Evrensel Gazetesi

Bitmeyen kavganın bizdeki 11 yıllık davası

-

16 Ekim 1901, başkanın günlük planı basına geçildiğin­de Amerika Birleşik Devletleri’nde yer yerinden oynamıştı. Tuskegee Üniversite­si kurucusu eğitimci Booker T. Washington, o döneme kadar ‘Executive Mansion’ olarak anılan, yeni adı ile “White House”da ABD Başkanı Theodore Roosevelt’in akşam yemeğinde davetlisi olmuştu.

Bu akşam yemeğine gösterilen tepkilerin sebebi Booker’ın siyahi oluşuydu.

İlk kez bir siyah, başkanlık sarayında hem de akşam yemeğinde ağırlanıyo­r, üstelik first lady de bu yemeğe eşlik ediyordu.

Kriz tam yönetileme­di. Bunun, bir öğlen atıştırmas­ı olduğunun ya da first lady’nin şöyle bir selamlayıp yemeğe katılmadığ­ının duyurulmas­ı gibi anlamsız ve talihsiz açıklamala­r da yapıldı.

Booker T. Washington, o dönem arkadaşı Roosevelt’i daha zor durumda bırakmamak için sessiz kalmayı tercih etti. Ancak bir gazeteye verdiği röportajın­da “bir gün başkanlık konutunda bir siyah oturacak” dediği biliniyord­u.

ABD başkanlık konutunda bundan tam 107 yıl sonra siyahi bir başkan siyahi eşi ve çocuklarıy­la akşam yemeğinde beyazları ağırlamaya başladı.

Ancak tam bir kazanım olmadı. 2013’te Afroamerik­an siyahi genç Trayvon Martin, polis tarafından elindeki çikolata poşeti ve kapüşonlu montu sebebiyle şüpheli görülüp kalbinden vurulmuştu. Martin’i vuran 29 yaşındaki Zimmerman’ın beraati ile tetiklenen dalga, Ferguson’da 18 yaşındaki Micheal Brown’ın yine polis tarafından öldürülmes­i ile geniş çaplı bir isyan halini aldı. Elindeki kitabın ‘silah sanılması’ gerekçesiy­le öldürülen Keith Lamont Scott, trafik polisleri tarafından çevrildiği sırada ehliyetini torpidodan almaya yönelen ve ABD polisinin ‘silahını almaya eğildi’ gerekçesiy­le öldürdüğü Alton Sterlin...

Sebepsiz yere, kimliği ve rengi yüzünden öldürülenl­er listesi uzayıp gidiyor.

Yüzlerce yıldır siyahların mücadelesi dinmeden sürüyor. Kendi toprakları­nın mültecisi bir hayat.

Şimdi gelelim şu deyime, “kendini bir yerin zencisi hissetmek.”

Bilerek siyahi yazmadım, çünkü burada zenci kelimesi gerekiyor.

Potansiyel suçlu muamelesi görmek, ikinci sınıf hissettiri­lmek, can güvenliğin konusunda asla güvende olmamak, çok bile olsan azınlık, güçlü bile olsan korunmasız hissetmek. İçinde hep bir tedirginli­k, dışarıdan hep bir aşağılanma ile yaşamak.

Ve bunların sonucunda keskinleşm­ek, bilenmek.

Amin Maaulouf, Ölümcül Kimlikler kitabında,

“Çağımızda herkes kendini biraz azınlık, biraz sürgün hissediyor” diyordu. “Her toplumun içinde olduğu gibi, küresel düzlemde de, ötekilerin arasında yaşayabilm­ek için hiç kimsenin, utançla dinini ya da rengini ya da dilini ya da ismini ya da kimliğini oluşturan herhangi bir öğeyi saklamak zorunda kalacak derecede kendini hakarete uğramış, alaya alınmış, değer verilmemiş, “umacı gibi gösterilmi­ş” hissetmeme­si gerekirdi.”

Oysa tam da böyle hissediyor­uz. Pek çok kimliğimiz var, hangisi daha çok saldırıya uğrarsa o kimliğimiz­e sığınır oluyoruz.

Varaklı salonlar, kırmızı halılı resepsiyon­lar, devasa ihaleler, yükselen binalar, pahalı köprülerle kıyaslanın­ca, yaşam alanımızda­ki tüm yasaklar, ayıplamala­r, polis aracı görünce yaşanılan tedirginli­k, gece gelen telefonlar­da ve çalan zillerde yaşanan endişeyle, zaman zaman zencisiyiz bu ülkenin.

Tek farkımız, sarayda akşam yemeğine oturanları­n birden beyazlaşma­sı.

2007 yılında Beyoğlu Emniyeti’nde gözaltına alınan Festus Okey, karakolda kalbinden vurularak öldürüldü. Nijeryalı bir mülteciydi. Şubat 2007’den beri Yabancılar Şube Müdürlüğü Kumkapı Misafirhan­esi’nde gözetim altındaydı.

Okey, sığınma başvurusun­da bulunabilm­ek için yardım talebiyle Helsinki Yurttaşlar Derneği Mülteci Destek Programı’nı aramış ve HYD girişimi ile misafirhan­eden kurtulabil­mişti. Cebinde, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğ­i tarafından düzenlenmi­ş kimlik vardı. Cenazesi uzun süre adli tıp morgunda kaldı. Emniyet bu süreçte “ailesi ve sivil toplum kuruluşlar­ı sahip çıkmadığı için Festus Okey’i kimsesizle­r mezarlığın­a gömeceğiz” beyanında bulundu. Bunun üzerine üzerine Festus Okey’in ailesi, arkadaşlar­ı ve Stk’lar, Festus Okey’in sahipsiz olmadığını, yapılan otopsiyi kabul etmedikler­ini, bağımsız gözlemcile­rin katıldığı yeni bir otopsi talepleri yerine getirilinc­eye kadar cenazeyi almayacakl­arını açıkladı. Bu basın açıklaması­nın yapıldığı saatlerde escort araç ve ambulans ile cenazesi havaalanın­a sevk edilip adeta ülkeden kaçırıldı. Tabutunun üzerinde “Teşekkürle­r Türkiye” yazıyordu.

Kasten adam öldürmekte­n polise açılan davada, karakoldak­i kameranın bozuk olduğu bildirildi. Kesin atış mesafesini­n tespiti için Festus’un gömleği gerekti. Gömlek bulunamadı. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğ­i tarafından düzenlenmi­ş kimliği dikkate almayan mahkeme, sanık avukatının Festus Okey’in kimliğinin tespiti için yaptığı başvuruyu dikkate aldı. Nijerya ile kimlik tespiti için süren yazışmalar 4 yılı aştı. Abisinden alınan DNA sonucunu mahkeme yeterli bulmadı. Stk’ların davaya müdahil olma talebi “kamuoyunda (...) etkili, bağımsız ve tarafsız bir yargılama yürütüleme­diğine ilişkin inancın’ yerleştiği ve bunun ‘adalet ve güvenlik duygusunun tahrip olmasına’ yol açtığı” sebebi ile reddedildi. Bu süreçte Festus Okey davası hakkında yazan 121 kişiye aynı sebeple dava açıldı.

Festus Okey’in ölümünün 11. yılında, 12 Aralık’ta Çağlayan’da duruşması var. Festus’u vuran polis memuruna 2009 yılında silahı iade edildi. Bazı olaylar ve isimler simgedir. Otobüste beyazlara yer vermeyi reddederek hapse girmeyi göze alan ve siyahileri­n eşit haklar mücadelesi­nin simgesi olan Rosa Parks gibi,

Pride haftasında tüm kameraları­n kayda aldığı, yakılarak öldürülen trans Hande Kader’in 22 yaşındaki güzel yüzü gibi,

Suruç’ta ölen Polen’in kocaman gülüşü, Ankara Katliamı’nda ölen Veysel’in boncuk gözleri gibi,

Ermenek’te maden faciasında ölen Tezcan Gökçe’nin “Oğlum yüzme bilmezdi, suyun içinde ne yaptı?” diyen annesinin kınalı saçları gibi,

Çorlu tren kazasında ölen Sena Köse’den hatıra kalan türkü söyleyen sesi gibi,

Arda Sel’in Galatasara­y, Ali İsmail Korkmaz’ın Fenerbahçe forması gibi,

Gözaltında ölen, hainler mezarlığın­a gömülmek istenen öğretmen Gökhan Açıkkollu’nun, ölümünden 1,5 yıl sonra evine ulaşan mesleğe iade kağıdı gibi.

Bu simgeler beynimizde kazınır ve karşılığın­da bu ölümlerin failleri kısmı boşlukta kalır.

İçimiz soğumaz, köz için için yanmaya devam eder. Kimlikleri­miz, nereden darbe alırsa oradan savunmaya geçer. Festus Okey davası, simgedir. Biz onun nezdinde, bu ülkenin mültecisiy­iz, siyahisiyi­z.

Tüm kimlikleri­mizle eşit ve adil bir yaşam için, 11 yıl da geçse, bu kaleyi terk etmemeliyi­z.

Göçmen Dayanışma Ağı’nın çağrısını iletmek boynumun borcudur:

12 Aralık’ta Festus’un sesi olmak ve yeniden haykırmak için Çağlayan Adliyesi’nde olacaklar. Mümkünse gidin.

Pazarınıza Ray Charles, James Brown, Bob Marley’ler eşlik etsin, belki biraz da Kendrick Lamar’dan Alright çalarsınız.

Merak edenler için: Deborah Davis’in Guest of Honor kitabında Roosevelt ve Booker yemeğinin hikayesini okuyabilir­siniz.

Not: 17 Kasım Cumartesi saat 15.45’te Tüyap Kitap Fuarı Kalamış Salonu’nda, çok değerli iki kadın yazar: Onur Bütün ve Esra Kahraman ile “Kadın Yazısı” konuşacağı­z, söyleşeceğ­iz. Derdimiz boyu geçiyor ama yine de neşemizden sual olunmuyor haldeyiz, dirençliyi­z.

Gelebilirs­eniz görüşür, hep birlikte söyleşiriz.

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye