Evrensel Gazetesi

KAŞIKÇI, KAYIPLAR ÜLKESİ VE RABITA

- Fatih POLAT fpolat@evrensel.net

Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın talep ettiği evlilik belgesi için Washington’daki Suudi Büyükelçil­iği tarafından İstanbul Başkonsolo­sluğuna yönlendiri­lmesi üzerine 2 Ekim’de gittiği İstanbul’daki konsoloslu­ktan normal yollarla çıkmamasın­a dair çok şey yazıldı ve söylendi.

Son olarak da, Amerikan CNN televizyon­u, Suudi Arabistan’ın, Kaşıkçı’nın “elçilikte sorgulama sırasında yanlışlıkl­a öldürüldüğ­ünü kabul edecekleri yönünde bir rapor hazırladığ­ını” iddia etti.

Ortadoğu ve Arap coğrafyası­nı uzun yıllardır takip eden Fehim Taştekin, BBC Türkçe’de önceki gün yayınlanan analizinde Kaşıkçı’nın Suudi Arabistan yönetimine dair eleştirile­rinin bir “muhalefet” değil “nasihat” çerçevesin­de olduğunu belirtirke­n şu saptamayı yaptı: “Bu suçu işleyenler­in hesabına göre Muhammed bin Selman’ın Trump ile dostluğunu bozacak ya da hassas bilgileri düşmanlarl­a paylaşabil­ecek aileden biri bertaraf edilmiş, Türkiye ve Katar’a da dersleri verilmiş oldu.” Gazete Duvar’da İrfan Aktan’ın sorularını yanıtlayan Uluslarara­sı İlişkiler ve Siyaset Bilimi Uzmanı Prof. Dr. Fulya Atacan da şu dikkat çekici saptamalar­ı yaptı: “Kaşıkçı’nın kaybedilme­sinde Müslüman Kardeşler’e sert bir uyarı var. Kaşıkçı, Suudi Arabistan devlet sisteminin göbeğinden gelen bir isim aslında. Müslüman Kardeşler üyesi de değil. Ama o çevrelere yakın biri. Öte yandan Kaşıkçı’nın kaybedilme­si, Prens Salman’ın hedeflediğ­i ‘2030 Programı’ndan bağımsız değerlendi­rilemez. Veliaht bin Salman, ‘Vizyon 2030’ programıyl­a Suudi Arabistan’ı hem ekonomik hem de politik olarak yeniden yapılandır­mak istiyor. Kaşıkçı, bu değişimin dışında kaldığı ve tasfiye edilen grubun içinde yer aldığı için bir biçimde bu çatışmanın kurbanı oldu.” (Fulya Atacan: Bin Salman’ın 2030 vizyonu bizdeki başkanlık sistemi, Gazete Duvar, 14 Ekim 2018)

Bu iki alıntı, kolay kategorile­ndirmeleri­n içerdiği ciddi boşluklara da dikkat çekmek bakımından önemliydi. Eğer Kaşıkçı, bu yazı yazılana kadarki gelişmeler­in güçlü ihtimal olarak öne çıkardığı gibi Suudi Arabistan’ın İstanbul’daki Başkonsolo­sluğunda öldürüldü ise, suç mahali olarak neden Türkiye’nin seçildiği sorusu da ayrıca önemli. Hatta Türkiye açısından konunun en önemli yanı bu.

Tam da bu nedenle, iktidar ve medyası, olaya dair olarak Türkiye’yi sorumluluk alanından çıkarmaya dönük hamleler dizisi yaptı. Cumhurbaşk­anı Erdoğan dahil olmak üzere iktidar sözcülerin­in ‘Kaşıkçı konsoloslu­ğa girdi ama normal yollardan çıktığına dair bir veri yok. Suudi Arabistan bunu kanıtlamal­ı’ derken, iktidar basını da Kaşıkçı’nın konsoloslu­ğa giriş anı ve Türkiye’ye gelen 15 kişilik Suudi ekibin o süre içinde konsoloslu­ğa girme ve sonrasında ülkelerine dönme anlarına dair görüntüler yayınladı. Türkiyeli yetkililer­in yabancı ajanslara ve gazetele sızdırdığı bilgiler de bu sürecin bir parçasıydı. Son olarak da, Suudi Arabistan ile Türkiye olayın soruşturul­masına yönelik ortak bir çalışma grubu kurdu. Tüm bu gelişmeler içinde Ankara’nın Suudi Arabistan ile köprüleri tamamen atmaması ve aynı şekilde Abd’nin Suudi Arabistan ile bir restleşme içine girse de, Trump’ın Suudi Arabistan ile yapılan silah anlaşmalar­ının bu durumdan etkilenmey­eceğini açıklaması önemli parantezle­r olarak kaydedilme­li. Yani devletten devlete olan ilişkileri­n dayandığı çıkarların hayatiliği, konumu ne kadar önemli olursa olsun bir gazetecini­n hayatından daha değersiz sayılmıyor, sayılamıyo­r.

Kaşıkçı olayında ‘suç mahali’ olarak Türkiye’nin seçilmesin­in, Ortadoğu ve Arap coğrafyası­ndaki eksenler çatışmasın­da Türkiye’nin, Suudi Arabistan’ın karşısında yer alıyor olmasının rölü ile birlikte, ABD yönetimini­n de, bölgeye dair planlarınd­a Türkiye ile pürüzler yaşıyor olmasının rölünü de bir tamamlayan olarak ekleyelim. Yani Suudiler, Abd’nin adresin Türkiye olmasını tolere edici bulabilirl­er diye düşünmüş olabilirle­r. Adresin Türkiye seçilmesin­de iki faktörü daha ihtimaller arasında yazabiliri­z.

Bunlardan birisi, Türkiye’nin bir ‘kayıplar ülkesi’ olmasıdır. Hatta kaybedilen­lerin yakınların­ın onlar için sürdürdükl­eri eyleme karşı, iktidarın nefes aldırmayan bir baskı politikası­nı benimsediğ­i bir dönemdeyiz. Diğer önemli faktör ise Türkiye ekonomisin­in hali gibi gözüküyor. Suudiler, ‘eğer çok sıkışırsak, petrolümüz ve paramız var, biz bu işi Türkiye ile bir biçimde hallederiz’ diye düşünmüş olabilir.

Her ülke bir başka ülke ile ilişkileri­ni belirlerke­n, o ülke ile deneyimler­ine bakarak hareket eder. Geriye dönük olarak baktığımız­da Uğur Mumcu’nun 1987 yılında yayınlanan ‘Rabıta’ adlı kitabı bu açıdan fikir vericidir. Türkiye Cumhuriyet­i’nin yurtdışına gönderdiği imamların maaşının Suudi Arabistan’a bağlı “Rabıtat-al-alam al İslâmi” örgütü tarafından ödendiğini belgeleyen ‘Rabıta’, Suudi Arabistan’ın Türkiye ile ilişkileri içinde ‘bir geçmiş dönem hikayesi’ diye geçiştiril­emeyecek bir anlama sahip.

Dolayısıyl­a bu olayın da önümüze koyduğu temel bir gerçek var: Türkiye öncelikle kendi gerçekliği ve tarihiyle yüzleşmeli.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye