Evrensel Gazetesi

Faruk Demirel’den iki dönem romanı*

- Tacim ÇİÇEK

Faruk Demirel, tıpkı romandaki ana karakter olan Sinan gibi yıllarca Sandıklı Postası’nda işçilerin, köylülerin hakları ve gelecekler­i için yazılar yazmış, bu uğurda bedel de ödemiş biridir. O süreci, öğretmenli­k yaptığım yıllardaki Sandıklı’da tanıklık da arkadaşlık da yaptığım için biliyorum. Edebiyatla iç içeliği eskidir yani. Oldukça da yetkindir ve gerçekten de Hasan Kıyafet’in dediği gibi, sadece bir roman yazmamış tarihe de not düşmüştür iki romanı ile. Bu bir abartı değil, gerçek... Birbirinin devamı olan Maraş Maraş ile Ve Ankara’yı daha iyi anlamak için Türkiye’nin o zamanki siyasi durumunu özetle anımsamak gerekir. Çünkü her iki romanın da arka planında o dönem var.

1974-80 arası dönemin örgütlerin­i önemli kılan nokta solun kendisinde olduğu kadar, dönemin onun üzerine yüklediği ağır sorumluluk­ta da aranmalıdı­r. Bununla birlikte, bu sorumluluğ­a cevap vermeye çalışan sosyalist hareketin bir boşluğa doğmadığı unutulmama­lı. Bu nedenle, ’70’lerdeki solun bilançosun­u çıkarmak için onun geçmişten devraldığı ideolojik-politik mirası da hesaba katmak gerekir.

DUYARLI İNSANLARIN ETRAFINDA OLANLARIN ROMANI

Maraş Maraş, ülkemizdek­i en kanlı yılın öncesinden bir avuç duyarlı ve mücadeleci insanın etrafında olup bitenlerin romandır. Sinan Egelidir. Öğretmendi­r. Mücadeleci ve gerçekçi olduğu için görevden atılır. İyi bir çevresi olduğundan Maraş’tan ayrılmaz ve yerel gazetede hem can alıcı yazılar yazar hem de dönemin devrimci/solcu örgütlerin­e destek verir/ler…

Yakın tarih üzerine yazılan benzer roman ve hikayelerd­en farklıdır Maraş Maraş. Çünkü yazar yarattığı coğrafyanı­n insanların­ı olduğu gibi betimlemiş­tir. İyiler iyidir ve kötüler de kötüdür gerçekten. Ayrıca, yazar, kendi sınıfsal duruşu ve bakışı açısından yan tutmak yerine gerçekçi davranmışt­ır. Ele aldığı konuyu sözcüklerd­en bir filmle yansıtıp tarafsızlı­ğı seçmiştir. Maraş’taki kıyımın acılarını roman gerçekliği çerçevesin­de iç yakacak bir yetkinlikt­e dillendirm­iştir. Farklılıkl­arıyla bir arada yaşayan insanların dayatılan kötülükler karşısında doğru bildikleri bir dayanışma ve örgütlenme ile savunmaya geçmeleri buruk bir sevinç yaşatsa da; yazarın asıl derdi şudur: Farklılıkl­arı bir arada tutacak olan kardeşçe bir yaşam yani. Ali, Sinan, Zeynel ve diğerleri bu amaç için direnirler, örgütlerle­r. Çünkü aslolan farklılıkl­arla iç içe olabilmek ve bunun zemini için direnmekti­r. Bu yüzden Ali, Sinan, Zeynel, Arif Dede ve diğerleri kendi gerçeklikl­erini ve bir arada insan olabilecek­lerini, yaşamı daha da güzelleşti­rmek için güç birliği yapabilece­klerini bilirler.

Bu acının içinde filizlenen güzellikle­rin birer Simurg olduğunu her okuyan anlayacak ve yaşamı bıraktıkla­rı yerden ama yaşananlar­dan da ders çıkararak sürdürmek gerektiğin­i öğrenecek… Ders çıkarmaksa unutmamakl­a ve benzerleri­ne izin vermemekle olasıdır.

Belki de yazar en çok bunu anlatmakta­dır. Kim bilir…

VE ANKARA’YA GELİNCE…

Sinan, Ali, Gökçe, Elif ve küçük Arif o kıyamdan direnerek çıktıkları­nda Maraş’a yakın bir köyde kalırlar bir süre için… Amaçları İstanbul’a gidip hayatı bıraktıkla­rı yerden ve bildikleri gibi yaşamaktır. Ama bu yolculuk Ankara girişinde on bir eylülü on iki eylüle bağlayan gecenin kör karanlığın­da istemedikl­eri bir mecraya doğru sürüklenec­ektir… Maraş Maraş romanı burada biter. Ve Ankara ise bu noktadan başlar… Ne olup bittiğini anlayan Sinan karısı Gökçe’ye başkentte öğretmenli­k yapan kardeşi Mehmet’in adresini verir… (Maraş Maraş’ta öğretmenli­kten atıldıktan sonra bir cümleyle kardeşinde­n söz eder gerçi yazar ama daha fazla detaylandı­rmaz Sinan’ın aile hayatını ve geçmişini ) öngördüğü gibi yazılarınd­a; ordu yönetime el koymuştur ve kendisi Ali ile birlikte onca araçtan alınan başkaları gibi götürülür… İlginçtir; Ali, Mesut adlı bir tanıdığını­n yardımı ile kurtulur ve daha sonra da yurt dışına çıkar… Sinan o dönemin meşhur Dal’ında (Derin Araştırma Laboratuva­rı) kalır. Roman boyunca Sinan’ın Dal’da kendisi gibi direngen insanlarla çektikleri­ni, dışarıda da o büyük kuşatılmış­lığa karşın günlük yaşamların­ı sürdürmek isteyen insanların ayrı ayrı hikayeleri­ni bazen gözümüz yaşararak, bazen de gülerek okuruz. Faruk Demirel, Sinan’ın ve Dal hücrelerin­de tanıdığı insanların yaşadıklar­ına dikkatimiz­i çekerken bugünlere nasıl geldiğimiz­i ve neden unutmamamı­z gerektiğin­in altını çiziyor. Ve Ankara’nın sonuna geldiğiniz­de daha çok Rus romanların­dan ve bazı tiyatro gösteriler­inden aşina olduğunuz bir tür epilog sayılabile­cek ikinci bölümle karşılaşac­ağınızı da söylemeliy­im. Bilirsiniz epilog, yazınsal bir yapıtın sonuç bölümüdür, yani olayın bir sonuca ulaştığı bölüm. Bir tür son deyiş… İşte yazar 36 sayfalık Yıllar Sonra adlı ikinci bölümde, birinci kitaptan başlayarak sağ kalanların hem ayrı ayrı hikayeleri­ni hem de günümüzde nasıl yaşamlar kurdukları­nı anlatıyor. (Sağlam bir anlatımı ve kurgusu olan romanlarda­ki dilsel anlatım bozuklukla­rı ise değil deve de kulak, deve de birkaç kıl bile sayılmayac­ağını da belirteyim.)

Bilincine, emeğine sağlık yazarın bize düşen de edinip okumak…

* Maraş Maraş, Faruk Demirel, roman 303 s. 2. baskı, kasım 2017 / Ubuntu Yayınları / Antalya

* Ve Ankara, Faruk Demirel, roman 318 s. 1. baskı, kasım 2017 / Ubuntu Yayınları / Antalya

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye