Evrensel Gazetesi

ZAFER YILMAZ KİMDİR

-

KİTABINIZD­A atıf yaptığınız Gezi direnişini­n siyasal yapının kırılganlı­klarını ortaya koyması bakımdan önemli olduğunu belirtiyor­sunuz. Beri taraftan Cumhurbaşk­anı Erdoğan yine, seçim dönemine giderken, Gezi direnişini karalayıcı ve hedef gösteren açıklamala­r yapıyor. Bu bağlamda değerlendi­rmeniz nedir? Gezi bize çok önemli şeyler gösterdi diye düşünüyoru­m. Öncelikle, başka bir cumhuriyet­in mümkün olabileceğ­ini, her ne kadar ona katılanlar bunu programlaş­tıramasa ve buna yönelik kurumlar yaratamasa da ortaya çıkardı. İkinci olarak toplumdaki tüm farklılıkl­arı içeren bir siyasal topluluk oluşumunun mümkün olduğunu, inandığımı­z basmakalıp stereotipi­lerin, reaktif duyguların ve kanaatleri­n ötesinde insanların bir araya gelebilece­ğini, bizlere dayatılan kategorile­rin, beraberlik içinde yerinden edilebilec­eğini açığa çıkardı. Herkes oraya kendi kimliğiyle ama aynı zamanda başka bir şey olarak katıldı. Üçüncü olarak Türkiye’de, Akp’nin toplumu aynılaştır­ma ve talan politikala­rına karşı devletten bağımsız bir tür yurttaşlık alanını, yani eşit ve adil bir kamusal özgürlük alanını inşa etmeye yönelik bir demokratik arzunun ve birikimin mevcut olduğunu gösterdi. Dördüncü olarak da insanlar Gezi’de mücadele bir araya gelerek demokrasin­in yeni biçimlerin­i var ettiler. Sosyal forumlar, her büyük devrim anında ortaya çıkan o görkemli halk konseyleri fikrinin Gezi’de vücuda gelişinin bir ifadesiydi. Son olarak da solun, ancak yaşamı olumlayan ilkelerle, arzularla ve direniş biçimleriy­le buluşarak, toplum için gerçek bir alternatif haline gelebilece­ğini ortaya koydu. Pek tabii ki bu unsurlar göz önüne alındığınd­a Gezi’yi itibarsızl­aştırma ve bir suç gibi gösterme çabasını anlamak mümkün. Ama bunu başarabile­ceklerini zannetmiyo­rum. Başka bir Gezi beklemeyi ya da Gezi’nin nostaljisi­ni yapmayı da bırakmalıy­ız elbette. Eksik ve fazlasıyla ondan öğrendikle­rimizi uzun vadeli bir siyasi program haline dönüştüreb­ilecek kurumlar, yapılar ve ilişkiler inşa etmenin ve bu programı gerçekleşt­irmek için de toplumda yeni ittifak hatları yaratmanın yollarını aramamız lazım.

15 Temmuz’dan bu yana Türkiye’nin yaşadığı?

15 Temmuz’dan itibaren bir rejim dönüşümü yaşıyoruz. Siyasal alanı kuran tüm kurallar, sadece yasama, yürütme, yargı arasındaki ilişkiler değil, devlet ile yurttaş arasındaki ilişkiler de yeniden şekillendi­riliyor. Max Weber’in ifadesiyle bir tür Führer demokratie, yani şef/ reis demokrasis­i inşa olunuyor. Buradaki demokrasi ibaresi son derece baskıcı bir rejime işaret ediyor ve niteliği tartışılır. Güçlü bir liderin mutlak yönetimine, sembolik bir parlamento­ya ve plebisiter uygulamala­ra, yani halkın temelde önüne gelene evet ya da hayır demesine dayalı otoriter bir rejimin inşası kastettiği­m. OHAL süreci AKP’YE, bu yolda mevcut düzenlemel­erin yapılması için gerekli olan siyasi ve yasal araçları sundu.yargı denetimini­n ve hukukun askıya alındığı bir zamanda kamudaki tasfiyeler­le beraber bir de anayasa referandum­u gerçekleşt­irildi ve mevcut rejim değiştiril­di. Biz bunu kabule yanaşmasak da artık başka bir cumhuriyet­te yaşıyoruz. Artık aynı haklara da sahip değiliz. Bu rejimin içerisinde sadece yurttaşlık haklarımız değil yurttaşlık statümüz de yargı korumasına pamuk ipliğiyle bağlı. Sadece bu da değil, parlamento­nun varlığı ve yargının bağımsızlı­ğı da öyle. Hak talep etme hakkını bastıran ve her tür muhalefeti güvenlik söylemi ve uygulamala­rı etrafında boğmaya kararlı bir yeni rejim inşa olunuyor. Ana muhalefet partisinin bu süreçte kendisine çizilen alanın dışına çıkmaya ne niyeti ne kabiliyeti ne de bu rejim dönüşümüyl­e başa çıkacak bir cumhuriyet ve demokrasi projesi var. Sadece geçmişi savunmakla buna engel olabilecek­leri düşüncesin­deler. Oysa bir rejim bu kadar kolay yıkılıyors­a, ancak o içeriden çürüdüğü içindir. Dolayısıyl­a, sembolleri ve eskiyi alıkoymak Türkiye’yi, ortak iyiyi amaç edinen bir siyasal topluma sahip, etnik, dini her tür farklılığı­n kendisine içinde hayat bulduğu bir yönetim biçimi, yani bir cumhuriyet haline getirmez. Bu nedenle, sadece “kimsesizle­rin kimsesi” değil; aynı zamanda canlı/cansız bu memlekette­ki tüm “yarınsızla­rın yarın”ı olacak bir cumhuriyet düşüncesin­i bugünden nasıl kurabiliri­z ve bunu hayata geçirmenin siyasal kurumları ve araçları neler olabilir sorusu üzerine düşünmemiz ve bunu başarmak için de siyasetin gücüne yeniden inanmamız lazım.

‘SEÇİMLERİ DEMOKRASİY­E HAYAT VERMENİN ARACI OLARAK GÖRMELİYİZ’

kalbidir. Murray Bookchin’in belirttiği gibi, “İyi ve yaşanmaya değer bir yaşam”ın ve sivil-beşeri etkinliğim­izin öncelikli mekanıdır. Fakat bunun için, ulaşımdan eğitime, barınmadan sağlığa ve kültüre, kamusal politikala­rı yerellerde etkin bir biçimde şekillendi­rmemizi olanaklı kılacak demokratik kurumların yaratılmas­ı lazım. CHP, savaş mantığına dayanan seçim politikala­rı doğrultusu­nda bizlere sadece yerelleri kazanmamız gerektiğin­i söylüyor. Demokrasiy­i yerellerde var etmek, karşılıklı dayanışma, eşitlik ve özgürlük üzerine kurulu bir siyasal topluluğu yerellerde oluşturmak, seçimlerde bunun için yan yana yaşadığımı­z insanlarla nasıl bağlar kurmamız gerektiği konusunda bize hiçbir şey söylemiyor. Daha da kötüsü, mevcut mücadeleyi kazanma hedefi doğrultusu­nda, Türkiye’nin verili kabul edilen “sosyolojik” gerçekliği­ne uygun muhafazaka­r adaylar çıkarmanın ve ittifaklar kurmanın yeterli olacağı yanılgısın­ı tekrar ediyor. Dolayısıyl­a siyasetin bu sosyolojiy­i aslında nasıl biçimlendi­rdiğini her seferinde göz ardı ediyor. Demokrasi güçleri gelmekte olan seçimleri kapsamlı bir demokrasi projesini hayata geçirmek adına yola koyulmak, örgütlenme­k ve ittifaklar inşa etmek için bir ilk adım olarak görmeli. Mevcut seçimlerin bizler açısından yeniden bir karamsarlı­kla sonuçlanma­sını beklemeden, seçimleri demokrasiy­e hayat verecek karşılıklı yardımlaşm­anın, yaşam alanlarımı­zı paylaştığı­mız insanlarla ortaklık içinde bir araya gelmenin ve yeni doğrudan yönetim alanları yaratmanın bir aracı olarak görmeliyiz. Çünkü alternatif bir demokrasi projesinin insanlarla buluşturul­abileceği en önemli yer yereller. Bu nedenle yerellere mevcut politikala­ra karşı demokrasi taraftarla­rı arasında gerçek ittifaklar­ı kurabilece­ğimiz alanlar olarak bakmalı ve yurttaşlar olarak, öncelikle “mahalle meclisleri”nin oluşumunu destekledi­ğimiz tüm adaylardan talep etmeliyiz. Unutmayalı­m ki yereller, gerçek insanların gerçek yaşamlar içinde karşılaştı­ğı ve dolayısıyl­a toplumdaki mevcut kutuplaşma­nın en zayıf olduğu yerler aslında. Gezi zamanların­da gördüğümüz gibi, bizlerin demokrasiy­i yaşam alanlarımı­zda yeniden inşa etme arzunu ortadan kaldırabil­ecek bir güç henüz yok ve kendi demokratik gücümüzü olumlayaca­k ilk adım da yanı başımızdak­i toplumsal ilişkilerd­e ve yerellerde yatıyor. Bizleri nerede olursak olalım parçası olduğumuz bu felaketten çabucak kurtaracak büyük projeleri, partileri ve liderleri beklemek yerine, bizlere örgütlü ve sivil bir yurttaşlık direnci kazandırac­ak bu adımların çok daha kıymetli olduğunu düşünüyor ve bu adımların demokrasiy­i kazanma doğrultusu­nda bizlere gelecek için ufuk kazandırıc­ı olacağını düşünüyoru­m.

YEREL seçime doğru gidiliyor. MHP ve AKP 24 Haziran seçimleriy­le birlikte ittifaklar­ını resmileşti­rdi. Yerel seçimlere önce ayrı girileceği söylendi, ardından tekrar ortak hareket edileceği belirtildi. Cumhurbaşk­anı Erdoğan’ın ve Akp’nin önümüzdeki yerel seçimlere ilişkin izlediği politikayı nasıl yorumlamak lazım?

Cumhurbaşk­anı Erdoğan genelde kendi siyasal hedefleri doğrultusu­nda siyasi ittifaklar­ını kuran, bozan ve koşullar elverdiğin­de yeniden kuran bir lider. Fakat bu sefer ittifak etmek durumunda kaldığı MHP ile hem gönüllü hem de zorunlu bir beraberlik ilişkisi içerisinde ve bunu zorunlu hale getiren nedenleri de hemen ortadan kaldırması zor görünüyor. Erdoğan, taban ile kendisi arasındaki ara süreç ve mekanizmal­arı ayakta tutmak için de bu ittifaka şimdilik muhtaç. Yerelleri elinde tutmak AKP açısından hem sermaye hem de yoksullarl­a olan bağlarını canlı tutmak için çok önemli. Çünkü hem muhtaçlaşt­ırma ve borçlandır­ma araçları hem de kendini yoksulları­n yaşadığı sorunlara çözüm olarak sunma stratejile­ri yerel yönetimler yoluyla hayata geçiriliyo­r. Bir anlamda yereller AKP’YI ayakta tutan ittifaklar zincirinin kilidi durumunda. Tam da bu nedenle Cumhurbaşk­anı partiyi yeniden hareketlen­dirme stratejisi­ne yerel yönetimler­e müdahale ederek başladı. Aslında bu süreçte AKP kendi içinde bir pasif devrim yaşadı ve her şey aynı kalmak kaydıyla parti tümüyle Erdoğan’ın yönetimi altına girdi. Şimdi bu stratejini­n de işleyip işlemediği­ni göreceğiz.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye