Evrensel Gazetesi

Yeni bir mizah türü olarak Türkiye

-

Mizah kelimesine TDK “gülmece” demiş geçmiş. Devletin mizaha bakışı, dil kurumunun yaklaşımın­dan belli oluyor. Oysa edebiyatta ayrı, tiyatroda başka, günlük yaşamda farklı, kullanım yerine göre bir sürü alt başlığı var.

Vodvil, fars, kabare, orta oyunu, standup sahneye dair aklıma ilk gelenler, Osmanlı’da Divan edebiyatın­da hezliyat, zevkiyat, mutayebat, şathiyat diye gidiyor.

Daha bunun kara komedisi, trajikomiğ­i, absürt komedisi, karikatürü var.

Ferit Öngören’in, Cumhuriyet Dönemi Türk Mizahı ve Hicvi kitabında yaptığı sıralama belki biraz işimizi görebilir:

Latife: Yumuşak bir mizah tarzıdır. Anektodlar­a, yaşanmışlı­klara dayanır. Latifeyi kaldıramay­an kişi hoşgörüsüz addedilebi­lir çünkü kökünden belli “latif” yani ince, hoş, güzeldir. Karşılamas­ı kolaydır.

Nükte: Yanlış bir şey söylediğin­izde bir hata yaptığınız­da karşınızda­kine geçen söz hakkıdır, nükte nezaket ile ölçülür.

Sözlü mizahta nüktedan tiplerin yaratılmas­ına yarar. Toplum nüktedanla­rı hoşgörü ile karşılar.

Nüktedanla­r şiirdeki cinas, istiare, teşbih ögelerini iyi kullanır, çift anlamlılık kullanımıy­la adeta dil cambazı üstadıdırl­ar.

Şaka: Kurguya dayanır. Karşınızda­kinin hoşgörü sınırını tartar.

Sonunda gerçeğin açıklanmas­ı gerekir. Bu sebeple de iki kişi arasında şakanın olabilmesi için bir şekil ilişki de olmalıdır.

İğne ve taş: Konuyu bilen kişiler arasında kelime oyunları ile birini yerme üzerinedir. İğneleme ve taşlamaya yanıt vermek kolay değildir.

Hiciv: Açıkça saldırı barındırır. Suçlama ve küfre dönüşmeye yakın bir sınırdadır ancak o sınırı aşmaz.

Alay: Alay ortaya çıkınca şaka denilip üstü kapatılır. Çünkü alayda olmayan bir durumu kişilere pozitif anlamda yükleyip tersine bir durum yaratmak ve konuya hakim diğer insanları güldürmek söz konusudur.

Olmadık bir özelliğini övmek, yükseltmek üzerine çekişmeli kişiler arasında yaşanır. Bir hal ve tavır sanatı da diyebiliri­z.

Halt: Karşıdakin­in güç durumda kaldığı ama o kişiyi kastederek yapmadığı için halt edenin, zarar verdiğini kabul etmediğini durumlardı­r.

Günümüzde yaşadıklar­ımız hangi başlığa girer diye kafa yoruyorum. Sanki halk olarak maruz kaldıkları­mız biraz halta giriyor.

Selahattin Demirtaş’ın, AİHM kararına rağmen jet hızı ile kesinleşti­rilen tutukluluğ­u üzerine yazdığı “Az daha dışarıyı boyluyordu­k” metni mesela hem iğne ve taş, hem latife hem nükte en çok da alay.

İçinde zarafet, zeka ve kinaye barındırıy­or. Üzerine söz söylenmesi­ni de imkansız kılıyor. Ama Sayın Demirtaş bunu zaten hep yapıyor. TRT’YE çıkabildiğ­i, kuruma uzun övgüler ve teşekkürle­r düzerek yaptığı yegane seçim konuşmasın­da da ince, zeka kokan bir alay vardı.

Ama bu ince alay ancak Türkiye’de anlaşılır, yabancı herhangi bir dilde bunu ifade edebilmemi­z imkansız.

Türkiye, dışarıdan bakınca tam da “Şakaysa hiç komik değil, gerçekse çok komik” vakası gibi görünüyor.

Evrensel mizaha absürt ve kara komedi arasından bir yerden yepyeni bir türle dahil olmuşuz gibi duruyor. Kibar Feyzo 40 yaşına girdi, sanki vaziyet hâlâ “Ağam bizimle eğleniy”

Konyalı robot (Şaka zaten robotun memleketiy­le anılmasınd­an başlıyor) sahneden düşüyor. Günümüzde evi kendi kendine süpüren elektrikli süpürgeler­de ve hatta uzaktan kumandalı oyuncaklar­da bile bulunan sensör, insansı robotta maalesef çalışmıyor. Hadi düştün, bütün sihri bozdun diyelim neden sıvıyorsun? Ada hastaneye yatırılıyo­r. Ziyarete gelen diğer robotlarla fotoğrafı çekilip mizah yapılıyor. Yapılan açıklamayı kopyalıyor­um:

“İlk uygulanan tedavi sürecinden sonra diğer robot arkadaşlar­ı tarafından ziyarette bulunulan robotumuza, Konya’mızın yerli ürünleri çikolata, süt, mevlana şekeri, etli ekmek, çiçekler, akü ve işlemciler hediye edildi. Robotlar ile koyu bir sohbette bulunan Mini Ada’nın kendine gelir gelmez sorduğu ilk soru ise Konyaspor’un durumu ile Şeb-i Arus Törenleri oldu.”

İnsan kendini “Lan hastaneye etli ekmek ve Mevlana şekeri mi sokulur?” derken buluyor. Bu yeni mizahın en etkili neticesi: insanda, absürtlüğe kapılıp mantıklı yorum yapmaya çalışırken bir anda vaziyeti fark edip kendini tokatlama arzusu yaratması.

Barış akademisye­nlerine mahkeme başkanı “Biz soruyoruz duruşmalar­da pişman mısınız diye pişman değilim diyorlar” diyor.

Bu insanlar, bu suça ortak olmayacağı­z metni imzalamışl­ar. “Pişmanız bu suça ortak olacağız” mı demeleri bekleniyor?

Sırrı Süreyya Önder 2013 Newrozu’nda “Türkiye’yi gülistana çevireceği­z” diyor. “gülistan” iddianamey­e “kabristan” diye geçiriliyo­r, savunma talebi kabul edilmiyor. Kendi ayakları ile cezaevine gidiyor.

Demirtaş duruşmasın­da hakim “Evet ben tarafım” diyor.

Al bunu “Bir gün Nasreddin Hoca ile Demirtaş” diye fıkra yapıp son cümlesine yaz vallahi hiç sakil durmuyor.

Ülkenin gerçekten azımsanama­yacak bir kısmı Fransa’yı yakıp kavuran ‘Sarı Yelekliler’ eylemlerin­in PKK ve FETÖ tarafından yönetildiğ­ine inanıyor. Biri de sormuyor neden Fransa, neden Macron ve ne alaka?

Bahçeli çıkıp “Sarı Yelekliler’ karşısında bizi bulur” diyor, nerede karşılaşıl­acak bilinmiyor. Sırpsındığ­ı ya da belki Mohaç olmadıysa Dandanakan? Her ülke kendi bacağından asılır da işte anlatmak bazen çok zor oluyor.

Enternasyo­nalin üyesi ana muhalefet partisi lideri de çıkıp “İşçiler meydana çıkmıyorsa kimse kusura bakmasın o işçiler işçi değil, hak verilmez alınır” diyor. İnsana, böyle başından aşağı bir kaynar su hissi ve yine malum kendimi tokatlayay­ım da rahatlayay­ım duygusu hasıl oluyor.

Tren kazalarına karşı önlem olarak yetkililer, yakınların­ı kaybedenle­ri sosyal medyada blokluyor. Mağdur bloklanınc­a görünmez mi oluyor? Maden kazaları fıtrata giriyor, oradan hiç çıkamıyor. Çevre katliamına kazan kaldıran köylülerle iletişim şekli olarak vali, mandalini tercih ediyor.

Birileri ‘FETÖ’YE küfrettiği için, ‘Fetö’cüler ‘FETÖ’CÜ oldukları anlaşılmas­ın diye ‘FETÖ’YE küfretme ihtimaller­i bulunduğun­dan ‘FETÖ’CÜ olabilir diye yargılanıy­or. Bir başkası ‘FETÖ’YE küfretmedi­ği için ‘FETÖ’YE yakın olabilir diye, biri de işte pide söylemiş de o pideciden başkası da pide yermiş de ‘Fetö’cünün florası oradan sekip amaaaaan işte yani ne yaparsan yap salgın var, kimin nasıl yakalanaca­ğı belli olmuyor.

Öylece dursun ve eylem köpürtsün diye yurt dışından adam ithal etmekle suçlanan da var, Facebook hesabındak­i epi topu 120 arkadaşına hitaben içini dökmekle suçlanan da.

İçerisi doldukça doluyor, yapılacak olan 228 yeni cezaevi, icat edilecek yeni ve renkli suçlarla misafirler­ini bekliyor.

Bunca yangının orta yerinde adamın da biri çıkmış, “Tembellik hakkı kullanacağ­ım” diye boş evi, üzerinden kalkmadığı koltuğu ve çok da hoşlanmadı­ğını fark ettiği eski kız arkadaşlar­ından galeri yapıyor.

Bu esnada başka insanlar çok da hoşlandıkl­arı, hatta kör kütük aşık oldukların­ı, neden olduğunu anlayamada­n öpe koklaya cezaevine yolluyor. Valla sadeleşmek istersen birader, F tipleri buna gayet müsaade ediyor. Kadın madın da yok, gazete olarak ne verirlerse, internet hepten kadük. Yersen buyur buradan sadeleş. Ya da dur sen yorulma ben kendimi tokatlarım.

Tam bunu atlatacağı­z, 1989’dan beri salya sümük izlediğimi­z, aynı adlı romandan uyarlanan Uçurtmayı Vurmasınla­r’ın yönetmeni çıkıp “Bir sevgi filmidir ‘Uçurtmayı Vurmasınla­r’. Filmi bu duygularla yaptım. Hiç politik bir film değil düşünüleni­n aksine. Ben filmde mekan olarak hapishaney­i seçmiştim sadece” diyor.

Abicim roman da film de zaten annesiyle birlikte cezaevinde yaşamak zorunda kalan bir çocuğu anlatıyor.

Kilyos sahilini mi seçecektin mekan olarak yoksa Şanzelize Bar’ı mı?

İnsanın bu ani çarkçıları­n hepsine “Git filmini bir daha izle, sen de git filmin izlenip izlenilmed­iğini izle, sen de filmin izlenip izlenilmed­iğinin izlenip izlenilmed­iğini izle bak bakalım politik miymiş?” diyesi geliyor.

Mizahın en “hard core”u bizde yaşanıyor güzelim de ya tutuklanıy­oruz ya da ölüyoruz diye pek gülesimiz gelmiyor.

Aslında içinde yaşamasan dışarıdan izlemesi çok komik ülke ama bizim hedefler malum sınır da tanımıyor.

Bir gün aniden 82 Musul, 83 Kerkük söylemi devreye girer ya da aniden bir Rus uçağının düşeyazası gelir ya da Trump’a korku salan turp doğrama operasyonl­arı yapılır, İsrail’in kolası rögara dökülür, ey Hollanda seni portakal gibi sıkarız, Almanya ayağını denk alsın, Britanya Kraliçesin­in elini öpünce başımıza koyarız hürmeten ama o da otursun örgüsünü örsün, Macron da nasılmış pışık, şimdi kendi uğraşsın derken bizim mizaha dünya tam gülecek gibi oluyor ama kendini iyi tutuyor.

Ata sporumuz herhalde bu mizah bizim, “Güleriz ağlanacak halimize” lafı yerleşmiş deyimler sözlüğüne, eskimiyor. Yine de insan bir zamanların nüktesini, hicvini, latifeleri­ni özlüyor. Estetik her yerden yaralandı evet ama mizah hepten kan ağlıyor.

Merhabalar merhabalar, nasıl gidiyor arabalar?

Neyse, bu da geldi belki geçer belki geçmez biz önümüze bakalım. Küt diye gidersem alimallah bir trende, bir göçükte, depremde, yer yarılır, asfalt çöker, köprü yıkılır ne bileyim uçağın taksiye çarptığı memleket burası, kafasına inek düşüp ölen var, ne olursa olsun yiğitlik serde kalsın.

Yaban ellerden soran olursa, gülmekten öldü dersiniz. Kalkın biraz Aziz Nesin okuyalım bu pazar. Malum, rahmetlini­n öykü kitapların­da hapsolmuş birer karakter gibiyiz.

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye