Popüler tarihçiliğimizin kökeni
kalmaz, Anadolu ve Balkan halkalarının köken olarak Türk ırkına bağlar. Aşıkpaşazade ile yaratılan Kayı kökeni, Türk ırkını her yerde arayan Kemalizm zaman ve mekanda daimidir artık.
OSMANLI SORGUSU SUALSİZ KABULLER HANESİNDE
Popüler tarihçiliğimiz için ‘kurucu ata’ ve ‘efsaneler’ dönemi Osmanlı ise sorgusuz sualsiz kabuller hanesinde zaten durmakta. “Eksiksiz, mutlak, kuşkuya yer bırakmayacak kadar muazzam bir medeniyettir Osmanlı. Hikmetinden sual edilemeyeceği gibi akıbetinin ne olduğu da pek mühim değildir.” Akıbetlere kurban edilenlerle pek ilgilenmez bu tarihçilik. Akıbeti sual edenlere ekran karşısında ise bazen kılıçla, bazen ok atarak yanıt verilir.
Tarihin ve tarihyazımının ne olduğu tartışılagelen bir konudur. Tarihin, tarih yazıcısının ideolojik-politik tutumundan bağımsız olmadığı bilinen bir gerçektir. Carr “Tarih Nedir”de tarihi tarihçiyle olgular arasındaki sürekli bir gerilim olarak tarif eder. Marksizm ise tarihe toplum ilişki, süreç olarak bakar. Süreç ve ilişkileri toplumsal sınıflar düzleminde inceler. Toplumsallığı için de tarihçi olguları ve olayları seçer. Süreç, ilişki ve olgular bir ideoloji düzleminde dile gelir. Olguların seçilimi ve ifade edilişi ideolojik tutuma bağlı olarak manipülasyona, eksik ya da yanlış ifadelere de tabi kılınabilir. Tarihçi genel olarak siyasal, toplumsal konumuna, pozisyonuna bağlı olarak olguları seçer. Daha açık olarak tarihçinin sınıfsal/ toplumsal, kültürel konumu ve eğilimi olay, olgu, metin seçimini belirler. Bu sınıfsal/ideolojik konumlanış Selçuklu/osmanlı Türk tarihi için çok açıktır. Somut örneği ise Vakanüvis tarihçiliğidir. Bu geleneğin tarihçiliği olay aktarımı ve kronolojik tarihyazımıyla gerçekleştirilir. Saray, saltanat, savaş, sultanlar tarihçiliğidir. Tarih dışı bırakılanlar ise sosyal-ekonomik süreçler, ezilen halklardır.
TARİHÇİ İÇİN DEVLET VE DİN İKİ KADİM MİTTİR
Vakanivüsliğin bıraktığı mirası modern Türkiye tarihçiliği de devralmıştır. Cumhuriyet tarihçiliğinin ilk elden ezeli ve ebedi malzemesidir Osmanlı kronikleri. Tarihçinin eleştiri, soru sorma, vakanivüsle polemik yapması pek karşılaşılan bir durum değildir. Vakanivüs ve tarihçi için devlet ve din iki kadim mittir. İkisi de siyasal iktidarın ideolojik ve politik ihtiyaçlarına yanıt vermek için tarih yazarlar. Duygular, düşünceler, imgeler, semboller yaygın ve yoğun biçimde tarihle ilişkilendirilir ve böylece tarih bir coşku ve vecd haline getirilir. Nedensellik ve değişim kaybolmuştur bu anlatımda. Dönem daha çok ecdadın keşfedilmesidir. Ecdadın her mekanda, nesnede, duyguda bulunması da pek zor değildir. Siyasal, kültürel, sosyal sorunların çözümü de kutlu geçmişten bulunup çıkartılır. Her derdin devası oradadır. Kürdün, Alevinin, kadının, gayrimüslimin sorunu da halloluverir sorunsuz. Altı yüz yıllık tarihin çözemediği sorun olabilir mi ki? Ortadoğu ve Balkanlar sorunları da çözümden nasibini alır. Ama ziyadesiyle yeni sorunları kuşatılarak.
KUTLU MÜREFFEH GEÇMİŞİN ANLAMI NEDİR?
Bütün bu sürecin, kutlu müreffeh geçmişin anlamı nedir? Siyasal iktidar ideolojik araçlarının kültürel alanda hegemonya yaratamadığını kendisi de ifade ediyor. İktisadi alanın da krizde olduğu bu dönemde ideolojik alan giderek daha fazla önem kazanıyor. Geçmişin güçlü siyasal lider, güçlü kültürel ve ideolojik yapının Osmanlı karakteri olarak ifadesi, bugün arzulanan, aranan, gereksinim duyulanının da kendisi. Geçmişe ilişkin ifade homojenleştirilmiş toplumsal, sınıfsızlık, kaynaşmış toplum çokça eleştirdikleri Kemalist ideolojinin de temel argümanlarıyla. Egemenin ve ezileninin görülmediği yada silik kılındığı tarihyazımı Marksistlerin tarihi ve tarihyazımı değildir. Osmanlı tarihin bütünsel Marksist bir tarihyazımı ihtiyacı bir aciliyet olarak önümüzde durmakta. Yerli, milli ve dini tarihçiliğin nasıl başladığı, dönüştüğü ise başka bir yazıya.