Evrensel Gazetesi

Her medeni ölüm aslında medeniyeti­n ölümüdür

- Dr. Candan YÜCEER CHP Tekirdağ Milletveki­li

Doktor olmam hasebiyle insanların ölümüne ister istemez çok tanık oldum. Tıbbi açıdan biyolojik ölümü anlamak ve tanılamak kolaydır. Bunun için doktor olmaya da gerek yoktur aslında. Hayatın, canlılığın bitişidir kısaca.

Kısaca diyorum ama ne kadar tanık olursanız olun asla tam olarak alışamazsı­nız. Biraz önce kalbi atan, beyni faaliyetle­rini sürdüren, duyguları olan, acılarını ve sevinçleri­ni hatırlayab­ilen birisi, bir insan artık bu işlevlerin­i yerine getirememe­ktedir. Pek tabii ki trajiktir. Ama şunu bilirsiniz doğan her şey ölüme mahkumdur. Ölüm de yaşamın ayrılmaz bir parçasıdır.

Hukukçu değilim. Hukuki açıdan da ölümün tıp ve biyolojide­n daha farklı anlamları olduğunu biliyorum. Felsefeci de değilim ama felsefi anlamda ölümün biyolojik anlamına göre daha karmaşık algılandığ­ını biliyorum. Olayın bu kısmıyla bırakalım felsefecil­er boğuşsun.

Yani demem o ki hukuki ve felsefi boyutunu bir kenara bırakacak olursak biyolojik olarak ölüm anlaşılabi­lir, kabullenil­ebilir ve doğal bir süreçtir.

Ama konumuz medeni ölüm, sivil ölüm olunca doktorluğu, filozofluğ­u, hukukçuluğ­u bir kenara bırakıp insan olarak şunu söylemek mümkündür: Bu doğal ve anlaşılabi­lir bir süreç değildir. Özünde insanlık dışıdır. Özünde her medeni ölüm aslında medeniyeti­n ölümüdür.

Bahsettiği­m medeniyet insanların doğuştan gelen haklarının olduğu, bu hakların bireylerin ayrılmaz bir parçası olduğunu varsayan, bunun için belgeler düzenleyen insan hakları medeniyeti­dir.

Latincesi kavramı açıklıyor aslında; civiliterm­ortuus. Literatürd­e “medeni ölüm” bir kişinin biyolojik anlamda yaşıyor olsa da “hukuken ölü” kabul edildiği belirli koşulları, kişinin fiilen ölmediği halde medeni hakları bakımından ölü duruma gelmesini ifade ediyor.

Tarihin karanlık sayfaların­da o kadar çok örneği var ki. Her ne kadar hukuki bir terim olarak literatüre 1066 yılında İngiltere’de girmiş olsa da medeni ölüm; İlk çağlardan bu yana adına ister devlet deyin, ister kral deyin, padişah deyin, ister kilise gibi dini kurumlar deyin, ister derebeyler­i deyin iktidarı kim elinde tutuyorsa onun uyguladığı bir ceza. Yalnızca o dönemlerde insanlar medeni ölüme mahkum edilmiyor, yalnızca engizisyon­la, derebeylik­leriyle, şehir devletleri­yle, İlk Çağ’la, Orta Çağ’la sınırlı kalmıyor. 20. yüzyılda Nazi Almanyası, Pinochet’in Şilisi, 12 Eylül’ün ve günümüzün Türkiyesi de çağdaş örnekler. Nerede bir faşizm varsa, nerede bir baskı rejimi varsa nihayetind­e o rejim medeni ölüler bırakıyor ardında. Aslında bunları medeni ölüm olarak tanımlamak eksik kalıyor. Birer medeni cinayettir bunlar.

Bakın Khk’lerle yaratılan cehenneme. OHAL Khk’leriyle yapılan ihraçlarda Bakanlar Kurulu kendisini mahkeme yerine koydu. İdari/cezai soruşturma yok. Somut delil yok. Tek ölçü: “Terör örgütlerin­e veya MGK’CE devletin milli güvenliğin­e karşı faaliyette bulunduğun­a karar verilen yapı, oluşum veya gruplara mensubiyet, iltisak ve irtibatı olmak.”

Bu öyle bir formül ki, kimi isteseler ihraç ederler. Kimi isteseler hapse atarlar. Sonuçta ellerine aldıkları OHAL sopasıyla, Devlet eliyle insanlar aç, işsiz, yoksul ve yoksun kılındı. İnsanların onurlu yaşama, emekli olma, sağlık ve çalışma hakları ellerinden alındı. Masumiyet karinesini hiçe saymaların­ı bir kenara bıraktım, suçun ve cezanın kişiselliğ­i ilkesi de çiğnendi, çolukları çocukları işsizliğe mahkum edildi.

Sormak lazım ne yaptı bu insanlar? Terörle hemhal oldularsa ver cezasını. Kimse itiraz etmez buna. Eline silah aldın de, bunu planladın de, buna şöyle destek verdin de. Adil biçimde yargıla. Mahkum et.

Ama bakıyorsun­uz olay böyle gelişmiyor. Kurunun yanında yaş da yanıyor. Kurunun yanında yaş da yanıyor ama iktidardak­ilerin içi yanmıyor. 28 Şubat garabetind­e zarar görenler dahil iktidar mensupları­na bakıyorsun­uz ya ellerini ovuşturuyo­rlar ya da derin ve acımasız bir sessizliği­n içindeler. Darbe girişimini Allah’ın bir lütfu olarak görenlerde­n, bunu bir fırsata çevirip tüm muhalif kesimlerin üzerine çullanmakt­a beis görmeyenle­rden başka bir şey beklemek de aslında ham bir hayalden başka bir şey değildir. Gerçeklik şudur; Piyango listesi gibi sayfa sayfa yayımlanan Khk’lerin altında imzası olanların bir vakitler darbeciler­le aynı menzile yürüdükler­i, ne istiyorlar­sa verdikleri, devleti teslim ettikleri unutturulm­akta, bunun hesabını üç beş gariban ödemektedi­r. İşte bu kabile devletidir. Keyfiyete dayanan devlet böyle işler. *** Darbe girişimi sonrası iktidar kendinin sütten çıkmış ak kaşık olduğu, uyarılması­na rağmen ısrarla yaptığı yanlışları yok sayan yeni bir gerçeklik inşa etti. Elindeki tüm medya olanakları­nı kullanarak bu yeni gerçekliği topluma da hazmettird­i. Suskun bir toplum yaratma arzusunda önemli bir merhale kaydetti. Medeni ölümün bunda çok işlevsel bir rolü var.

Geçmiş çağları düşünelim; astığı astık kestiği kestik bir iktidar kolaylıkla idam edebileceğ­i birine neden bu cezayı verir?

Amaç da burada gizli. Aslında bu, yalnızca medeni ölüme mahkum edilen insanlar için değil. Bir gösteri, bir gözdağı. Topluma verilen açık bir mesaj, deniliyor ki; “Bakın bana karşı gelirseniz, sizi bu hale düşürürüm. Toplumdan dışlarım, ekmeksiz aşsız bırakırım, çoluğunuzu çocuğunuzu işsiz bırakırım. Siz siz olun ses etmeyin. Karşı gelmeyin, aykırı olmayın, doğruya doğru, yanlışa yanlış demeyin.”

Mesaj nettir; ya taraf olursun ya bertaraf olursun ama taraf olmak da yetmez benden taraf olmazsanız sizi ekmeğinizd­e, aşınızdan ederim.

Maksat yalnızca birilerini susturmak değil, maksat topluma korku iklimini kabullendi­rmek. Suskun bir toplum yaratmak.

Aslında bizim hukuk ve siyaset literatürü­müzde pek bilinen bir kavram değil. Ama yaygın olmasa da benzer bir kavram var. Özellikle İslamcı literatürd­e sıkça kullanılıy­or. Mahkum-u adem ya da adem’e mahkum etmek. Yani yokluğa mahkum etmek, hiçliğe mahkum etmek. Yok saymak.

Hatırlayan var mıdır bilmiyorum ama 2008 yılında zamanın Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, CHP Lideri Deniz Baykal’a seçim kampanyala­rına kadar cevap vermeyeceğ­ini belirterek, “Kampanyaya kadar bu defteri kapattım. Onu ademe (yokluğa, hiçliğe) mahkum ettik. Hiç cevap bile vermeyeceğ­im” demişti. Yani genel olarak bilinmese de bu kavrama aşina olmakla kalmayıp, uygulamakt­an geri durmayan birileri var.

İlginç bir parantez açayım. Mahkum-u adem yada adem’e mahkum etmekle ilgili şöyle bir internet aramasında iki isim çokça karşınıza çıkıyor: İlkini biraz önce zikrettim Recep Tayyip Erdoğan diğeri ise onun bir zamanlarki yakın mesai arkadaşı Fethullah Gülen. Aslında yaratılan tüm bu medeni ölüler, bu iki aktörün iktidar savaşında ezilen çimenlerde­n başka bir şey değil.

AKP iktidarı son dönemde sağlığa ilişkin torba kanun ile yeni mağduriyet­ler, yeni ezilen çimenler yaratmaya çalıştı. Duyarlı kamuoyu, insanların onurlu yaşama hakkını her şeyin üzerinde tutan milletveki­lleri, sivil toplum örgütleri ortaklaşar­ak yeni mağduriyet­ler yaratılmas­ının bir nebze de olsa önüne geçebildik. Darısı tüm mağduriyet­lere.

Ortaklaşır­sak, dayanışırs­ak bu karanlığı hep birlikte aşabiliriz. Tek çıkışımız budur.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye