KAŞIKÇI VE SUUDİ ARABİSTAN EKONOMİSİNİN GELECEĞİ
SUUDİ Arabistan’ın Prensi Muhammed bin Selman’ın emelleri; çok sayıda Batılı ticaret ve ekonomi bakanının, bankaların ve büyük şirketlerin başkanlarının “Geleceğe Yatırım Girişimi, Çöldeki Davos” konferansına katılımlarını iptal etmelerinden sonra güçlü, belki de ölümcül bir darbe yedi. Konferansa katılmamalarının gerekçesi, Suudi Arabistan’ın Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul’daki Suudi Arabistan konsolosluğunun suikastının arkasında olmakla suçlanması.
Fransa, İngiltere, Hollanda ve Almanya gibi hükümetler suçlamalara ikna olmasalardı en büyük kurum ve bankalardan boykot kararı gelmezdi. Prens Muhammed bin Selman’ın kendisinin bu suikastın planlanmasının ve yürütülmesinin arkasında olduğu söyleniyor.
Prens Salman’ın, “2030 vizyonu” adı altında Kızıldeniz’deki “Naum” sahil bölgesinde planlanan projelere küresel yatırımı çekmek için bu konferanstan beklentisi yüksekti. Bu projelerin özü, gelir kaynaklarının çeşitlendirilmesi, petrole bağımlılığa son verilmesi ve Suudi Arabistan’ın büyük bir uluslararası yatırım üssü haline getirilmesiydi.
Bin Selman önde gelen 350 Suudi işadamını tutukladıktan sonra Krallığın yabancı yatırım için bir mıknatıs olan görüntüsü sarsıldı. İş adamları ve Valid bin Talal gibi bazı büyük prensler, yolsuzlukla mücadele başlığı altında tutuklandı. Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın Türkiye’deki Suudi Başkonsolosluğunda suikasta uğraması ise bir nakavt darbesi oldu.
Suudi Arabistan Krallığı, öngörülebilir gelecekte büyük bir ekonomik krizle karşı karşıya gelecek. Belki de bu krizlerden kurtulmak için kritik kararlar alacak. Ya da risklerini ve kayıplarını azaltmak ve uluslararası toplumun güvenini yenden kazanmak için liderlik yapısındaki belirgin değişiklikler yapacak. Kaşıkçı’yı kanlı ve iğrenç bir şekilde öldürülmesiyle tüm kırmızı çizgiler aşıldı.
Suudi Arabistan’ın gücünün en önemli kaynağı, ekonomisinde ve Batı ile ittifakında yatmaktadır. Dünyanın çoğunun Kaşıkçı suikastıyla ilgili suçlamaların arkasında durması, bu kuvveti aşındırdı ve dibe yaklaştırdı gibi görünüyor.
TÜRKİYE, Haziran 2016’da iki önemli dış anlaşmayı sonuçlandırmak için tereddüt etmedi. İlki ayın 27’sinde Rusya ile ilişkilerinin ve ikincisi ertesi gün İsrail ile ilişkilerin normalleştirilmesi.
Türkiye 24 Kasım 2015’te bir Rus uçağını düşürmüştü. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Türk ekonomisine ve Türk kuvvetlerinin Suriye’de hareketine yönelik cezalandırıcı tedbirler uyguladı. Uçağın düşürülmesini “sırtından bıçaklanmak” olarak tanımladı. Sonunda Cumhurbaşkanı Erdoğan uçağı düşürmede kesin sorumluluğu üstlenen Ahmet Davutoğlu’nu Adalet ve Kalkınma Partisi genel başkanlığından ve başbakanlıktan aldı. Yaptırımların etkisini hissetmesiyle, normalleşme anlaşması öncesinde Erdoğan Putin’den özür diledi. Böylece Ankara ile Moskova arasında şimdiye kadar devam eden yeni bir ilişki başladı. Bu ilişki; petrol boru hattı projelerini, güvenliği, askeri anlaşmaları ve Mersin’de bir nükleer reaktörün inşaatını içeriyordu.
İkinci gelişme aynı tarihte İsrail’le ilişkilerin normalleşmesiydi. İlişkiler Davos’ta yaşanan gelişmelerden ve 2010 yılındaki özgürlük filosu olaylarından etkilenmişti. Türkiye; İsrail’e “özür ve saldırının kurbanları için tazminat” başta olmak üzere birçok şart koştu. Ancak Türkiye’nin en bariz talebi; Gazze Şeridi üzerinden İsrail kuşatmasının kaldırılmasıydı.
İsrail karşıtı pozisyonlarla dolu yedi yılda sonra, asıl resim şu şekilde; Türkiye ile İsrail arasındaki ekonomik ilişkilerin her yıl büyüyerek artması, askeri ve güvenlik iş birliğinin devamı ve ilişkilerin normalleşmesi için en önemli koşul olan “Gazze’deki kuşatmayı kaldırmak” şartının terk edilmesi.
Ankara, yedi yıldan beri yükselttiği Gazze’deki kuşatmayı kaldırma şartından vazgeçmedi. Ancak Müslüman dünyayı büyük gösterilere seferber eden ABD Başkanı Donald Trump’ın elçiliği Kudüs’e taşıma kararına karşı hiçbir şey yapmadı!
Bütün bunları Ankara’nın birkaç gün önce Amerikalı Papaz Andrew Brunson’u serbest bırakması nedeniyle yazıyoruz. Brunson krizi, ABD ile Türkiye’yi “Türk lirasının neredeyse tamamen çöküşüne” neden olan ekonomik bir savaşa soktu. Trump’ın Brunson’ı serbest bırakılmaması halinde Türkiye’nin ekonomik yaptırımlara tabi olacağını tehdidi sonrasında birkaç gün içinde Türk Lirası değerinin büyük bölümünü kaybetti.
İki ay sonra davanın yargı süreci, tamamıyla “siyasi bir boyutu” olduğunu ortaya koydu. Eylül başında, Brunson dosyasının gidişatı İzmir mahkemesinde yargıç tarafından değiştirildi. Bir ay sonra mahkeme Brunson’un cezasını 3 yıl, 3 ay 15 güne indirdi. Oysa Fetullah Gülen ve PKK ile iş birliği yapmaktan 35 yıl hapsi istenmişti. Brunson serbest bırakıldı ve Trump Erdoğan’a teşekkür etti. Bununla birlikte ne olduysa artık kimse kimseyi kandıramayacak!