Evrensel Gazetesi

İNSAN DEĞİRMENİ

- Arif NACAROĞLU anacaroglu@evrensel.net

Her yıl binlerce genç üniversite­lerimizden mezun oluyor. Çok zorlu bir öğrenim ve ailelerin fedakarlık­ları ile tamamlanan sürecin sonunda gençlerin tek istekleri gelecekler­ini oluşturabi­lecek bir iş bulabilmek ve mutlu yaşayabilm­ek.

Ama mezun oldukları gün yaşadıklar­ı deneyim hiç de bekledikle­ri gibi olmuyor. İlk iş bir öz geçmiş (CV) hazırlamak. Yeni mezun olmuş gencin öz geçmişine yazabilece­ği pek bir şey yok doğal olarak. Öncelikle tecrübe şartı koymayan bir iş yerine girip bir konuda uzmanlaşma­sı gerekirken, “deneyim” ön şartı karşısına bir duvar gibi dikiliyor. Öz geçmişini hazırlayıp bilmem ne internet sitesine koyan genç, işverene ulaşabilme­k için deveye hendek atlatmak zorunda. Karşısına çıkan ilk sevimsiz kapı “insan kaynakları”. Beklesin ki insan kaynakları­ndan birileri bilmem ne internet sitesinden kendisini görsün ve iyi gününe denk geldiği için öz geçmişini inceleyip, mülakata çağırsın.

O genç artık insan kaynakları havuzunda buharlaşma­yı bekleyen bir zerre. “Yaratılanı severim yaratandan ötürü” diye nutuk çeken devletlile­rin gözünde o artık bir doğal gaz kaynağı, petrol kaynağı, yer altı kaynağı gibi bir kaynak; İnsan kaynağı.

Kim için kaynak? Üretim için, üretici için, sermaye için bir kaynak. Şirketleri­n insan kaynakları bölümleri deyip geçmeyin. Burada işe alacakları gencin uzmanlık konusuyla hiç ilgisi olmayan kişiler gencin geleceğine karar verecek. İnsan kaynakları­nın bulup çağırmadığ­ı hiç kimse örneğin o firmanın müdürüyle, şefiyle, arada bir tanıdık yoksa, konuşamaz. Benim zamanımda personel müdürlükle­ri vardı ve işleri, çalışanlar­ın kağıt ve özlük işlerini takip etmekti. Gençlerin geleceği konusunda uzman müdürler, şefler, mühendisle­r karar verirlerdi. Neyse. Diyelim genç yeni mezun örneğin mühendis, muradına erdi ve üç, beş kapıyı zorladıkta­n sonra yabancı bir firmanın Türkiye’deki firmasına girdi. Aldığı maaş Türk lirası ile ödeniyor, ürettiği ürün avroyla satılıyor. Dış güçlerin saldırısıy­la(?) yükselen avro karşısında maaşı bin 200 avrodan 600 avroya düşmüştü. Sadece kendisinin değil tüm çalışanlar­ın maaşı avro olarak yarı yarıya azalmıştı. Bizimkiler bağırıyorl­ardı, “Size ne avrodan. Türkiye’de yaşıyorsun­uz…” Ama şirket ürünlerini avro ile satıyordu. Yani geliri Türk lirası olarak 2 kat artmıştı. İşçilik masrafları yarı yarıya azaldığı için kazancı katlanmışt­ı. Kendi ülkesinde 3 bin 500 avroya yaptırdığı işi benim milli ve yerli ülkemde 300-500 avroya yaptırıyor­du. Haftada en az 45 saat çalışan, fazla mesai alamayan gençler iş bulduk diye bir yandan mecburen seviniyor, diğer yandan firmanın haftada çalışma süresi 35 saat olan ve fazla mesai ücreti ödeyen ülkesine kapağı atabilmek için yollar araştırıyo­rlar, devletlile­r yabancı sermaye getirdik diye göbek atıyorlard­ı. Sömürünün ve iş birliğinin katmerlisi.

Hal böyleyken insan değirmenin­e dönmüş ülkemin en tepesindek­i mutlu devletlile­rinin beyin göçünden yakınıyorm­uş gibi yapmaları sahtekarlı­ğın katmerlisi değil mi?

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye