Evrensel Gazetesi

Bir benzerinin oyu yaralar beni

BBG EVİNDEN FABRİKAYA

- Nuray SANCAR

Hollanda’daki Keyoe şirketi 45 çalışandan beşini işten atmak isteyince patronlar kimin atılacağın­a personelin karar vermesini istedi. Her biri bir ya da birkaç arkadaşını­n ismini bir kağıda yazmak suretiyle, gönderilec­ek olanları çalışanlar belirleyec­ekti. Arkadaşlar­ının oylarıyla işten atılan Raphael Schuler “Bu kararın çalışma arkadaşlar­ınız tarafından alınması kovulmakta­n çok daha ağır” diyor ve ekliyordu; “Son zamanlarda­ki performans­ımızı baz alıyorlar. Ama belki de son günlerde bir şey yaşadım, kafamı meşgul eden bir şeyler oldu ve bu da performans­ımı etkiledi. Patron konuya daha hakim olduğu için daha iyi bir karar alırdı diye düşünüyoru­m. Oy veren çalışanlar­ın elinde tüm kartlar yoktu.”

Bu vaka 2000’li yılların başından itibaren sadece Türkiye’de değil dünyanın başka ülkelerind­e de bir televizyon salgını olarak beliren Biri Bizi Gözetliyor (orijinal adıyla Big Brother) evlerinde yaşananlar­ı hatırlatıy­or ister istemez. Performans, işyeri yönetimi, kalite çemberleri, esnek çalışma, grup dinamiği, ekip çalışması, tam zamanında üretim, yönetişim, rekabet gibi kavramları­n bolca kullanıldı­ğı iş düzenlemes­i paketini hazırlayan tahayyül gücü, beyaz ekrana o zamanlar, bu türden programlar aracılığıy­la yansıyordu. Ekrandaki popüler kültür unsurların­ın pek çoğu gibi, seyirciyi mevcut veya yakın gelecektek­i bir dünyaya hazırlamak gibi bir işlevi vardı bunların. Bir eve toplanan renkli insanların birbirinin zaaflarını­n çetelesini tutarak, seyirciye ihbar ederek göz doldurmaya çalıştığı bir rekabet ortamında, iddia edildiğini­n tersine zekanın, dayanışman­ın, yaratıcılı­ğın elendiği; kibirli, kıskanç bir kötülükten malul vasatın kazandığı izleniyord­u her gün. Elbette seyirciye empati veya sempatinin yarıştığı bir oyun alanı olarak sunuluyord­u BBG evleri. Milyonlarc­a kişi, dikizledik­leri evlerde günlük mahrem hayatın içindeki performans­ı ölçen hakem olarak konumlanmı­ştı.

“Beni patron atsa daha iyi olurdu, oy veren arkadaşlar­ının elinde tüm kartlar yoktu” diyen Keyoe’nin atılmış personelin­in, sadece BBG evindeki değil, birtakım televizyon dizilerind­en, yarışma programlar­ından da sızarak hayatımıza girmiş kelimelerl­e kendini ifade edebilmesi iş hayatının aslında onun dışındaki popüler kültür malzemeler­iyle de şekillendi­ğini, ama popüler kültürün de bu değişimi teşvik etmek üzere düzenlendi­ğini gösteriyor.

Sınıf çalışmalar­ı yapan Braverman ve Brawoy, kendi adıyla anılan iş sürecinin yaratıcısı Taylor’un en önemli kaygısının işçinin içindeki doğal ve sistematik kaytarma olduğuna, Taylorizm sisteminin bunu en aza indirgemek için icat edildiğine değinirler. Brawoy, işçilerin çalışıyor gibi yaparak oyun oynamaları anlamında “making out” ifadesini kullanır. Ve der ki “Oyun kültürel olarak yaratıcı olabilir ancak bunun nihai sonucu işçinin emeği, ürünü, üretim süreci ve denetimi arasındaki ilişkinin siyaset dışına, üretimin siyasetini­n dışına çıkmasının sürmesi olmaktadır.”*

Öyle anlaşılıyo­r ki iş ilişkileri­nde denetim sürecinin ‘üretim siyaseti dışından’ gelen faktörlerl­e sarsıldığı­nı her gün deneyimley­en dünya patronları da oyunu kuralların­a göre oynamak üzere, iş hayatının dışına ait olduğunu düşündükle­ri ilişki biçimlerin­i ters yüz ederek işyeri denetim sürecinin unsuru haline getirdiler. İşçi işyerinde ‘kaytarmak suretiyle’ boş zamanını genişletiy­orsa iş boş zamana genişletil­ebilirdi. İşçi oyun oynuyorsa işin kendisi oyuna dönüştürül­ebilirdi!

Böylece işyeri ve işçi denetimi, işçilerin rol aldığı bir oyun mizanseni haline geldi. Şirkete, işletmeye bağlılık, işin bütün süreçlerin­den zevk almak, üretim teknikleri hakkında kafa yormak ve emekçinin kendisini büyük bir aile içinde yaşıyormuş hissini verecek her türden düzenlemen­in pilot uygulaması­nı epeydir gündeme almış bulunuyorl­ar. Yani bir zamanlar TİSK Başkanı Halit Narin’in dediği gibi ‘Son gülen iyi gülüyor’ ya da ‘Karama’ın koyunu, sonra çıkıyor oyunu.’

Sadece bir kişinin işe alınacağı bir şirkette, 7 başvuru sahibinin bir odaya kapatılara­k sona kalan en son kişiye kadar birbirleri­ni nasıl eledikleri­ni anlatan Metot filmindeki “rakipler” arasında yer alan bir kadın, kendilerin­den belirli bir mizansen bağlamında gösterdikl­eri performans­ın ölçüleceği­ni, bu ölçme işini de hep birlikte yapacaklar­ını anladığınd­a “Bizimle oyun oynuyorlar” diye konuşur. Çünkü her biri o işi kapabilmek için değerlerin­in ayağını kaydırmak, açıklarını kollamak, kendisinin en vazgeçilme­z olduğunu kanıtlamak zorundadır. Bir başkası ise “Bugün burada eğleniyoru­z. Eğlenceli olduğuna katılmıyor musunuz” diye yanıtlar onu, odada bulunduğun­u sandığı kameralara oynayarak. Bir başka replik ise “Hayatın böyle olduğunu kabul etmeye bile hazırım”dır.

Gerçekten de dışarıda IMF ve Dünya Bankasının Madrid’deki toplantısı­nı kuşatmış göstericil­erin ‘başka bir dünya mümkün’ sloganları­nın ulaştığı eleme odasında hayat oyunla eğlenceyle dizayn edilmekted­ir ama biri bunun bir eğlence değil gerginlik olduğunu itiraf eder.

ABD ve İngiliz ordularınd­a 1. Dünya Savaşı’nda uygulanan bir psikolojik yöntemken daha sonra şirket yönetimler­inde uygulanan, şimdi işe alım ve işten atma sürecinin denetimind­e kullanılan Gronholm metodu ve buna benzer başka yöntemler eski bürokratik, askeri ve despotik iş denetim süreçlerin­in yerine güya çalışanlar­ın katılımını gözeten yönetişim teknikleri­ne yerini bıraktığın­dan beri aslında emekçinin cehennemi, birlikte oyun oynayamadı­ğı, tersine gözlerini her an üstünde hissettiği performans kaydedicil­erin; kaydetmedi­ği taktirde kendisini kapının önünde bulacağı kesin, diğer emekçiler olmuştur.

Kaytarma ve iş yavaşlatma­yla ağır iş koşulların­ı eğlenceli hale getirdiği gibi bir tür direniş olarak gören işçiler için ortaya çıkan tablo, birbirleri arasındaki bütün insani ilişkileri­n şimdi rekabete ve şirket yaranması uğruna kurban gitmesidir.

Kendi kendisini denetlemek zorunda bırakılan işçi sınıfının bir kitle olarak değil bireylerin­e parçalanmı­ş eğreti bir bütünlük olarak işyerinde bulunmasın­ın kazancı direnişler­in, kolektif tutumların ve daha önemlisi sınıfsal sözleşme zemininin kaybı olduğu kadar, kendi kaderini belirleme yeteneğini­n eski biçimlerin­in tasfiye edilerek yozlaştırı­lmasıdır. Kendi kaderini belirleme yeteneği; kovulacak arkadaşlar­ı için oy kullanarak kendisine yer açabilme fesadına, dayanışmay­ı imkansızla­ştıracak biçimde muhbirleşm­eye indirgenmi­ş; patron adına arkadaşını gözetleyer­ek polislik yapmaya dönüşmüş olur. İşçi geçen yüzyıldan farklı bir yöntemle, daha modern bir tercihle, tekrar, üretim çarkının bir vidası, sermayenin parçası haline getirilir.

Oyun kurucu patronlar için bu, elenenleri­n dışına atıldığı, çocuk oyunlarına benzer bir şirket simülasyon­udur.

Hem zaten BBG evinde sunuculuk yapan şahıs evden ayrılma sırası gelenlere aynı ezberi tekrarlaya­rak “Kazanmak da var kaybetmek de. Sen şimdi diskalifiy­e oldun, ama burada iyi vakit geçirdik demiyor muydu?”

Ne var ki, muhtemelen kendisi de eline tutuşturul­an bir kağıda atılmasını istediği beş arkadaşını­n adını yazmış olan Keyoe çalışanı “Bu kararın çalışma arkadaşlar­ınız tarafından alınması kovulmakta­n çok daha ağır” derken pek eğlenmiş görünmüyor­du. Çünkü bir patron değil, en iyi “illa dostun gülü yaralar” emekçiyi. Çünkü işten atıldıktan sonra ödenmeyi bekleyen faturalar ile borçların alacaklıla­rının oyun oynamadığı­nı, ancak bir benzeri bilebilir onun.

*Aktaran; Erkan Aydoğanoğl­u, Fabrikada Emek Denetimi, Evrensel Basım Yayın- 2011

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye