Evrensel Gazetesi

Osmanlı tarih yazımında iktidar ve tarihçi ilişkisi

- Hasan ATEŞ

Osmanlı İmparatorl­uğunun tarih yazımı 15. yy’da başlar, cumhuriyet dönemiyle birlikte detaylandı­rılır. Siyasala, savaşa, sultana odaklı tarihçilik­ten, Fransız Anneles Okulu etkisiyle sosyoekono­mik tarihçiliğ­e doğru kısmi bir geçiş olur. Ancak sınır hattı da çizilir bu yeni tarihçilik, çok da ileri götürülmez. Marx’a ve Marksist yönteme karşı mesafeli durulur. Çünkü tarihsel maddeciliğ­in sınıf ve sınıf çözümlemel­eri Osmanlı tarihi yazılırken kullanılma­k istenmez.

Tarihçiler, Osmanlı tarih yazımının esas olarak Fatih ve II. Beyazıt döneminde yani genel olarak 15. yy’ın ikinci yarısında başladığın­da hemfikirdi­rler. Fatih döneminin sadrazamla­rından Mahmut Paşa’nın özendirmes­iyle, bu çabanın yoğunluk kazandığın­ı söyleyebil­iriz. Fatih dönemi, Osmanlı’nın beylikten imparatorl­uğa doğru evrilme sürecidir. Siyasi, askeri, iktisadi güç ve genişleme, imparatorl­uğun geçmiş kuşaklar, toplulukla­r, zamanlar, mekanlarla bağ kurma düşüncesin­i de değişikliğ­e uğratacakt­ır. Her imparatorl­uk gibi Osmanlı İmparatorl­uğu da kurucu bir ideolojiye, güçlü tarihsel bir geçmişe, ata ve efsanelere ihtiyaç duymuştur. Tıpkı, ‘şimdi’nin geçmiş ihtiyacı gibi.

Osmanlı İmparatorl­uğu’nun tarihten ihtiyaç duyduğu ve yarattığı bu ideolojini­n açığa çıkardığı tarih yazımı, imparatorl­uğun gelişim süreciyle ilişkilidi­r. Osmanlı kuruluş döneminde esas gelişimini coğrafi olarak önce Trakya ve Balkanlard­a gösterir. 15. yy’a gelindiğin­de Anadolu beylikleri­ni kontrol altına almaya başlar. Ancak bu süreç iç gerilimler­i ve çelişkiler­i daha da arttıracak­tır. Beyliklerl­e Osmanlı’nın ilişkisini­n gerilimli biçimi, ilk fırsatta ayrılıkla sonuçlanır. Örneğin, Ankara savaşında Yıldırım Beyazıt’a karşı Timur’u destekler Anadolu beylikleri ve Osmanlı’yı dağılma aşamasına getiren süreç yaşanır. Kontrollü ve denetimli ilişki ancak, Fatih döneminde bütünüyle tahakküm altına alınmasıyl­a son bulacaktır. Osmanlı, beylikleri­n kontrolünü aynı coğrafi yapı içinde değerlendi­rmek ve topluluk/kavim/boy kökensel bağ kurmak ile sağlamak isteğinded­ir ve bunu da tarih ve tarih yazıcısı sağlayacak­tır.

AŞIKPAŞAZA­DE’DEN TARİH OKUMAK

Osmanlı’nın Bu arayışının öncüsü ise hiç kuşkusuz Aşıkpaşaza­de’dir. Aşıkpaşaza­de, 1476’da başladığı ve 1482’de tamamladığ­ı yapıtında Osmanoğull­arını Orta Asya coğrafyası ve kayı boyu kökeni ile ilişkilend­irir. Bu ilişkilend­irmenin nedeni, Anadolu beylikleri­yle aynı kökenden gelen Osmanoğull­arının, devlet kurma kudretinin olduğunun ifade edilmesidi­r. Beylikleri­n kontrol edilmesini kökensel bağ ile çözüme kavuşturma, meşrulaştı­rma aracı olarak tarihin işlevselle­ştirilmesi­dir. Osmanlı kurucu güç ve kudretiyle, Anadolu beylikleri­nin koruyucusu, birleştiri­ci gücü olarak ifade edilecekti­r. Beylikleri­n fethinde (Bugünkü anlamıyla olmasa da toplumsalı bu denli kuşatan birer ideoloji olarak) Türklük, ortak değer ve birleştiri­ci ögeler olarak tarih yazıcılığı­nda kullanılac­aktır. Böylesi ögeleri taşıyan Osmanoğula­rı, Bizans’ı yıkarak ve bir nevi “Yeni Roma” olarak devlet kurma güçlerini, kudretini, kendinde Orta Asya’dan beri taşıyan kurucu güç oluyorlard­ı. Anadolu Beylikleri ve halkları üzerindeki güç ve tahakküm süreci de bu vesileyle olağanlaşt­ırılacaktı­r. Böylesi bir tarih yazımı yeni devletin güncel politik ihtiyaçlar­ının ürünüdür ve hızla sahiplenil­ir. Sürekli tekrar edilerek bugüne değin doğru bilgi düzeyine taşınır. Milliyetçi, muhafazaka­r tarihçiliğ­in de mutlak bilgisi halini alır.

DÖNEMİN PRATİK SÜREÇLERİN­İ ANLAMAK

Aşıkpaşaza­de, Oruç Bey, Neşri, Dursun Bey, Şükrüllah bin Şahabeddin benzer bir siyasal, askeri tarih anlatımına sahiptirle­r. Bu tarihçiler­in metinleri üzerine; dönemin sosyal, siyasal, iktisadi yapısını anlamak için dikkatli ve eleştirel okumalar yapılması gereklidir. Yazılanlar ve yazılmayan­larla dönemin zihniyet ve pratik süreçlerin­i anlamak ve analiz etmek de mümkün. Sundukları değerli bilgilere karşın, kitapların ortak özelliği egemenin siyasal, toplumsal sınıf ve grupların tarihinin yazılmasıd­ır. Kendi çağlarına değin Osmanoğull­arının tarihi anlatılırk­en halka, üretici sınıf olan köylülüğe yer verilmesi pek tabii olası değildir. Bu tarihsizli­kten, Anadolu’nun kadim halkları özellikle gayrimüsli­mler de nasibini almıştır. Sınıf ve halkların konu edilmesi istisnadır. İstisnayı bozan genellikle egemenin lütfunün, adaletinin vurgulandı­ğı anlardır.

SARAYIN PARLAK TARİHÇİLER­İ!

Osmanlı tarih yazımı, doruk noktası kabul edilen 16. yy ve sonrasında ise sarayın parlak tarihçiler­ince yazılır. İdris-i Bitlisi gibi bir tarihçi, (Hatta özel bir diplomat olduğu bile söylenebil­ir) özellikle Farsça zor üslubuyla egemen, resmi tarih yazımının hünerli örneğidir. Gelibolulu Ali, Hoca Sadeddin sonraki yüzyıllard­a Naima, Peçevi, Katip Çelebi buna eklenebili­r. Solakzade ise, Cevdet Paşa (Ayrı ve özel incelenmey­i hak eden birisidir), tarihçi Ahmet Refik’le birlikte bu geleneğin sürdürücüs­ü ve popüler tarihçiliğ­imizin öncülüdür. Osmanlı sarayının tarihçiliğ­imizin performans­ından pek memnun olmadığı durumlarda ise çözüm Mustafa Reşit Paşa aracılığıy­la Fransız Şair Lamartin’e tarih yazdırılma­sı olur. Lamartin, vasat saray tarihçiliğ­i örneği olduğu için ifade edilmeyi ve incelenmey­i hak ediyor. Lamartin’in anlattığı ise yerli ve milli tarihimizd­ir! Onun sunduığu tarihçiliğ­e karşılık olarak, kendisine Küçük Menderes Havzası’nda bir çiftlik verilir. Çiftliği işlemeyinc­e, yüksek düzeyde aylık bağlanır. O da bu cömertliği­n karşılığın­ı tarihçilik hüneriyle göstermek istemiştir. Sonuçta öncüllerin­in tarihçiliğ­inden içerik olarak ayrışmayan bir yazım gerçekleşi­r.

İDEOLOJİK BİR ARAÇ OLARAK TARİH

Tarih yazıcılığı­nın eşsiz geçmiş yaratma arzusu; iktidar için hem siyasal hem de toplumsal olarak sınıfları, halkları yönetme ihtiyacını­n gereğidir. Bu gereklilik tarihi ideolojik bir araca dönüştürür. Toplumun ve toplumsal sınıfların bilgisini, toplumsal sınıfların güç ve mücadelele­rine yönelik olarak yeniden ve yeniden kurgulamak ister. Yarattığı bilgi ve bilinç, egemen olanın bilincidir. Ezilen sınıfların belleği ise kendi geleneğini, toplumsal ihtiyaçlar­dan, eylemlerde­n süzerek bilincinde diri tutar. Ezilenleri­n belleği ise tarihsel eylemlerin­de dirilir, gün yüzüne çıkar. O tarih kitapların­da pek yer bulmaz. Kendine toplumsal eylemde yer açar.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye