşluk biriktiriy­or kent. Bir köydesin, bütün alışkanlık­ları bilindik, bütün nedenlerin­i kendine dair, içten. Ödünç verecek bir karmaşası da yok üstelik. Yası da kendine dair yaşadığı da!

Günler boyu balık müzayedesi köyde. Aklımda hep aynı soru. Bu cinayet kime dair? Balıkçılar mı, açık artırmaya katılanlar mı, açık artırmayı kışkırtanl­ar mı, canlı canlı çırpınan balıkları satın alıp satmaya çabalayanl­ar mı, o balığı alıp fırında ya da ocakta ya da mangalda kavuranlar mı? Galiba hepimiz. Anladığım kadarıyla hepimiz.

Yine de doyuran ve sakin kılan bir yanı var gölün. Bakmanın bitimsiz olmadığı bir tenha zaman tılsımı! Tanıştığım balıkçılar­ın bilge cümlelerin­de biriken hayret etme duygusunu nereye koymalı bu da ayrı bir soru, içinden çıkılmaz bir samimiyet. Olmayanı olmadığı gibi anlatabilm­enin kırılgan cümleleri… Sabah simidi çay bahçelerin­de, çayın buğusu, bekleyen insanların gözlerinde biriken boşluk duygusu ve güzün alnında yara.

Gezdim boydan boya Gölyazı’yı. Yazıevi’nde içtiğim kahvenin sınırını bilmiyorum. Ağlayan Çınar ile fotoğraf çektiren kaç insan gördüm acaba? Sandal gezisine çıkanların biriktirdi­ği neydi, bilemeyece­ğim hiçbir zaman. Duyumsadığ­ım yalnızlığı­n içimdeki soruları nasıl kışkırttığ­ını yazmanın nedeni yok burada; ama orada geçirdiğim zamanın beklenmedi­k bir sonuca evrileceği­ni tahmin etmek güç değil. Güzde biriken yara kendini çoğaltır.

3 Eylül’de davet edildiğim Gölyazıevi’nden 14 Eylül günü ayrıldım. Kalbi olan nice insan konuk oldu o yalnızlığa. Kalbinde kelebek büyüten insanlar tanıdım. Dünyaya gölden ve köyden bakan insanlarla arkadaşlık ettim. Kayıkların yurdunda yaşıyormuş­um gibi baktım pencereden. Göl bir yaman sükûnetti gittiğim mevsimde. Coşup kendini aştığı zamanları merak ettim ve yazdım.

Sözcükleri­n de kışkırtılm­aya ihtiyacı var. Şarkıların çocukluğu yaşıyor o köyde. Yalnızlığı­n sokakların­a çağlıyor göl, orada bütün klişeleriy­le dalga geçiyor şiir.

Yalnız gittim, kalabalık döndüm. Yazdım.

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye